Yazının başlığının amacı Gezi’deki bir değerlendirmeye yanıt verebilmek. Hemen hatırlayacaksınız; “Gezi nasıl sürmeli?” sorusuna forum gibi çok güçlü bir yanıt oluştuğu sıralarda “hareketin iktidarı istememesi” fikri dolaşımdaydı. Çok net ve ortaklaştığımız yerden girelim. En büyük ve en açık hükümet eleştirisi olarak Gezi Direnişi’ni görüyoruz değil mi? Peki hemen ardından direnenlerin iktidarı istememesi yerel ve anlaşılamaz özgün oluşumlarla kendisini sürdürmesinin salık verilmesi tutarsızlık arz etmiyor mu? Yani hem hükümeti yerinden etmeyi en yüksek düzeyde savunacaksın, bu yolda insanlarını kaybedeceksin ama yerine bir alternatif koymamayı savunacaksın. Olacak iş değil!

Tarihe, demokrasiye, nesnelliğe yaslanarak çok net bir ifade ile bugün için halkın iktidarın gerçek sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Mesela toplum karar almak istediği için Gezi’den hemen sonra eğilim olarak forumlara aktı.

***

Ekim Devrimi’nin yıldönümü vesilesi ile iktidar konusunun altını klasiklerimizle de çizmekte fayda var. Devrim, Lenin’in “tüm iktidar Sovyetlere” politik önerisi ve öngörüsü ile vücut buldu. Elbette bu öneriye gelene kadar çok büyük süreçlerden geçilmiş.

Devrimi anlamak için mutlaka 1905 Ayaklanması’na, Şubat Devrimi’ne ve Lenin’in Nisan Tezleri’ne bakmak gerekiyor. Lenin ne istediğini çok iyi biliyordu, çelik gibi savunuyordu ve herkesi kapsayan bir devrimin peşindeydi.

Karşı görüş burjuva devrimi ve proleter devrimi arasına bilinemez bir zaman dilimi koymak istemişti. Marx Almanya’nın durumuna bağlı olarak burjuva ve proleter devrimlerinin art arda geleceği öngörüsünü sürekli devrim görüşü ile ifade etmişti. Lenin de tartışmalarda sürekli devrim görüşünü Rusya koşullarında kaçınılmaz olduğunu ortaya koydu..

Önemli tarihçi E. H. Carr Lenin’i şöyle tarif etmiş “devrim teorisi anlayışı başlangıçtan itibaren, Rusya’nın ihtiyaç ve imkanlarıyla şekillenmiş gerçekçi bir Rus devrimcisiydi.” İhtiyaç ve imkan kavramını yazın bir kenara derim. İnsanlık tarihi bu kavramlar etrafında şekilleniyor.

Menşevikler için şöyle bir acı gerçek vardı; burjuva devrimini, Marx’ın söylediklerini çarpıtarak o kadar çok her şeyin önüne koymuşlar ki sosyalist bir propagandayı örgütleyememişler, proleterya diktatörlüğünü savunamamışlar. Ama Lenin önderliğinde Bolşevikler’de durum tam tersiydi. Zaman alsa da Sosyalist Devrim de net oldukları için etkili sonuçları yakalayabilmişler.

1905 Ayaklanması’ndan sonra Çar’ın büyük baskıları ve grevlerin dalga dalga artması sonucunda Sovyetlerin kurulmasının önünü açan anayasaya kavuşulmuş. Lenin 1905 sonrası dönemi çok isabetli ifade etmiş “Devrim öncesi dönemin geçmiş anlaşmazlıklarının yerini, pratik sorunlar etrafında dayanışma aldı.” Türkiye’de de benzer durumlar söz konusu.

Bolşeviklerin Lenin önderliğinde 1917 Ekim Devrimi’ne ilerlediği yıllarda Lenin Avrupa ayaklanması ve devrimini de hesabından hiç çıkarmamış. Dünya devriminin ne kadar önemli olduğu Sovyet Devrimi kazanıldıktan sonra daha çok ortaya çıkacaktı.

Lenin halkın, işçilerin, askerlerin karar aldığı ve harekete geçtiği Sovyetler’i proleterya diktatörlüğüne ulaşmanın en önemli organları olarak tariflemiş. Merkezi ve politik anlamı kritik olan Petrograd Sovyeti devrime geçişin hızlanması sağlayan bir roldeydi. Lenin, Sovyetleri doğru analiz ederek, ilerleterek Marx ve Paris Komünü, arasında tarihsel bir bağı çok güçlü yakalamış.

Kerenski Hükümeti’ni devirmek için sağdan askeri darbe ile Kornilov’un ortaya çıkışı koşulları kaçınılmaz hale getirmiş. O esnada Lenin artık elindeki tüm kanallardan “tüm iktidar Sovyetlere” sloganını öneriyordu.

Hanedanlığı ortadan kaldıran Şubat Devrimi savaşın getirdiği ağır koşullar nedeniyle halkın kendi kendine isyanıydı. Devrimci örgütlerde bunu beklemiyorlardı. Ama Bolşevikler hazırlıklıydı. Onlar için artık hiçbir şey 1905’deki gibi değildi. Lenin ünlü Petrograd Finlandiya Garı’na geldiğinde geçici hükümet karşısında haykırdığı ve gösterdiği hedef çok açıktı. “Yaşasın dünya sosyalist devrimi!”

Yıldönümünde Ekim Devrimi büyük ders, dağılmasına rağmen büyük insanlığın yegane umudu.

***

Bugün Çar’ın saraylarını hatırlatan KaçAkSaray burnumuzun dibine kadar dayandı. Tıpkı Ayzenştayn’ın Ekim filminde olduğu gibi sarayın her yanından görmemişlik akarken, kamera Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı forsunu, detaylarını zumladıkça kulaklarda katlanılmaz bir ses yankılanıyor. Herkes bir gün bu sese katlanamaz hale gelecek.

Saraylar durmaz yıkılır da biz o esnada ne yapacağız ne diyeceğiz?  

Bolşevikler gibi şimdiden kuşanalım, ayaklanmalara hazır yakalanalım.