24 Haziran seçiminde Başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) ilk defa oylandığı için 16 Nisan referandumunu baz almak en doğrusu olur. Özetle bakacak olursak, tek adam rejimi tüm gücüne rağmen muhalefetle yarı yarıya, yani başa baş geldi. Hatta artık tek başına gelemediğini gördük. Aşağıda değinmeye çalışacağımız bazı açılardan AKP-Saray dediğini tutamadı, hedeflerine ulaşamadı. Tüm devlet imkanlarına, OHAL baskısı, mutlak hakim olan medya koşullarına rağmen muhalefetin referandumdaki %50’yi korumasının bir başarı olduğunu nasıl atlayabiliriz?

*

AKP 7 puan kaybetti, bu çok ciddi bir veridir. Tek parti ile ülke yönetmek istedi. Koalisyon yani MHP ile Cumhur İttifakı kurarak iktidarı alabildi. Tek muhalefetle rejim ihdas etmek isterken beş parti ve milletvekili sokan partilerle 8 partili, görece çoğulcu bir meclise ulaşıldı. Kısıtlı da olsa bu mecliste her türlü muhalefet imkanı değerlendirilip her seferinde “sıfır baraj” zorlanabilecektir.

HDP bıçak sırtı görülüyordu tüm baskı koşullarına rağmen barajı geçmeyi başardı. Seçmenine cezaevi koşullarını aşarak ulaşan Selahattin Demirtaş’ın %8 oy alması yabana atılamaz.

CHP ve HDP'nin birbirlerine seçim süreci boyunca desteği ihtiyaç duyulan, olması gereken kaynaşma ortamını yarattı.

Muharrem İnce CHP'nin sabit görülen oy oranını aşarak %30 oy oranı ile rejime muhalif bir dalga yarattı. %52’yi geçebilmesi umulan bir noktaya kadar taşıdı.

Yazın ortasında önemli bir katılımla sandığa gidilip oy kullanıldı. Halk ülke kaderini tayin etmeye yorulmadan, gücenmeden yine talip oldu. Sandıkları ısrarla takip etmek isteyen ve sonuca ulaşmak isteyen kesimler çoğaldı. YSK önlerinde toplananların sesi Adil Seçim Platformu’ndan doğru geleceğine inanılan sonuçlarla büyüyebilecekti. Bu kesimlerin ellerindeki verilerin doğru bir sonuca ulaştırılmamış olması büyük bir boşluk yarattı.

*

Tüm bu olguları dönüp size bakanlara sayabilirsiniz. “Bu da değil”, “Gene alır demiştik”, “Tek yol devrim demiştik” diyenler çıkabilir, ama haksızlar, ama biraz da ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmak istemedikleri için kabul edilmezler. Seçimlerin muhalefet tarafından da kabul edilen sonuçlarının 2.tura ulaştırmaması, daha da büyüterek Erdoğan’ın ve AKP-MHP’nin iktidarının durdurulamamış olmasına bir kesim çok içerliyor.

Tek bir seçime umut bağladığı, hayatında ilk defa işi gücü bırakıp uğraştığı, ucundan kıyısından dahil olup tek hamlede sonuç görmek istediği, hiçbir durumda beğenmediği, acelecilikte toptancılıkta birinci olduğu, işler bitip kenara çekilmek istediği için bu habis sonuca gidiyor olabilirler. Ama inanın koca bir memleket meselesinde bu kadar hızlı sonuç arayanlar mesele şahsi ise çok sabırlı, çok incelikli ve çok çok hesapçı oluyorlar. Nereye baksan karamsarlık akan, izlemeye tahammül edemediğimiz Zeki Demirkubuz filmlerine benziyorlar.

Oysa modern hayatı tehdit altında olan, en çok sabırlı olması gereken, bu sürecin en uzun erimli parçası olmaya zorunlu olanlar bu kesimlerdir. Tek adam rejimi gidene kadar, laikliği tam tamına kazanana kadar başkaca da çareleri yoktur. Dizlerini kırıp bu sürecin de sabırla bir parçası olmaya, zorunluluktan değil, karar vererek başlayabilirler. O zaman ülkedeki uzun, zahmetli yapısal dönüşümü hızlandırmanın bir parçası olmanın onurunu da yaşayabilirler.

Ama soru "şimdi ne yapacağız?" şeklinde geliyorsa yapıcıdır, ilerleticidir, katılımcıdır, çözümcüdür. Bu meclisle, önümüzdeki yerel seçimle, ilk fırsatta ihtimal erken seçimle çok yapacak iş var. Yaratacakları her felakete karşı bir arada durma ihtimali çoğalmış muhalefet var. Ne mutlu ki seçilmek ve seçmek hesap verme hesap sorma ilişkilerini kuvvetlendireceği için muhalif bedenimiz de emin olun kuvvetlenecek.

Sandıkla hayatına başlayıp, bugünlere gelen tek adam rejiminin, sandığı yok sayma ihtimali çok zayıflamıştır. Balkon konuşması Erdoğan’ın tipik zafer konuşmasına benziyor mu? Her şeyden önce MHP ile girdiği tünelden nasıl çıkacağı belli değil. O yüzden gün doğmadan, neler doğacak.

*

Ülke koşullarının yarattığı baskı, dış politikadaki büyük hezimetler, ekonomik kriz tehlikesi üzerine 2. tur beklentisi çok yükselmişti. Dayanılmaz olan bir ekonomik krizin ortasında olmadığımız için, oylarda etkisini göremedik.

MHP’nin oylarının bu düzeye varacağını beklemedik. Dünyadaki milliyetçilik dalgasının Türkiye’deki seçimlerde vuku bulabileceği atlandı. Muhafazakarların, milliyetçilerin AKP ve MHP'deki oylarının İYİ Parti ve Saadet Partisi'nin varlığı ile hareket göreceğini düşünsek de krizin arefesinde yerinden oynamamayı seçtiğini gördük. Evlerindeki veya önlerindeki ekrana ulaşılamayan, ırkçılık dalgasından uzaklaşamayan, asker ve seçim kutlamalarında kendini bulan lümpen kesimler, AKP’ye tepki duysa da MHP’ye oy verdi. Var olan yönetim anlayışı ile gerilimleri olsa da ortaya çıkan muhalefetin yönetmesine ikna olmadı, risk almak istemedi. Düzenden istediğini alamayınca, muhalefet iddiasını büyüttükçe bu kesimlerin değişimini de dikkatle izleyeceğiz.

Seçimin temel verilerine bakarak güç almalıyız, milyonları konuşturan ve sürekli yer alarak kararlar almasını sağlayan yapılarla ilerlemeye devam etmeliyiz.