Ülke AKP-saraydan kurtulmaya her gün biraz daha yaklaşırken, çökmekte olan ekonomi için “kim gelirse gelsin ekonomiyi kurtarması zor” açıklaması iktidarın ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor. Bir de buradan yola çıkarak muhalefetin muhalifliğine doyamayanlar var, şu sıcak günlerde hiç mi hiç itibar etmemek lazım.

Tek adam rejiminin sonunu görmek istiyorsak, muhaliflerin alabildiğine bir arada durmasını sağlayacak güzergahtan kesinlikle çıkmamalıyız. Mesela muhalefetin ekonomi konusunda çözüm önerilerini geliştirecek değerlendirmeler kıymetli ve kritiktir. Er ya da geç ülkeyi yönetmek için muhalefete bu kadar imkan doğmuşken, vaatleri de ciddiyetle ele almaktan sorumluyuz. İşsizliğin çözümü, kaynak nereden bulunacak, borçlar ne olacak sorularına verilen cevaplar halkın gerçekten kafasına yatmalıdır.

Düze çıkacak ekonomi için AKP’ye fırsat verince, on altı yılın iktidarı değil de muhalifiymiş gibi bir havaya giriyor, seçim sonrasına randevu kesiyor. Ama artık ülkenin %20’sini çoktan aşan, gerçek boyutu çarpıtılan işsizler ve işsizleşmekte olan ordunun AKP’nin ekonomisine karnı tok. Milyonların işe, aşa ihtiyacı olduğu gibi, patronların da rekabet edebildikleri koşullara ihtiyacı var. AKP-sarayın kaybetmesi, geniş kesimler için olmazsa olmaz haline geldi. 24 Haziran ve önümüze koyduğumuz süreci inşa ederken, ekonomik gelişmenin ne aşamada olduğunu anlamış olmak epeyce işimize yarayacak.

**

Hep büyüyen rakamlarla övündüler, sandıkların bir numarası oldular; şimdi büyüyen enflasyonla, faizle ve yaklaşmakta olan kriz nedeniyle kekeleyerek konuşuyorlar. En mahir oldukları sandık sürecine hakim olamıyorlar. Üzerinden geçilmeyen, ama bedelini halka ödettikleri köprülerle ağız dolusu övünemiyorlar. 2001’de gelmelerine sebep olan, ama şimdi gitmelerinin sebebi olacak benzer bir kriz tehlikesi yaratmış olmanın ağırlığı ile baş başalar. Neredeyse siyasal dikkatimizi günü gelene kadar sabırla elden bırakmaz isek, kenarında durdukları uçurumdan yuvarlanmaları kaçınılmaz görünüyor.

Muhalefete dönersek bu seçim birinci raund ise güçlendik, hazır olduk, canlandık, birleştik. Hayır cephesi tek adama karşı epeyce kaynaşarak seçim siyaseti üretmenin sonuçlarını gördü. İkinci turda İnce desteği, en değerlendirilebilir konular arasında yer aldı. Muhalifler için kazanmak ne kadar yakınlaştı ise, bu moment işledikçe kaybetme ihtimali de bir o kadar uzaklaşıyor.

**

Dünya krizin pençesinden kurtulamıyor, kapitalizm uzatmaları oynamak zorunda, ama ezeli rekabet dünyalarında birbirlerinin gözünü oymadıkları gün yok. AKP de, bu serbest piyasa düzeninin, çapı ne olursa olsun, bir tarafını temsil ediyor. Düşüncesi ve çevresi gereği Batı düşmanlığı yaptığına bakmayınız. Dünyanın yaşadığı ekonomik sorunlardan ayrı düşecek, ABD ile Avrupa ile yolları ayıracak halimiz yok, mal alıyoruz mal veriyoruz. Onların kaynak yaratma sorunu varsa, bizim de kaynak yaratma sorunumuz oluyor.

Cin gibiler, sadece ihracat rakamlarını ilan ederek ithalatın daha fazla olduğunu örtüyorlar. Oysa pazara giden herkes biliyor, buğdayı bile ithal ediyoruz. Üretmeyen bir ekonomi bu açıdan hiç belini doğrultamıyor.

Sonra, açıkları kapatmak için dağ gibi borç alıyorlar. Bankacılar içeride kredi ve kredi kartları ile nasıl modern tefecilik yapıyorsa, dış borç aldığımız uluslararası kuruluşlar da daha büyük tefecilik yapıyor. Açık ki aşırı derecede ithalat ve dış borç bağımlılığı ekonomiyi çöküş noktasına getirdi. Kamudan yana, halktan yana çözümler üreterek tüm tefecilik ve yeni sömürü anlamına gelecek anlaşmaları reddetmeliyiz.

**

AKP ekonomi yönetiminin iş bilmezliği, boş kabadayılığı patronları da yıldırmış bulunuyor. Sermaye ürkek bir kedi, karı yoksa derhal kaçıyor, rahat alıp satmak ve ödetmek istiyor. Türkiye koşulları sermaye için güvenli liman vaziyetinden çıkmış iken AKP kazanırsa hiç dönmeyecekler. İşimiz IMF’den gelen yeni borçlara, halkın kemerini sıkmaya kalacak.

