24 Haziran’dan sonra genel siyasi gündemin ana belirleyeni AKP ve saray olmuş durumda. Seçim sürecindeki kıyasıya rekabet ve tarafların karşılıklı ataklarından artık eser yok. Ekonomik kriz gündeminden de, erken yerel seçim tartışmalarından da görülebileceği gibi; rejim değişikliğini kabul etmemiş yüzde elliyi mobilize edecek bir siyaseti öneren veya uygulayan ana merkez kalmadı.

***

24 Haziran’dan önce tüm ülkenin tanık olduğu hareketli seçim süreci hem kitleleri büyük bir hızla politikleştirdi, hem de onlara neredeyse 16 Nisan referandumunda bile görülmemiş bir umut aşıladı. CHP’nin İYİ Parti’ye verdiği 15 vekil ile başlayan olumlu dalga, Demirtaş ve İnce’nin aday gösterilmeleriyle devam etti. Gün geçtikçe büyüyen bu olumlu atmosfer ancak 24 Haziran gecesi son buldu ve kendiyle beraber politikleşen kitlelerin siyasete katılma heyecanlarını da bir ölçüde kırdı.

Bu durumun iki nedeni var. İlki olarak heyecanı en çok taşıyabilecek olan iki partinin (CHP ve HDP) seçim süreciyle ilişkisi; hem seçim günü ve akşamına hazırlık, hem de olumlu atmosferi yaratan siyaseti sürdürme anlamında eksik kaldı. HDP’nin belli bir süre “Seçim değil OHAL” tavrı, CHP’nin seçim güvenliğiyle ilgili iddiaları ve yapılan açıklamalarla zaten kaybedilen bir seçimi iyice felakete sürükleyen tavrı, bu politik hazırlıksızlığın su yüzüne çıkan noktaları oldu. Genel anlamda asıl eksik, seçim süreciyle ilgili hem politik iradenin ortaya koyulamayışı, hem de ortaya çıkan heyecanı taşıyacak ve örgütleyebilecek yapıların olmayışıdır.

Bu duruma verilebilecek bir örnek, iki partinin 24 Haziran’da başkan adayları olan İnce ve Demirtaş ile seçim sonrasında kurdukları ilişkidir. Dereceleri farklı olmakla birlikte açık bir durum olarak, iki partinin adayı da değişik şekillerde partilerinin seçim sonrası politikalarını eleştirmiştir. İnce zaten kurultay çağrısıyla parti yönetimine talip olduğunu gösterdi, Demirtaş da ‘tatil havası’ benzetmesini kullanarak bir şeylerin yanlış gittiğine işaret etti. HDP ile ilgili, Ankara vekil adayı Veli Saçılık’ın özeleştiri çağrısı da durumu gözler önüne serdi. Saçılık’ın kendi sözleriyle “HDP, kitlesi olan ama örgütlülüğü bunun çok gerisinde kalan bir parti”. Aynı durumun CHP için de, kat be kat geçerli olduğu da ortada.

İlginç olarak iki partiden de gelen eleştirilere karşılık aynı oldu: Tartışmaların dışarıda kamuoyuyla birlikte değil, içeride parti kurullarında yapılması. Bu tipik cevap iki partinin de 24 Haziran’ı kitlelerin gördükleri gibi görmediklerini kanıtlıyor. Elbette 24 Haziran’daki siyasallaşmayı yaşayan insanlar, sonrasındaki tartışmaların ve başarılamamasının nedenlerini hep birlikte konuşmak ve takip etmek istediler. Ama bu kitleleri ilerletme ve örgütleme ufku olmayan iki parti tarafından bu eleştiriler yalnızca bir tehlike olarak görüldü ve durdurulmaya çalışıldı.

***

24 Haziran sürecindeki olumlu havanın sürmemesinin bir diğer nedeni de seçim sonuçlarıyla birlikte siyasi inisiyatifin AKP’nin eline geçmesidir. Bunun en önemli nedeni, AKP’nin kendi içindeki çalkantılı süreci öyle veya böyle sonuçlandırmış olmasıdır. Gezi direnişinden beri süregelen AKP’nin içindeki “itirazcılar” gündemi, her siyasi olayda şöyle veya böyle ortaya çıkmıştı. Bunun doruk noktası yine 24 Haziran seçimleri için Abdullah Gül’ün Erdoğan’ın karşısında aday olma ihtimali oldu. Seçim sonuçlarıyla beraber AKP’nin içindeki bu grubun etkisinin tamamen kaybolduğu veya uzun bir süre daha çatlak ses çıkaramayacağı belli oldu. Yine benzer bir şekilde, AKP’nin devlet kademelerindeki zaman zaman çatlayacakmış gibi görünen ittifakı da 24 Haziran sonrası sağlamlaşmış oldu. Ekonomik krizle birlikte ortaya çıkan sermaye ittifakı da, AKP’nin artık kendi iç dinamikleri nedeniyle sallanan bir koltukta oturmadığını gösteriyor.

***

Bütün bunlardan çıkan sonuç, genel bir sürecin sonunda AKP’nin kendi dengesini yeniden bulduğu, muhalefetin bu dengeyi kendi lehinde kıracak bir hamle yapamadığıdır. Yine de AKP’nin kurmayı başardığı ittifakla ortasında kaldığı durum da çok iç açıcı değildir. Ekonomik kriz çok tehlikeli bir yanıcı madde olarak sarayın kucağındadır. Ne kadar ertelenebileceği veya engellenebileceği meçhuldür.

Buna rağmen bu sürecin en önemli sürükleyeni ve gücü 24 Haziran’da politikleşen kitleler olmuştur. Bunun var olması bile AKP’nin kurduğu dengeyi değiştirecek gücün var olduğu anlamına gelir. Aynı Gezi Direnişi gibi, bu büyük kitlenin ortaya çıkışı görmezden gelinemeyecek bir yüzde ellinin, kendi partilerini bile zorlayacak, politikleştirecek ve sallayacak bir potansiyelin bulunduğu anlamına gelir.

Bundan sonra AKP’nin kapattığı kilitleri açabilecek tek anahtar, kitlelerdeki politikleşme eğilimlerini devrimci siyasetle birleştirebilmek olacaktır. Bunun için de iki yönlü bir mücadele gerekir. İlki kendi yanımızdakilere karşı; kitleleri pasifleştiren, soğuran ve umutsuzlaştıran yetersiz muhalifliğin etkisini kırmak için olacaktır. Gezi’de, 7 Haziran’da, 16 Nisan’da ve son kez 24 Haziran’da kendini kanıtlamış kitlelerin önü devrimci siyasetle açılmalıdır. Siyasi süreçler her başarının bu inisiyatif ortaya çıkabildiğinde geldiğini göstermiştir. İkinci cephe ise AKP’nin muhalif her kesime uyguladığı ve uygulayacağı baskı türlerine karşı yapılmalıdır. Saray’ın politik etkisini kıracak olan kitleler bu mücadelelerde olgunlaşıp inisiyatif kazanacaktır. Bu potansiyelin ortaya çıkarılabilmesi; kadınların, gençlerin ve emekçilerin örgütlülüğü önümüzdeki tek ışıktır.