Hükümet ekonomik krizle ilgili açıklamalar yapıyor, uygulamalarını hayata geçiriyor. AKP’li Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak başka ülke patronlarıyla toplantı organize ediyor. “Piyasaları rahatlatan aksiyon planı” uyguluyorlar, aslında paçayı kurtararak süreci yeni bir fırsata çevirmenin yolunu arıyorlar.

Tabloyu bir avuç sermaye ve hükümet yarattı, bu yıkımı alıp gitmelerini istemek dışında bir seçenek yok. Ülkenin dış borcu 466 milyar dolar, bu yıl ödenmesi gereken borç rakamı olarak 120 milyar dolara imza atmışlar, 57 milyar dolar cari açık yaratmışlar. Dolar düştü diye, Katar ile el sıkışıldı diye, bu rakamlarda herhangi bir değişiklik olmadı. Dolar düştü halka zamlar devam ediyor, işten çıkarmalar hız alıyor. Göstermelik hareketlerle krizi örtemezler.

Yola çıkacak binlerce insanı hesap ederek bayramdan hemen önce benzine zam yaptılar. Dolar bugünlere düzenli bir şekilde artarak geldi ve beş yıl içerisinde kendisini katlayarak TL değerinin beş katına yerleşti. Yükselen dolar biriken borç ile yapısal bir ekonomik kriz kendini gösteriyor. Bilakis tablo gittikçe ağırlaşıyor.

Şimdi en bilindik AKP siyaset anlayışı yürüyor; nereden geldiğini ilan etmedikleri ekonomik bir saldırı nedeniyle krizin hesabını hükümetten soracak olanlar suçlu ilan edilmek isteniyor. Yeni bir Ortadoğu’da savaş söylemi elde edemedikleri için “ekonomik savaş” başlığını icat ettiler. Tepe tepe kullanma peşindeler. Aman vermemeliyiz.

AKP, 2001 krizinin yarattığı fırsat ile iktidara geldi, 2008’deki dünyada yaşanan kriz ortamının fırsatı ile palazlandı. Bu nedenle ne dünyadaki ne ülkedeki sömürü politikasından ayrısı gayrısı olabilir. 2001 krizinde IMF’yi temsil eden Kemal Derviş’in yönetiminde neo-liberalizmin sömürü politikaları ile el sıkıştı. İktidarında Neo-liberalizmin en berbat türüne dönüştü.

Emeğin haklarına saldırılar, özelleştirmeler aldı başını yürüdü. AKP iktidarında taşeronlaşma yüzde 500 arttı, sendikalı işçi sayısı 13 milyon iken 1,5 milyona düştü. 2003-2017 yılları arasında 59 milyar dolarlık özelleştirme rakamı ile övünüyorlar. 101 kuruluştaki kamu payı satılmış, 10 liman, 85 elektrik santrali, 40 işletme, 11 otel ve sosyal tesis, 37 maden sahası özel sektöre geçerek talan ülkeyi sarmış.
Kamu olmadan üretmek, üreten olmak imkansız! Kamunun gücü elinden alınıp hoyratça AKP’nin anlaştığı patronlara sunulmuş. Halka sanayisiz, üretimsiz gelecek reva görülmüş. Özelleştirilen kurumların hepsinin kamuya yeniden kazandırılmasını sağlayabiliriz, sanayi ve tarım üretimini büyüterek “tam istihdam” hedefini önümüze koyabiliriz.

Baskı ve tehdit diliyle kimse ses etmeyecek, iktidar ve patronlar yaratılan ekonomik yıkımı bir kez daha fırsata çevirecekler. AKP’nin bir kurtarıcı olarak görüldüğü günler çok geride kaldı. 2018’deki krizin daha da ağır sonuçlarının sorumlusu olarak görülecek AKP’ye ve saray rejimine hiç değilse yüzde ellinin tepkisinden emin olduğumuz dönemlerdeyiz. Ve 2001’deki krizli sürece el koyacak, IMF’nin uygulamalarını geriletecek emekçilerin örgütlü gücü olabilirdi. Bugün bu dersi alarak hareket etmeliyiz. Elimizde yüzde elli ve emekçilere seslenmenin imkanı var.