Seçimleri kaybettiklerinde, bu yeni bir ekonomik güvensizlik ve sarsıntı anlamına geleceği için, 7 Haziran’dan sonra olduğu gibi seçim iptal etme yoluna gidemezler. Seçim sonucunu akamete uğratmaya cesaret edemeyecekler, yan yana yürüdükleri sermayenin keyfini iyiden iyiye kaçırabilir. Sonuçta seçim kararını onlar için de aldılar.

**

Sermaye birikim düzeni krize sürüklenirken, köklü tartışma yürüten, milyonların ekonomisini kurma adımları atabileceğimiz “ne yapmalımız” var elbette. Emekçinin hakkına bulduğu yerde saldıran tek adam rejimi ile işimiz çoktan bitmiş bulunuyor. Milyonların vedalaşması için de canımızı dişimize takıyoruz.

Tüm parametreleri bir an için kenara koyarsak, AKP-sarayın çöle çevirdiği ekonominin eksiği olarak üretim, muhalefet tarafından gayet isabetli biçimde sürekli dile getiriliyor. Bilelim ve altını çizelim ki, üretim yapacaksak üretenlere, emek gücünün varlığına hitap etmemiz gerekiyor. İşçi sınıfından yana siyaset üretmemiz gerekiyor. Emek gücünün varlığı yetmez, emeği ile geçinenlerin haklarına dokundurtmamamız gerekiyor. Bunun için de emekçilerin söz hakkının olması, masaya oturup kendini rahatlıkla ifade etmesi, grev, sendika haklarını tam kullanması, kıdem tazminatına dokunulmamasını ne yapıp edip sağlamalıyız.

Yaşadığımız rejimin Anayasa'ya, hukuka, grev hakkına uyduğu yok. “Kim gelirse gelsin” diyerek söze başlanamaz. Ekonomi yangından kurtarılacak ilklerdense, söze “Önce tek adam rejimi gidecek” diyerek başlamak gerekir. Bunun için de sabırla, sebatla tek adam rejimini yenecek tüm raund’lara hazır olmaya ihtiyacımız var.

**

Bugüne kadar OHAL rejimini gerekçe göstererek binlerce işçinin grevini engelleyenler, kıdem tazminatına göz dikenler, hızla krize girilen koşullarda tekrar seçim kazanırlarsa, para bulmak için IMF kapılarına dayandıklarında, emeği ile geçinenlere neler yapmaz neler. IMF onlara açığı kapatacak yeni borç, AKP-saray da koşa koşa emeği ile geçinen milyonların cebinden çalma sözü verecek.

Derhal önlerini ilikleyip IMF ile kemer sıkma anlaşması yapacaklar. İşten çıkarmalar, güvencesizlik, düşük ücretler kalıcı hale gelecek. Bugün bu koşullarda, sendika hakkına göz dikiyorlar. Küçük ve orta ölçekli iş yerlerine gelemiyoruz bile,  büyük ölçekli fabrikalarda, mesela Flormar’da sendikalı oldular diye, 120 işçiyi bir anda işten çıkarabiliyorlar. Hem fabrikanın sömürüsüne, patronun yüksek kar amacıyla uyguladığı düşük ücret politikasına katlanacaklar, ama sendikalı olamayacaklar ve işsizlik zebani gibi yanı başlarında bekleyecek. Flormar işçisi kadınlar da “yok öyle yağma” dedi. Yirmi günün üstünde süredir Flormar işçisi kadınlar direniyor ve OHAL baskısı ile işçilerin direncinin kırılamayacağını gösteriyor.

**

Numan Kurtulmuş "kriz mriz yok" dedi de “faiz maiz yok” diyemedi. Enflasyon almış başını giderken, faiz üstüne faiz bindirirlerken, dolar durdurulamaz iken laf ebeliğine sığınıyorlar. Düşük faiz kalmadı, enflasyon, kur artmaya devam ediyor, TL değer kaybediyor, işsizlik katlanıyor. Tamam kriz yok ama krize doğru sürüklenme var. Londra'ya defalarca gidip anlaşma yapan kendileri olduğu için “faiz lobileri sorumludur” diye de veryansın edemiyorlar. Bir tarafı ekonomik yıkım, bir tarafı kaybetmeye yüz tutmuş seçim süreçleri. Bizi güzel günler AKP’yi hiç güzel olmayan günler bekliyor.

**

Seçimden sonra iktidarda kalırlarsa hızla 1994 ve 2001 krizlerine benzer bir sürece gireceğiz. İflaslar, işsizlik korkunç boyutlara varacak. Ücretlerin düşürülmesi hortlayacak.

Sermaye büyüdükçe, merkezileştikçe maliyetlerini artıran yeni kararlar alıyor. Karına kar katamaz hale geliyor. İşçinin emeğinden çalarak, işsiz bırakarak açığı kapatmak istiyor. Emeğinden çalınan işsiz bırakılanlar alım gücü kalmayınca, patronlar da satamaz hale geliyor. Satamadıkça sermaye birikimi kriz üretmeye mecbur kalıyor.

