Ülke konjonktürü egemen anlayışa rejimi değiştirme aralığı veriyor, onu ilerletebiliyor. Ama  hiçbir koşulda mazereti olmayan muhalifler için de ilerleme imkanlarını perdelemiş değil. Seçim siyaseti, seçim güvenliği mücadelesi, kendisi imkan olduğu gibi, yeni imkanlara da kapı açıyor.

Bu dönem için en keskin faşizm değerlendirmeleri yapıldı. Sanki geri dönüşü olmayan karanlıklarda kaybolduk. Bol keseden kör karanlık tanımlanırken, çözümün ışığını aralamak bu topluma çok görüldü. Sonuç almaya, ilerlemeye tenezzül bile edilmedi.

İşin aslının öyle olmadığı iyice açığa çıkıyor. HDP, CHP, Saadet Partisi, İyi Parti seçimlere şimdiden hazırlık yaparken ülkede yapılacak çok şeyin, geçilecek çok fazla aşamanın olduğu açığa çıktı, bunu bir kenara koyalım.

İyi Parti erken seçim hazırlığı için derhal olağanüstü kongresini topladı. CHP seçim güvenliği ordusu kuracağını ilan etti. HDP seçim güvenliği için bölgede tura çıkıyor. Peki elinde öyle veya böyle gücü olan diğer muhalif kesimler ne yapıyor?

Seçimlerin yapılmasına karar veren hükümetin, yüzde elliyi gözden-ülkeden çıkarma ilanı yapsa da, parlamenter rejimin kaidelerine uymaya devam etmek zorunda kaldığını görüyoruz. Toplumun da bir sabır taşının olduğunu enselerinde hisseder durumdalar. Rejimin temelleri de bazı açılardan bir set vazifesi görüyor.

Milyonların korkudan, umutsuzluktan içine attığı öfkesinin, sabrının bir sınırı var. Seçimler OHAL çemberinde yapılsa, yeni yasa ile haklar kısıtlanmaya çalışılsa da herkesin umudu ve dikkati olmaya devam ediyor. Enseyi karartmak, başka ülke düşüncesine kapılmak ayıp görülüyor. Seçimler hala halkın en büyük katılımla bir araya gelmesinin en güncel ve imkanlı mecrası olmaya devam ediyor.

Yüzde ellinin üstünü ifade eden meclisteki ve meclis dışındaki muhalif partiler seçimlere ve seçim güvenliğine hazırlanırken, seçimlerin bir oyun olduğunu ifade etmek, boykotu savunarak muhalefet edermiş gibi yapmak, karşılık bulmuyor. Netleşmemiş seçim kararlarını bekle-görcülük de, son sürat ilerleyen ülke ritmine hiç uygun değil. Zaten somut olarak bahse konu olan üç seçim ve çıkarılmış olan bir seçim yasası var. Akşamdan sabaha KHK’larla yönetilen bir ülkedeyiz. Elimizi çabuk değil ışık hızında tutmalıyız.

Hatta ve hatta dönemi, çıkarılan seçim yasasını, referandumun gayri meşru sonucunu öne sürerek, seçim sürecinden uzak durma fikrini temellendirmeye ve anlamlı bir açıklama bulmaya çalışıyorsanız boşa kürek çekiyor yaftasını yemiş olabilirsiniz. Neden? Seçim siyaseti ve seçim güvenliği mücadelesini büyütmek kaçınılmaz bir hal aldı çünkü.

-Seçimlere milyonların katılımı, bizi seçim siyaseti üretmeye zorunlu kılıyor.

7 Haziran, 1 Kasım, 16 Nisan’da seçimlere katılımın gittikçe arttığını gördük. Sorun katlanırken, sokaklara engel konulurken, milyonlar sandığı gittikçe daha fazla önemsedi. Oyuna karar vermek, oyuna sahip çıkmak, üzerine sohbetler, atışmalar, danışmalar Türkiye toplumunun gelmiş geçmiş en yerleşik ve yaygın alışkanlığıdır. Halkın sandığa gitmesine hakikatli bir şekilde engel olmak istiyorsanız en azından %13 ile sınanmış ve kıymetini bilmiş olmanız gerekirdi. Ama bu olgunun semtine bile uğramamış olanlar boykottan bahsetmek istiyor. Kim dinler allah aşkına?

Bırakınız sandık başına gitmeyi partilerde, Hayır Meclis’lerinde seçim çalışması yapmak da yaygın ve yerleşik hale gelmiş bulunuyor. Sandıkların nöbetini tutmak her bir fert için asgari bir sorumluluk olarak görülüyor. Bu alışkanlığın süratle ilerletilmesi elzem değilse, elzem olan nedir?

Kolluklar dikilecek, adreslerde şaibe yaratılacak, sandık kurullarındaki görevlere el koyulacak, aman ha aman kim sahip çıkacak halkın oylarına? Tabi ki hayır diyenler, laikler, muhalifler, solcular, sosyalistler. Kendini muhalif bilenin sandıklardan uzak kalması akıldan bile geçmemelidir.

-Rejimi değiştirme çabasındaki blok seçim hazırlığı yaparken, yüzde elliyi açıkça gözden çıkarıyor. Seçim siyaseti ve seçim güvenliği mücadelesi %99’u kucaklayabilir.

Cumhurbaşkanı tüm kesimleri kapsayan konuşmalar yapmaktan çoktan vazgeçti. Saadet Partisi’ne bile hitap edemiyorlar. Bu saatten sonra da elindeki kitle dışındakilere hitap etmesi, siyaset üretmesi neredeyse imkansız. Elindekini bari kaybetmemek için, böyle bir uçurumdan atlama siyaseti kaçınılmazdı.

Liradaki hızlı değer kaybını, enflasyon tehlikesini dile getirdi diye kendi çevresinde otorite görülen Başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek’i bile gözden çıkaran, kimleri gözden çıkarmaz ki?

Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri’ne yönelik “o komünist, hain gençlere okuma hakkı vermeyeceğiz” diye açıklama yapıyor, ertesi gün gençler tutuklanıyor. Doğan Medya’ya el koyarak, taşeronu kaldırma adı altında kafasına yatmayan işçileri işinden ederek, modern kesimleri yok sayarak toplumun belli bir kesimini alenen dışlıyor, hedef gösteriyor, tehdit ediyor, gözden çıkarıyor.

Bu gidişattan, referandumda hayır oyu kullanmış AKP’lilerin de rahatsız olduğu kesin. Topluma kin saçan, yüzde elliyi gözden çıkaranlar  karşısında, bizim %99’a hitap etme tavrı içerisinde olmamız, seçim mücadelesi temelinde yürüyen meclisleri büyütür.