Toplumları değiştirme iddiasında olanlar her zaman çok büyük zorluklarla karşı karşıya gelmişlerdir. İster 200 yıl önceki kralları devirmeye çalışanlar olsun, ister bir burjuva demokrasisinde oy hakkı kazanmaya çalışanlar olsun, karşılarında her zaman çok büyük güçlerin olduğunu görürler. Fiziksel şiddet ve direk baskıyla başlayan bu zorluklara toplumun köklü gelenekleri ve propaganda aygıtlarının yetersizliği de eklenir. Aşılması, çözülmesi gereken problemler aşılmaz dağlar gibidir. Bu koşulların görece olarak daha iyi veya daha kötü olması elbette mümkündür. Burjuva demokrasisi, eli kanlı bir çarlıktan daha çok imkan sağlar. Yine de üretilmesi gereken siyasetin zorluğu, oynatılması gereken kayanın ağırlığı çok değişmez.

Komünist Manifesto’yu kendinden öncekilerden ayıran ilk şey, bu toplumları değiştirme mücadelesini somut ve bilimsel bir analize dayandırmasıdır. Manifesto’dan sonra sadece ‘olsa çok güzel olacak’ fikirlere göre ilerlenmez; güncel ve tarihsel durumun analizine, toplumun zümrelerinin, sınıflarının durumlarına göre ilerlenir. Bu analiz hem zorlukların, hem de imkanların bir değerlendirmesini içerir. Çizilecek bütün yollar, işte bu değerlendirmenin bir sonucu olur. Siyasi hedeflerin, yolların ayrılmaları da bu değerlendirmelerin farklılığından ortaya çıkar.

Marksistlerin tek görevi somut durumun somut analizini yapmak değildir elbette, analizin içinde biraz da öngörü olması gerekir. Duvarı ve çatlakları net olarak görmek yetmez, bu çatlakları arama faaliyetinin aynı zamanda çatlakları yaratma faaliyetine de dönüşmesi gerekir. Bu ikisi bir arada olursa, toplum denilen o büyük kütle bir kaya olmaktan çıkar. O büyük kütle bir denize dönüşür, ancak o denize dönüşürse içinde yüzülebilir hale gelir.

***

Erken seçim açıklamasıyla bütün toplum kendiliğinden imkanları, zorlukları ve bunlara göre çizilmesi gereken yol haritasını konuşmaya başlamıştır. Seçimlerin toplumu siyasallaştırması da bu demektir. Durumu öngörme - öngörememe meselesini geçersek, güncel durumda yapılan iki tahlili ele alalım. İlki, başta anlattığımız duvarı görmeyi reddetmektir. Bütün koşullara rağmen, sadece en temel sloganların zorlukları aşması üzerine kuruludur bu tahlil. Birleşilirse, örgütlenilirse, işçi sınıfına dönülürse başarıya ulaşılacağı tezi savunulur. Slogan ister daha çok demokrasi, ister anti - emperyalizm olsun; bunların propagandasıyla duvarın aşılabileceği varsayılır. Ama güncel olanla ilişkisi pek azdır.

Bu değerlendirme, günceli görmezden gelerek zaten başarısız olmaya mahkumdur, ama bunu savunanların gerçek somut kazanımlar gibi bir amacı da yoktur. Kimliği korumaktır esas olan. Bu da, temelsiz bir umut yaratma çabasına dönüşür, topluma güven vermez ve en sonunda insanları daha da umutsuz yapar.

İkinci tahlil de duvarı görür ama çatlakları görmez, duvarın zaten aşılamayacağı, yolun değiştirilmesi gerektiğini söyler. Bu tahlilin derininde tarihsel bir yenilmişlik hissi de vardır. Geçmişteki büyük direnişlerin bile bir değişiklik yaratamadığı görüşü bu değerlendirmeye damgasını vurmuştur. Toplumun ayrı zümreleri, bunların durumları ve konumları bir şekilde gözden çıkarılmıştır. En sonunda geriye kala kala basit bir örgütlenme fikri kalır, ama bu da siyasi olarak daha küçük hedefli, sınırlı alanlarda sıkışır. Bu tahlil de yine ilki gibi umutsuzluğu yayar. Çünkü toplum için ‘diğer yol’un ne olduğu belli değildir. Eğer önümüzdeki duvar aşılamayacaksa “bir şey yapılamaz” sonucu çıkar.

İki görüş aynı bozuk paranın iki tarafı gibidir.

Toplumu değiştirme imkanı olan ise, hem duvarı hem çatlakları gören fikirdir, “zor olduğunu biliyoruz ama şansımız da ancak buradadır” diyebilen görüştür. Öngörülü olabilen de bu görüştür zaten. Ancak toplum denilen karmaşık yapıyı sürekli olarak çözmeye çalışarak hem duvar, hem çatlaklar görülebilir. Süreklilik hem deneyimi biriktirir, hem de tahlili güçlendirir. Sürekli duvarı gözleyenler, en sonunda çatlakları hem yaratıp hem de genişletir. Zorlukların aşılmaz duvarını aşarlar; toplumu geçirmez bir kaya olmaktan çıkarırlar, tsunamilere gebe bir okyanusa dönüştürürler.