Dünyadaki sermaye düzeni kendini bir gün bitirecek krizlerden hiç bir zaman kurtulamayacak. Düşünün 70’lerden bugünlere dek süren 3. bunalım döneminin etkisini dünya çapında yaşamaya devam ediyoruz. Aşırı üretim ve eksik tüketim dünyayı yönetenlerin karlarını olumsuz etkilemesinden kurtulamıyorlar. Bu nedenle sürekli bir çıkış yolu bulma telaşındalar. Dünyada sermayenin bekçisi sağcıların son sayfaları kaleme alınıyor olabilir. Hepsi rezilliklerine rezillik katıyorlar.

Türkiye’deki tablonun vahametini ancak seçim sürecindeki “siyaset üretme dinamizmi” dağıtıyor. Yakaladığımız havayı sürdürmenin bir yolu mutlaka var. Emeği ile geçinenler yaklaşan krize hazırlıksız yakalanabilir, ama biz muhalefet olarak kesinlikle hazırlıksız değiliz artık!

**

La Casa de Papel (Banka Soygunu) adlı dizi Gezi’ye gönderme yaparak AKP-Saray’ın huzurunu kaçırdığı için, paranın merkezini hedef alarak vurgun yaptıkları için ve dizide Chiao Bella (İtalya’da 2. Dünya savaşı sırasında direnenlerin şarkısıdır) dillendirdiği için epeyce gönülleri kazandı. Dizinin yayınlanan son bölümünde, para ile ilgili geçen konuşmada, esas roldeki profesör, asıl hırsızları bankalar ve bankalar üzerinde söz sahibi olanlar olarak anlatıyor ve parayı yırtarak “sadece bir kağıt parçası” olduğunu ilan ediyor ve sevdiği kadının izleyenlerin gönlünü kazanmış oluyor. Şu dönemde sol değerlere yaslandığı için adeta çölde açan çiçek gibi epeyce filme sarılan oldu.

Bu diziden yola çıkarak gerçek dünyanın, gerçek, sıradan özneleri ve sorumluları olarak bizim, macerayla, kahramanlıkla yol alabilecek durumumuz yok. Paranın ne olduğunu anlamak için de suyu kaynağından içmemiz çok ama çok önemli.

Kaynağımız Kapital 1. cilt, yazarı Karl Marx, bakın parayı nasıl kaleme almış “Farklı türden emek ürünlerinin fiilen birbirlerine eşitlenmelerine ve dolayısıyla fiilen metalara dönüştürülmesine aracılık eden mübadele sürecinin zorunlu bir ürünüdür” mübadele olmadan olmaz “diğer her meta gibi para da kendi değer büyüklüğünü ancak göreli olarak diğer metalarda ifade edebilir. Onun değeri de üretimi için gereken emek-zamanla belirlenir ve diğer herhangi bir metanın aynı uzunluktaki emek-zamanda elde edilen miktarıyla ifade edilir” (Karl Marx-Kapital 1. Cilt, 3. Bölüm, Para veya Meta Dolaşımı) üretim ve emek-zaman olmadan olmuyor.

Yani paraya “pis kötü” diyerek işin içinden sıyrılamayız. Paranın nerden geldiği neye dayandığına hakim olmalıyız. Ekonomi emek gücü olmadan milim adım atamaz. Emek gücünün değerini bilmeyen ekonomi politik de kaybetmeye mahkumdur. Milyonların ekonomi politiği için emeği ile geçinenlerin kıymetini bildirteceğiz, işsizler için tam istihdamı hedefleyeceğiz. Bunun için de ana yollar bizimdir,  ilerlemekten vazgeçmeyelim.

**

Sol değerlere etraflıca yönelen bir başka yapıt, Genç Marx filmi, doğru bir yoruma ulaşmış. Marx, Kapital eserinde olduğu gibi filmin pek çok yerinde metod, kapitalizmin hareket yasalarını saptama derdindedir. Mevcut düzenin kaçınılmaz olarak geçmek zorunda olduğu bir başka düzenin zorunluluğunu anlatır. Burjuvazi feodalizmi yıkarken kendi mezar kazıcılarını da yani işçi sınıfını da yaratıyor. O günler bir gün mutlaka gelecek! Bilelim, hazırlıklı olalım.

Filmin en etkileyici sahnelerinden birinde Marx’ın aradığı etkiyi “balyoz” ile ifade ettiğini görürüz. “İğne ile kuyu kazma” gibi yöntemleri burada temelden reddettiğini görürsünüz. O anda ne yapın edin hemen kenara not edin.

Türkiye koşullarını değiştirebilecek olgun bir seviye yakaladık. Başlangıcı Gezi’de yaptık, arkası 7 Haziran 16 Nisan’da geldi. 24 Haziran ve sonrasında da “dur daha bitmedi diyeceğimiz günler olacak” diyelim, öyle olsun.