24 Haziran seçimleri her şeyden önce şunu gösterdi. Seçim siyasetini üretme ve uygulama sadece sol içinde değil, CHP’nin kendi örgütsel yapısında bile çok geride kalmış durumda. 24 Haziran sonuçlarına damgasını vuran iki olgu vardı; genel anlamda sandık güvenliğini ne düzeyde sağlayabildiğimiz ve MHP’nin öngörülemez biçimde aldığı yüksek oy. Bu iki olgu, seçimleri doğru biçimde ele alan mekanizmalarımızın hala daha ne kadar eksik olduğunu anlatıyor.
***
24 Haziran, ne yazık ki görebildiğimiz anlamda yapılması gerekenleri yapsak da, daha görüp ulaşamadığımız, öngöremediğimiz birçok parametrenin sonuçları belirlediğini bize gösterdi.
Bir düzeyde seçimleri kazanmak için yapabileceğimiz her şeyi yaptık, ilki saray rejimine karşı olanlar olarak bir araya geldik. Adaylardan, partilerin kitlelerine kadar, beş benzemez denilenler birbirlerine yaklaştı. Resmi, gayriresmi ittifaklar kuruldu. Güçlü, kendi seçmenlerini en üst düzeyde mobilize edecek başkan adayları ortaya çıktı. Buna ek olarak kuvvetli bir siyaset ortaya konuldu. Siyasi alan AKP’nin ve Erdoğan’ın söylemlerine bırakılmadı.
Yine de 24 Haziran’da şu veya bu şekilde kaybedildi. Bu kaybı tanımlarken şunu unutmamak lazım, bu sadece oy sayılarının toplanmasıyla ilgili bir sonuç değil. Adil bir seçim sürecinin işlemeyeceği, sandıklarda hileye kalkışılacağı, seçim sonuçlarının açıklanırken manipülasyona uğrayacağı zaten kesin olan şeylerdi. Eğer bu kadar kesin biçimde böyle olacağı öngörülüyorsa ve yine de seçimler bir hedef olarak belirlenmişse, hiçbiri kaybı haklı gösteren bir nedensellik anlatımının içinde olamaz. Hepsinin düzgünce ele alınıp önlerine geçilmesi gerekir. Hiç kimsenin bu nedenlerle boşa düşecek bir sorumluluğu olamaz.
24 Haziran’ın sonrasında oluşan yenilgi havasının en önemli iki nedeni, MHP’nin koruduğu oy oranı ve AA’nın yapacağı kesin olan manipülasyonu engellemenin mümkün olmamasıydı. MHP’nin oy oranı, en basit şekilde AKP’nin küskünlerinin hem ittifak içerisinde kalıp, hem de bir mesaj verme davranışı olarak açıklanabilir. Bir diğer açıklama da, aslında MHP seçmeni olup da AKP’ye kaymış olanların yine ittifak içinde gönül rahatlığıyla kendi partilerine dönüşleri olabilir. Bu ikisine ek bir diğer açıklama MHP lehine yapılan geniş çaplı bir sandık hilesi olabilir. Yine de böyle bir hileyi organize edebilecek organizasyon gücüne sahip sarayın neden AKP’yi değil MHP’yi kayıracağı belli değil.
Üç olasılıkta da asıl boşluk, Cumhur ittifakı içindeki iki parti arasındaki kaymaların, ya da ikisi arasındaki örgütsel veya ideolojik farklılıkların bizim için tamamıyla bir sisin içerisinde olmasıdır. Bu öngörememe, en sonunda milliyetçiliğin aslında yükseldiği açıklamasını getiriyor ki, bu bile herhangi bir veriye dayanmayan, en genel bir durum olarak kalıyor. Kutuplaştırma siyasetinin belki de önemli bir sonucu olarak, iki tarafın birbiri arasındaki toplumsal iletişimin ve geçişkenliğin kaybolması olmuş durumda. CHP ve HDP seçmeni arasında aday parti düzleminde geçiş öngörülebilirken, AKP - MHP arasındaki geçiş tamamen sürpriz oldu.
Seçim sonuçlarını önceden tahmin etmek elbette zor, kapsamlı ve birçok farklı düzlemi olan bir iştir. Yine de, seçim siyasetinin geldiği noktada, bu durumları tespit etme yeteneğimizi geliştirmenin ne kadar kritik olduğu açığa çıkmıştır.
***
İkinci olgu olarak, kitlesel bir sandık güvenliğinin aynı zamanda AA manipülasyonunu da engelleyecek şekilde organize edilmesi gerektiği, bir kere daha en acil haliyle ortaya çıktı. Eğer 24 Haziran’dan sonraki herhangi bir seçimde saray rejimine karşı kitlelerin seçimlere katılması ve oy vermesi planlanıyorsa, iki noktanın üzerinde durulması gerekiyor: Hem sandıkların güvenliğini sağlamak için kitlesel bir şekilde sandık başlarına yönlendirme, hem de sonuçların doğru ve hızlı bir şekilde tek merkezde birleştirilerek açıklanması. Burada öngörülebilecek asıl problem, Gezi’den sonra ortaya çıkan sandıklara sahip çıkma fikrinin 24 Haziran sonrasında tekrar yenilenebilmesi olacaktır. Elbette seçim yenilgilerinin kitleler üzerinde kırıcı bir etkisi olacaktır, ama seçimlerin kazanılması ve seçim siyasetinin sürdürülebilmesi için gereklidir. Ayrıca sonuçların toplanması ve açıklanması işi de sadece teknik ve hatalara açık bir konu olarak değil, siyasi anlamda önemi anlaşılarak ele alınmalıdır.
****
Bu iki olgu da birbirlerinden bağımsız iki durum olarak düşünülmemelidir. Yıllardır süren ‘seçimsizlik siyasetinin’ bizi getirdiği nokta budur. Yine de 24 Haziran’la ilgili en önemli kazancımız, gelinen nokta itibariyle artık seçim siyasetinin karmaşık araçlarına sahip olmamız gerektiğini ortaya çıkarmış olmasıdır. Artık buradan ‘seçimlerin ne kadar da önemsiz olduğu’ anlatımına geri dönülemez. Eğer Saray rejiminin artık mutlak haline geldiğini, seçimlerin en kısa sürede kaldırılacağını düşünmüyorsak elbette.
Anketler, televizyonlar, müşahit organizasyonları, bayraklar, bilboard’lar ve adaylar; tüm bunlar seçim siyasetinin parçalarıdır. Elbette bizim de envanterimizde olmaları gerekir. 24 Haziran’ın kazanımı, bize sisler içerisinde ihtiyaçlarımızı ve hedeflerimizi göstermiş olmasıdır.