24 Haziran, AKP-Saray iktidarının senelerdir peşinden koştuğu projeyi sonuçlandırdı. Yürütme, yargı ve yasama organlarının tek bir koltuğa bağlı olduğu Türkiye’ye özgü başkanlık sistemi, olabildiği kadar olan demokratik süreçlerde onaylandı ve artık kesinlik kazandı. Yine de mücadeleye devam edecekler olarak, bu sistemin ne anlama geldiğini analiz etmeli, ayağımızı basabileceğimiz ve basamayacağımız yerleri görmeye çalışmalıyız.

Sallanan kılıç

İlk olarak 25 Haziran sabahı ülkeye, daha önceden nüvesi bulunmayan hiçbir felaketi getirmedi. Bir anda muhalefetin kapıları çalınmadı, demokratik kitle örgütleri bir gece kararnamesiyle kapanmadı. Vekillere bir soruşturma dalgası başlamadı. Daha doğrusu, kategorik anlamda zaten süren baskı ortamını daha da karartan bir ortam oluşmadı. Elbette bütün bu örnekler iktidarın asla göze alamayacağı durumlar değil, ama bir şekilde iktidarın iç veya dış dinamikleriyle bir tür sınırlandırmayla yapmadığı şeyler olarak düşünülebilir.

Buradan çıkan şey, 24 Haziran’ın en azından ilk akla gelen şekillerde bir fark oluşturmadığı, AKP-Saray’ın siyaseti dizayn eden tek güç olma hedefinde bir sürekliliği gösterdiği olabilir. Yine de buradan çıkarılması gereken sonuç, bir tür olumluluk değildir. 24 Haziran’ın sonucu, bu türde bir tek adam rejiminin bir anda kafamıza ateşler yağdırmayacağı, ama daha derinde bir şeylerin başarılamadığını göstermekte.

AKP’nin yıllardır peşinde koşturduğu başkanlık sistemi özünde, en genel bir anlamda siyaset diyebileceğimiz düzlemin; sermaye güçleri, siyasi partileri, dernekleri ve devlet bürokrasisiyle hep beraber tek bir odak tarafından organize edilmesi amaçlıdır. Bu organizasyon doğal olarak bütün demokratik yapıların sindirilmesi, yürütmeye bağlı kolluk kuvvetlerinin gücünün artması, yargının tamamen siyasi iktidarın emrine girmesi anlamına gelir. Yine de bu toplu ve köklü dönüşümün insanların önüne düşen uçları belli şekillerdedir. Bir yanda dernekler kapatılır, bir tarafta kamu çalışanları sürekli olarak itiraz hakkı olmadan işten atılma tehlikesi altında tutulur. Güncel siyasi alanda vekiller tutuklanır, belediyeler sürekli kayyum/soruşturma gölgesi altındadır. Yine de asıl dönüştürme kitlesel bir şekilde olur. Toplumsal özneler, sürekli bir gözaltı, tutuklama, dava süreci içerisinde tehdit altındadır. Asıl toplumu dönüştüren şey, gerçek anlamda hapse atılmak değil, bunun kalıcılaşmış tehdit halidir. Artık siyasi alana girmeye cüret eden hiç kimse, kendini güvende hissedememektedir.

Bütün bunlar, siyaseti belirlemeyi amaçlayan tek odağın gölgesinin siyaset alanına düşmesidir. Bir yandan siyasetle bağı olan her özneye belirlenen yerli ve milli çerçeve içinde kalması öğütlenir, geri kalan herkese de iktidarın kılıcının kını gösterilir. Bir anlamda geziden beri cübbe arasından gösterilen bu kılıç, artık herkesin ve herşeyin üstünde sallanmaktadır.