2008’de de dünyada başta ABD olmak üzere kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkeler ağır bir ekonomik kriz yaşarken, AKP iktidarındaki gelişmekte olan Türkiye ekonomik büyüme yüzü gördü, onu da kendine bağlı sermaye yaratmak üzere fırsata çevirdi. Düşük faizle kredi vererek kamu kurumlarını, fabrikaları beton yığını AVM’lere çevirdiler. İlk yağmurda çöken yolları köprüleri halkı vergiye boğma fırsatı verdiği için yaptılar. Dünya kapitalizminin 70’lerden bugüne gelen 3. Dünya Krizi devam ederken AKP’ye fırsat verecek veya onu dengeleyecek bir hali kalmadı, para bolluğunun sonuna gelindi. İşte bu uyumsuzluk doların 2013’den itibaren sistemli bir şekilde yükselmesine TL’nin değerinin düşmesine neden oldu.

Bugün tek adam rejimi ile zıtlaşmak istemeyen, teşvikleri kapmaya çalışan, düşük faizle kredi sözü bekleyen Türkiye’nin yerleşik burjuvazisi AKP’ye alkış tutuyor. Emeği ile geçinenleri işten çıkarma, ücretlerin ödenmemesi, sendikasızlaştırma konusunda beraber ağır yaptırımlara hazırlanıyorlar. “Tuzumuz kuru” diyorlar. IMF ile el sıkışıp sömürüyü büyütmeye itirazları olmadı olmayacak. Daha şimdiden emeği ile geçinenlerin ücreti enflasyona bağlı olmaktan çıkarıldı, toplu işten çıkarmalar başladı. Bu nedenle Güler Sabancı Berat Albayrak’ın “muhteşem” sunumundan neşe ile çıkıyor. Emekçilerin örgütlü gücü enflasyona bağlı hayat sürerken, ücretin sabitlenmesini kabul etmemelidir, ağzı kulaklarına varanlara “borcunuzu da, yıkımınızı da alın çekilin” demelidir.

Resmi rakamlara göre enflasyon %16, işsizlik %9,7. Gerçek rakamlar öyle demiyor. DİSK-AR raporunda gerçek boyutlar şu şekilde; geniş tanımlı (iş bulma ümidini kaybedenler, iş aramayan ama çalışmaya hazır olanlar, mevsim ve zamana bağlı çalışanlar) gerçek işsizlik oranı %16,6. İşsizlik çift haneli olmaktan çıktı, yüzde yirmiyi görmesi bekleniyor. Emekçiler krizi fırsat bilip işçi çıkaranlara karşı direnmelidir. Kamuya yatırım büyürse işsizlikten kurtulmak mümkün hale gelebilir. Arjantin’de üretenler direndiği için iktidar da, IMF de korkar hale geldiler, geri adımlar attılar.

Erdoğan “onların doları varsa bizim Allah'ımız var” der iken Brunson üzerinden Trump ile pazarlıkları sürdürüyorlar. Doların düşmesi ile övünen İbrahim Kalın açıklamalar yapıyor.

Erdoğan’ın açıkladığı 100 günlük planlarında “aynı tas aynı hamam” şeklinde devam edeceklerini görüyoruz. Açıklanan “400 proje” yeni inşaat, yeni beton ile yerel seçimlere anlaştığı sermaye ile gitme planı yapıyorlar. Krizin üstüne bir beton ekonomisi daha dikilmesine tahammülümüz yok.

Sosyalistlerin kriz döneminde ne yapacağı sorulduğunda, ilk akla gelen ancak iktidar alındığında ne yapacağımız olamaz. Bugünü cevapsız, eylemsiz bırakamayız.

Üretenlerin el koyduğu düzeni savunmak ertelenemez.

Ülkede her gün krizin yıkımı büyürken tek yol, emekçilerin örgütlü olarak politik mücadele vermesidir. Bunu her yerde imkanlı hale getirmenin zamanıdır.