2019 seçim çalışmaları her kesim açısından başladı. Seçim süreçleri toplumun politikleştiği süreçlerdir. 2019 seçimlerini diğerlerinden ayıran özelliği ise, seçim çalışmalarının neredeyse 2 yıl önceden başlamış olmasıdır. Her ne kadar “erken seçim yok” deseler de, iktidarın içinde bulunduğu sıkışıklık düşünüldüğünde, her an erken seçime gidebilme ihtimaline hazırlıklı olunmak zorunda. Bu durum bizlere en önemli imkanı, politikleşmiş bir toplumla birlikte, güncel siyasal sorunlara çözüm üretebilme imkanını sunuyor.

 

Bu süreci ezberlerimize kurban etmeyelim ancak, bir kesim “zaten dağılacaklar” fikrine kapılarak kendisini görevsizleştirmeye başladı bile şimdiden. Bir diğer kesim de seçim siyaseti konuşmak yerine, süper aday arayışlarına başladı.

Evet karşımızda siyaseten sıkışmış bir iktidar bulunuyor.

Afrin operasyonu hedeflenen oy etkisini oluşturmadı ve MHP ittifakıyla da istenen %50+1’e ulaşılamadı. Şimdilerde ise AKP’nin parti içi bir tartışma süreci yaşamaya başladığını, Erdoğan’ın “dinde güncelleme” açılımı çabasından anlayabiliyoruz. İç ve dış siyasette sıkışmışlığının yanına bir de parti içinde yaşadığı sorunlar eklenince, AKP’nin bütün siyaseti, seçme hakkının tanınmamasına odaklanmış durumda. Seçim yasasını değiştirerek, “zaten çalacaklar” umutsuzluğunun yayılmasını sağlamak, şu an için tek çareleri.

Sağ içindeki sorunları değerlendireceğiz, fakat şimdiden “zaten dağılacaklar” fikrine kapılmayalım. AKP’nin sıkışıklığı sadece ve sadece sola görev çıkarır.

Gelelim AKP’nin iç tartışmalarına. Belki en çok tartışma yaratan “dinde güncelleme” söylemi oldu, fakat geçenlerde AKP Giresun İl Kongresi’nde ayet okuyanların susturulması da bir o kadar önemli. Erdoğan’ın dindar ve kindar gençleri güzel ayet okuyabiliyormuş, ama ayet okuyamayanlar da AKP’ye katılmalıymış. AKP’nin etnik kutuplaştırma siyaseti onu kendi sınırlarına hapsetmiş durumda.

“AKP’de yumuşama emareleri var” değerlendirmesine girmeyeceğim. Bu yumuşama gibi görünen olay, daha önce de belirttiğimiz gibi, çürük tahtanın çivi tutmamasıdır. Ancak bu sefer içinde bulunduğumuz seçim sürecinde başarıya ulaşabilmek için AKP’nin çürümesini beklemek yerine, görevlerimizi saptamalıyız.

Gezi sonrasında AKP’nin cemaatle arasında başlayan çatışmada, sıklıkla yapılan yanlış bir saptama vardı. “Cemaat desteklemezse AKP biter” fikrinin yanlışlığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kanıtlanmıştı.

Ancak AKP, Fethullah Gülen cemaatinin dağılmasıyla artık kendisi bir cemaat halini almaya başladı. Cemaatleştikçe de toplumun kabul etmeyeceği fikirleri tekrar ortaya attı. Osmanlı hayallerinden, halifelik hayallerine kadar Orta Çağ’a ait bütün motifleri “gelecek planı, 2023 vizyonu” olarak sunmaya başladığında taraftarlarının fanatikleşmesine ve marjinalleşmesine sebep oldu.

Bu durum, AKP’yi merkez sağ olmaktan çıkartıp, sadece Erdoğan’a bağlı olanların toplandığı bir yer haline getirdi. Devlet Bahçeli’nin, Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu gibi partisini bırakıp AKP’ye katılmaması, bunun yerine MHP olarak Erdoğan’a biat açıklamaları yapması; MHP içinden İyi Parti’yi çıkardı. Hala AKP’nin cemaat tipi örgütlenmesine dahil olmayan Saadet Partisi gibi bir merkez sağ gelenek devam ediyor.

Öyle ki, Doğan Medya satışında olduğu gibi, her şeyin ve herkesin satın alınabileceğini iddia eden Erdoğan’ın, hala Saadet’i ve İyi Parti’yi satın alamamış olması, AKP’nin etkisini azaltıyor. Azaltıyor ancak bizim tarafa da etkileri oluyor. Daha çok kısa zaman önce İyi Parti’ye, Saadet Partisi’ne karşı olan heyecanlarını saklamayan, sözüm ona sosyal demokratları da gördük. Tipik sol görünümlü sağcı yaklaşım, hep ülkedeki sağ seçmene seslenmeyi, iktidara giden yol olarak andı.

Sosyal demokratların ısrarla sağ söylemleri dillendirmeleri, AKP’yi zayıflatmak bir yana, gücünü yeniden toparlamasına sebep olacaktır. AKP’den daha sağda yer alınamayacağı düşünülürse, sağ partinin aslı varken kim ne yapsın suretini? Ayrıca sağ söylemlerin popülerleştirilmesi, sosyal demokratların ve solcuların güncel görevlerini sağa teslim etmek demektir.

Bugün sosyal demokratların ve bizlerin acil görevi seçim siyasetini halkla birlikte üretebilmektir ve bu görev sağa teslim edilemez.

Referandumda “Hayır” diyen %50’nin o kadar baskıya rağmen hala sağlam durması önemlidir. Üstelik toplum daha dindar, daha milliyetçi olunmasını istemiyor, sağ siyaset istemiyor. Toplumun büyük çoğunluğu parlamenter demokrasiye geri dönülmesini, anayasal haklarını kullanabilmek istiyor. En önemlisi seçme hakkının tanınmasını, oylarına sahip çıkmak istiyor.

Fakat bunları konuşmak yerine ezbere siyaset eğilimi, kendisini gösteriyor. Hemen herkes “en süper aday” arayışına girdi. Tabii ki aday ya da adayları da konuşacağımız zaman gelecek, ancak etkili bir seçim siyasetinin nasıl yürütülebileceğini tartışmadan başarıya ulaşmak pek de mümkün değildir.

Bu açıdan, yapmamız gereken “çok süper” aday tartışması değil, belirlenecek aday veya adayların yüzünü döneceği siyasetin ve savunacağımız fikirlerin toplumla beraber belirlenebilmesidir. Seçimin sonucunu kişiler değil, halkın tamamının katılımıyla ortaya konacak siyaset belirleyecektir.