Seçimleri kazanmak demek artık muhalefet kanadındaki büyük bir kesim için kendi adayının kazanması demek değil, Erdoğan’ın başkan olamaması demek. Bu nedenle farklı partiler ve adaylarla yürüseler de, tek adam rejimine karşı duranlarda bir birlik duygusu olgunlaşmış durumda. Yine de bu amaç, negatif içeriğinden dolayı, 24 Haziran sonrası süreci belirleyemeyeceği üzerinden eleştiriliyor.
Bu eleştirinin sahipleri adayların şu veya bu şekilde birbirlerinden kategorik bir farklarının olmadığını, seçimlere katılanların ‘düzen içinde hareket etme’ zorunluluklarından dolayı talep edilen demokrasi ve özgürlükleri getiremeyeceği yönünde. Bunun sonucu da seçim siyaseti yürütmekten imtina edilmesi ve başka yollar bulunmaya çalışılması oluyor.
***
“Oy kullanmak bir şeyi değiştirseydi, yasaklanırdı” sözü, her şeyi yasaklayabilen bir iktidarı varsayar. Ama bu doğru değildir. Eğer monarşiyle yan yana koyarsak, seçme hakkı ve parlamenter demokrasi bir kazanımdır. Kazanımlar da ancak çok güçlü saldırılar karşısında kaybedilen haklardır. Burjuvazi her şeyi bir tür aldatma olarak kurgulayamaz. Seçimler ona kitleleri ikna etme yeteneği kazandırır ve buna da muhtaçtır. Monarşi gibi burjuvazi de tarihsel konumunun ve çeşitli dengelerin içindedir. Burjuvazi her şeye kadir bir güç değildir.
Ülkede de son dört yılda bu kadar çok seçim yapılmasının nedeni de temel anlamda budur. Kitlelerin onayı en büyük diktatörlere bile gerekir. Bunun aracı seçimlerse de seçim yapılır.
Çok garip gelebilir ama evet, bütün kudretine rağmen diktatörlüğün de, ‘düzenin de’ sınırları ve yapamayacakları vardır. Zaten bu sınırlar olduğu için mücadele edilebilir.
***
Seçim sonuçları yine de ancak idari anlamda bir ülkeyi değiştirir. Bir ülkenin siyasi gelenekleri, tarihi, coğrafyası seçimlerle değişmez. Hatta bürokratik kadrolar bile ancak ‘olağanüstü durumlarda’ büyük miktarlarda değiştirilir. Küresel ekonomiye bağlı bir ekonomik düzen, en büyük diktatörün emirleriyle bile değişmeyecek kadar oturmuştur. Bütün bunlar seçimlerin değiştirmediği şeyler arasındadır.
Bütün bunlarla birlikte, seçimlerin değiştirdiği ve fark yaratan şey şudur: Kitleler onlarca yıl önce kazandıkları siyasi haklarını seçim süreçlerinde harekete geçirirler. Adaylar, partiler, ittifaklar ve taktikler her şey konuşulur olur. Yani toplum siyasallaşır. Bütün bu siyasallaşma, yukarıda saydığımız şeylerin değişmeyeceği bilinse bile önemlidir. Çünkü kitleler ve yapılar böyle süreçlerde kendi kendilerini eğitirler. Siyasi görüşünü yaymaya, başkasına açıklamaya çalışmak, siyasi hamleleri değerlendirmek, siyasi hayata dahil olmak bu süreçlerde gerçekleşir. Yukarıda saydığımız, ‘seçimlerle değişmeyen şeyleri’ değiştirmek isteyenlerin, seçim süreçlerinde bulacağı da işte budur.
Demokrasi, zaten bir adayın veya bir parti yönetiminin kararıyla gelmeyecektir. Tüm toplumun ve farklı kesimlerin buna hazırlanmasıyla, alışmasıyla ve buna doğru adımlar atmasıyla gelecektir. Bunun için de yapılması gereken şey, kitlelerin bu taleplerinin önünü açmak, onlara bir yol, bir araç vermektir. Demokrasinin yerleşmesi demek, herkesin birbirine saygılı olmayı öğrenmesi değil, kitlelerin örgütlenme haklarının bir bilinç olarak yerleşmesi ve savunulması demektir. Bu da ancak yine insanların kendi hareketlenmeleriyle, kendi iradeleriyle olacaktır. Seçimler işte buna kapıyı açar.
***
Son üç haftada görülen de budur. Erdoğan’ın karşısındaki adayların ve partilerin siyasi hamleleri, tek adam rejimine karşı durmuş herkeste kendiliğinden oluşan birlik duygusunu harekete geçirmiş ve gün yüzüne çıkarmıştır. Bu birlik duygusu ne sadece adayların söylemleriyle ve kararıyla, ne de sadece tabanın isteğiyle olabilirdi, ikisinin de çakışmasıyla oldu. Bu durum da bir iyimserlik havası yaratıyor. Yine de seçimler geçtikten sonra da önümüze gelecek gündemler kesinlikle daha zor olacak.
Bu noktada, ‘seçimlerle değişmeyen şeyleri’ gündem edip seçim sürecini ıskalamak, zaten temel görevleri yerine getirme şansını da tepmek demektir.
Seçimler geçtikten sonra da, güvenip dayanacağımız şey sadece herhangi bir adayın programı değil, yine toplumun kendisi olacaktır.
Seçimlerin kutsal bir yanı yoktur. Oy verme işlemi her zaman bir temsil ilişkisi kurar, temsilcinin de ideal bir şekilde zuhur etmesi ve oy verenlerin tüm görüşlerini ‘aynen’ temsil etmesi mümkün değildir. Asıl bunun ideal olamamasına takılıp kalmak, seçimlere gereğinden fazla önem atfetmektir.
24 Haziran’da da kazanılacak en önemli şey, toplumun siyasallaşması sonucunda elde edeceği kazanım ve bunun getireceği kendine güvendir. Sadece o atmosferde, yukarıda saydığımız ‘seçimlerle değişmeyen şeyleri’ değiştirmek için rahatça hareket edebiliriz. Son üç hafta bile şunu göstermiştir, OHAL gibi çok geniş idari baskı düzenleri bile, doğru siyasi hamlelerin kitlelerde yarattığı heyecanla görmezden gelinir bir hale gelebilir. Bir de 15 senelik bir baskı rejiminin yenilmesinin topluma olan etkisini hayal edelim. 24 Haziran’da tek kazanacağımız şey ancak budur. Ama bu zaten bize yeter de artar.