Seçimle istediğini elde eden Erdoğan, rejimin kuruluşunu tamamlamaya çalışıyor. Durumlarının, yeni dönemi yönetebilme kapasitelerinin pek parlak olduğu söylenemez. İktidarda oldukları sürece rızasız yönetemedikleri, seçime başvurmak zorunda kaldıkları ortada, yeni dönemlerinde de yapamayacaklar, görebiliyoruz. Beklenen ekonomik sorunları başka türlü atlatamazlar. Seçimli süreçlerden kaçacak bir yerleri yok. 

Muhalefet seçim süreçlerden geri kalamaz, oyların güvenceye alınmasını sağlamaktan başka bir şansı da yok. Seçim sürecinde koşup koşup, sonrasında seçim konusu geçtiğinde yine en genel prensiplerini ortaya atan sol ancak siyasetsizliğe davetiye çıkarıyor. Sınıf siyasetini hatırlatıp, tenefüs zili çalınca fırlar gibi ortalıktan kaybolmak rejim karşıtlığına yazılamaz. Rejim karşıtı mücadele sürmek zorunda, hattınız yoksa sınıfa nasıl bir öneri ile gideceksiniz? 
 
Sınıf siyaseti önermesinde bulunanlar arkasını getirmediği sürece havaya konuşur. Birincisi “emeği ile geçinenlerin büyük kısmı AKP’ye oy veriyor” ikincisi “önce güç olmak gerekir” gibi sonu gelmez ertelemecilikle sağlıklı bir seçim yorumu yapılamıyor. Sınıf siyaseti hiç yapılamıyor.
 
Lenin’in işçileri anlamak gerçek bir sınıf siyaseti ortaya koymak için, epeyce bir Çar’ı destekleyen işlerle çalışmalar yaptığını en azından biliyoruzdur. Ama siyasal bir mücadele hattına dikkat çekilerek ilerleme kat edilebildiğini de bilelim. Yani ekonomik mücadele akışına, kendi haline bırakılmadı. O dönemde de ortaya çıkan sonuç şuydu: Ekonomik mücadeleler işçi sınıfını ayakta tutar ama devletin karşısına çıktığı anda, siyasi mücadelenin etki alanını büyütmek gerekir, iktidara yönelik hedefler ortaya koymak gerekir. 
 
Dikkat edin AKP’nin yarattığı ekonomik zorluklar tepkileri büyütmüş MHP’ye oy kaymasına neden olmuştur. Bu ittifakın yaratacağı enflasyon canavarı karşısında önümüzdeki dönem MHP’ye olan tepki oylarının dramatik bir sonucuna da yol açabilecektir. 
 
İktidar seçimden kaçamazken, partiye oy vermeyecek olanları “münafık” ilan etseler de, sonuçlarından kaçamadılar. Sonuç AKP yönetiminin istenmediğini (1 Kasım %49,5 iken 24 Haziran %42,5) Erdoğan’ın yönetiminin de bıçak sırtı (%52) kabul edildiğini söylüyor. Erdoğan oranı da ancak MHP desteği ile yakalanabildi. 
 
Bir daha çizelim altını AKP çok güçlü olduğu şehirlerde dramatik oy kayıpları yaşadı. Kalesi görülen ama AKP’nin oy kaybı yaşadığı yerleri dikkatle ele almak gerekiyor. En güvendiği İç Anadolu illerine karlar yağdı. Toplamda AKP 71 ilde oy kaybı yaşamış durumda. Gezi direnişinde sokağa çıkmayan tek il olarak bilinen Bayburt’ta bile AKP oylarında ciddi düşüş yaşandı. Şeker fabrikaları özelleştirilen Kırşehir’de AKP oyları %50,7’den %41,2’ye düştü ise üzerine düşünmek, toplumsal mücadeleye hayrına pay yaratmak gerekiyor. 
 
Buradan yola çıkarak bakınca Erdoğan konuşmalarına bir başlangıç, şahlanış havası katmaktan çıkmış bulunduğunu görüyoruz. Ne diyor ekibine “artık bahanemiz kalmadı” yani “işler sarpa sardığında muhalefetin üzerine atma şansımız kalmadı”. Tabi sağcı popülizmin “dış güçler oyunu” bahanesi hiç bitmez. Her seçimde “atıp tutma meydanında” olmadıklarını daha fazla görüyorlar, her türlü yolu deniyorlar, kendilerine çok güveniyorlar, ama kıl payı paçayı kurtarıyorlar.
 
Kurulurken açıkladıkları kabine, şahane görüntü veriyor. Ekonomi gittikçe kötüleşirken damattan, dostundan kurulan kabine, kabile çağrışımı yapıyor. Egemen sınıfla arasını zorlayacak olan bu durum doların yükselmesi ile derhal kendini gösterdi. Artık karşılarında Erdoğan’ın her koşulda bir dediğini iki etmeyecek bir Ekonomi Bakanı var. Ama doları tek adam sopası ile indirmenin imkanı yok. 
 
Ekonomik zorluk duyurulacaksa, kriz haberi verilecekse artık Tansu Çiller var. Kemer sıkma politikasının baş temsilcisi, 5 Nisan kararlarının sahibi, aynı zamanda 90’ların karanlık yönetiminin başbakanı tek adam rejiminin “reklam yüzü” oldu. Kendi döneminde koalisyondan çok çektiğini, AKP-MHP koalisyon değilmiş gibi tek adam yönetiminin ne kadar iyi olabileceğini anlatıyor.
 
Seçimden önce başkanlık kelimesini ağızlarına almıyorlardı artık Erdoğan kendisine başkan denilmesini istiyor. Ülkeyi başkanın kararnameleri ile yönetmek istiyorlar. Ama “meclis konusu kapanmıştır” diye bir şey yok. 7 Haziran’dan beri her başkanlık konusu önüne geldiğinde yüzde elli ile tavrını koruyanları temsil etmek üzere halk meclise vekil yolladı. Hayır oylarını temsil etmeye devam edenler meclisi mücadele alanına çevirebilirler. Ellerinden geleni artlarına koymamaları gerekir.
 
Meclisteki muhalefet tekliflerinin kanun haline gelmesi için toplumun tüm dinamikleri ile kaynaşarak, kanun yapma yetkisinin sınırlarını zorlayarak her türlü çabayı göstermelidir. Cumhurbaşkanı’nın kararnameleri AYM’ye götürme hakkını sonuna kadar kullanabilir. Rejimi yönetenlere soru sorma hakkı yazılı da olsa kullanılmalıdır. Meclis kürsüsü, her fırsatta, rejimin kürsülerini geçen ezici bir üstünlük elde edilebilir hale getirilebilir.
 
HDP’nin batıdan, büyük şehirlerden tek adam rejimini durdurmak için gelen oylarla barajı geçmiş olması, 16 Nisan referandumunda büyük şehirlerde ezici biçimde hayır sonucu çıkması ile çok anlamlı bir tutarlılık arz ediyor. Büyük şehirlerdeki bu kararlı politik tavrın sürekli beslenebileceği mücadele alanlarının varlığı elzem görünüyor. Böylece hem sonucu diri tutacak, güncel kılacak hem de çevre illere uzanma ihtimali elde edilebilecektir.
 
Muhalefetin önünde seçim sonucuna dayanan imkanlar, dönemin zorluğu gereği sorumluluklar duruyor. Üzerinde durulan imkanlar, yeni imkanlar, alınan sorumluluklar başka yerlerde ve başka zamanlarda aranmasına gerek olmayan gücümüzü yaratacaktır.