Gezi’den 24 Haziran’a

AKP-Saray iktidarına karşı duranlar için 24 Haziran, Gezi’den beri sallantılı ve kaygan olan siyasi düzlemin istenilen tarafa çekilemediğinin kanıtlanmasıdır. Bu süreç 2014 yerel seçimlerinden, Suriye’deki iç savaşa; HDP’li vekillerin tutuklanmasından Adalet Yürüyüşü’ne siyaset için birçok fırsatı ve dönemeci kapsar. Yine de en sonunda siyasi olarak bütün yanlış ve doğrularıyla bu başarıya ulaşılamamıştır.

Burada düşülebilecek bir hata, bütün bu dönemeçleri AKP’nin kontrolünde ve inisiyatifinde olarak, zaten kaybedilecek olan muharebeler olarak düşünmektir. Ama durum böyle değildir. Bütün bu dönemeçler ve olaylar toplumu siyasallaştırmış ve AKP-Saray rejimine karşı önemli direnç noktaları ve fırsatlar oluşturmuştur. 24 Haziran’ın gösterdiği, bu fırsatlardan yeterince yararlanılamamış olduğudur. AKP’nin başarısı da, bu dönemeçlerden daha başarılı çıkabilmesi ve eninde sonunda topluma bizden daha çok sirayet edebilmiş olmasıdır.

Dersler

Tanımladığımız bu süreçten çıkaracağımız temel dersler vardır. İlki, siyasi gündemlerin kar veya yağmur yağışı gibi tahmin edilemez, sadece başımıza düşünce konuşacağımız olaylar olmadığıdır. Seçimler bunun en güçlü örneğidir. Toplumun en fazla siyasallaştığı seçimleri atlamak ve görmezden gelmek, şu anda tahmin bile edemeyeceğimiz fırsatların kaçırılmasına sebep olmuştur.

İkinci temel ders, AKP-Saray rejimine karşı verilen mücadelenin dayanak noktasının, eninde sonunda kitleler olması gerektiğidir. İnsanların siyasal süreçlere katılmasını önemsemeyen, önünü tıkayan, sadece bir temsiliyet ilişkisine dayanan bir mücadele başarısız olmaya mahkumdur. Siyasi mücadelenin kapıları herkese açık olabilmelidir, ancak bu şekilde yüzde elliye elli olan kutuplaşmayı aşacak bir hareket ortaya çıkabilir. Adalet Yürüyüşü’nün yarattığı heyecan ve devamı olan Kurultayın kapalılığı arasındaki zıtlık, bu derse acı bir örnek olmuştur. Yürüyüş’te sağlanan o heyecan, keskin bir soğurma hareketiyle Kurultay’da sonuçsuz bir noktaya dönüştürülmüştür.

Üçüncü ve sonuncu ders, AKP’nin hedeflediği sisteme karşı olan kitlelerin, bir araya gelebilme kapasitelerinin küçümsenemeyeceğidir. Yıllardır bir tür ezber gibi bağdaşamayacağı düşünülen CHP ve HDP kitleleri, 7 ve 24 Haziran’da görülebildiği gibi AKP-MHP arasındaki kadar geçişli seçmen kitleleridir. İki seçmen kitlesini zıt kutuplar olarak görüp bu varsayımla siyaset üretmek (örneğin dokunulmazlıkların kaldırılmasını kabul etmek gibi), yalnızca yapay bir ayrıma düşüp siyasi olanakları kısıtlamak demektir.

Sonuç olarak, Gezi’den 24 Haziran’a gelen süreç, hem muhalefet hem de AKP-Saray iktidarı için dolambaçlı, zorlu ve sallantılı bir yol olmuştur. Ama en sonunda bu teraziyi kendi tarafına çekebilen ve sonuçlandıran taraf iktidar oldu. Yine de bu kaybın sonucu ülkedeki demokrasi mücadelesinin topyekün sonu değildir. Sadece önümüzde bu kadar çok siyasi fırsatlar ve gündemler olmayacağını öngörebiliriz.

Kaybımız birçok anlamda ‘ortada’ olan maçı kazanamamış olmamızdır. Ama derslerimiz ve deneyimlerimiz de yanı başımızdadır.