Geçenlerde Sanbot isimli bir robotun başına gelenleri izlemiştik. Bakan konuşuyor. Ne anlatıyor bakan? “İyi büyüdük, çok ilerledik, müthiş güçlendik.” Dış mihrakların desteklediği robot “Sen ne diyorsun? Anlamıyorum.” diye bakanın sözünü kesiyor. Sen misin bakanın sözünü kesen? Bakanın talimatı net: “Arkadaşlar gereğini yapsın.” Arkadaşlar gereğini yapıyor, ertesi gün robotu özür dilemeye programlıyor ve saygısız robota özür diletiyorlar.

 

Ne güzel hayat! Terbiyesiz yapay zekaya haddi bildirildi. Hak ettiğini buldu.

AKP’nin elinden gelse bu robotumuz gibi bir muhalefet hayal ediyor belli ki. Hep şikayetçiler muhalefetten. Erdoğan her fırsatta, tam olarak neden şikayet ettiği belli olmasa da, muhalefetten şikayet ediyor.

Ama bizim muhalefet öyle mi? Bir türlü programlanamıyoruz. Özür dilemiyoruz. Şu robot kadar olamıyoruz. Halbuki, robot gibi özür dileseydik, AKP için her şey çok daha güzel olurdu. Ekonomi çok iyi olurdu. Güçlü ekonomi için muhalefetin de terbiye edilmesi lazım. OHAL rejimi ise hükümetin deyimiyle, “Allah’ın lütfu” onlar için.

AKP’nin beka sorunu ve tarih öncesi cevapları

Yaklaşık 1,5 yıldır OHAL’le yönetiliyoruz. Zor zamanlardan geçtiğimiz ortada. Ancak her ne kadar “Olağanüstü Hal” uygulamalarını olağanlaştırmaya çalışsalar da, muktedirliklerinin tartışma konusu olduğu, sorgulandığı her an, çok tehlikeli. Bir açıdan “beka sorunu” olarak nitelendirdikleri tehlike var gerçekten. Ancak onların beka sorunu, söyledikleri gibi ülkenin değil, AKP’nin ve hatta Erdoğan’ın beka sorunudur.

Hanedanını nasıl ayakta tutacaktır? Torunlarının, yandaşlarının geleceğini garanti altına alabilecek midir? AKP’nin karşısındaki bu akıl dışı, Ortaçağ’dan kalma sorular dururken, bu soruların cevapları da yine Ortaçağ’dan geliyor.

Birisi politikalarını mı eleştirdi? “Tez gözaltına alına!”

Başka biri kararlarını mı sorguladı? “Tez yargılana!”

Biri muhalefet mi dedi? “Tez kafası vurula!”

Mevzu bahis Erdoğan ise gerisi teferruattır. Düşünmeye, sorgulamaya, karşı çıkmaya gerek yok.

Hatta Sanbot isimli robotcağızın cezası dillere destan “Tez format atıla!”

 

AKP’nin işi kolay değil, peki muhalefetin işi kolay mı?

İktidar kendisine muhalif olan her fikri, her hareketi, her tutumu, 15 Temmuz’u ve Afrin operasyonunu işaret ederek, “terör eylemi” ilan ediyor. TTB’nin “Savaş, Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı, hekimlik mesleklerinin gereği, savaşın sonuçlarını belirttikleri bildiriye dahi orantısız bir karşılık gösteriyor. Orantısızlığı evrensel hukukun tamamını ayaklar altına alıyor.

Emperyalist bloklar arasında kendine yer bulamayan AKP’nin işi, Afrin operasyonu ile daha da zora girdi. İç siyasetteki ittifak çalışmaları da öyle istedikleri gibi sonuç doğurmadı. AKP ise bu dar boğazdan çıkabilmek için “Olağanlaşmış OHAL” rejimi bünyesinde, yeni bir seçime gidip tekrar kazanmak istiyor. AKP’nin işi o kadar da kolay değil elbet.

AKP karşısında bulunan bütün muhalefetin alacağı konum belirleyicidir. Dışarıda hiçbir emperyalist blok tarafından tam olarak desteklenmeyen, içeride ise ülkeyi sürüklediği karanlığın toplumun pek çok kesimi tarafından görüldüğü AKP’nin içinde bulunduğu durum, bazı fırsatları barındırmaktadır. AKP de zor sorularla karşı karşıyadır, muhalefet de zor sorularla karşı karşıyadır. Burada bizlere bir imkan yaratan, AKP’nin içinde bulunduğu sorunlara en gerici cevapları üretmesidir. Ancak bizler önümüzde duran zor sorulara ne cevap üreteceğiz? İşte asıl mesele bu.

Genelde iki fikir hakim. Birisi umutsuzluk içinde hiçbir şey yapmadan sadece meclisteki partilere kızarak cevap ürettiğini zannederken, diğer bir fikir de AKP’yi hiç ciddiye almadan, faşizmi hiç ciddiye almadan sadece “biz varız ya” cevabıyla karşımıza çıkıyor.

Umutsuzluğun temel sebebi tek başına, siyasal mücadele veren örgütlere, meclislere katılmadan bu hareketleri eleştirmekten doğar. Felaket senaryoları üreterek cevap verildiği zannedilse de, temelde hiçbir cevap üretilmemektedir. Cevap vermekten kaçınılmaktadır, çünkü bir diğer taraftan cevap bellidir: “O zaman harekete geç.”

Ancak AKP’nin rejimi diktaya doğru yol alırken “Faşizme karşı iyi niyetlerimle ben varım ya, kazanmak için bu yeter” şeklinde vücut bulan fikir çok daha karmaşık ve tehlikeli. En yaygın şekilde dillendirilen yanlış fikir budur. Bu fikri tehlikeli kılan ise, kör umududur. Çünkü karşımızdakileri ciddiye almadan ve tek adres kendisini göstererek, faşizme karşı verilen mücadelelerin tarihine kördür.

Şimdilerde Türkiye’yi tahlil ederken “Hitler Almanya’sı” benzetmeleri çok moda. Neredeyse hiçbir değerlendirme yapmadan, iç siyaseti Hitler Almanya’sına benzeterek sorulara cevap vermekten uzaklaşmak tercih ediliyor. Ancak hiç de Hitler Almanya’sına benzememektedir. Neden mi? Çünkü Hitler benzetmesi genel kurulda yapılıyor. Bir kere genel kurullar yapılabiliyor hala.

Hitler’in toplama kamplarında hayatta kalmaya çalışan Yahudiler, sosyalistler acaba genel kurul yapabiliyor muydu? Tabii ki hayır. Hitler Almanya’sında sosyalistler, Yahudiler sadece toplama kamplarından nasıl kaçabileceklerini konuşuyorlardı. Biz ise hala genel kurullarımızı, toplantılarımızı yapabiliyoruz. Bu açıdan içinde bulunduğumuz durumu abartmak, önümüzde duran imkanları değerlendirememek anlamına gelmektedir.

Yine bu genel kurullarda Hitler Almanya’sı kadar moda olan diğer yaklaşım “Ben varım o yüzden kazanacağız” sözüdür. Bu cevap, neden-sonuç ilişkisi olmayan bir yaklaşımdır. Esasen umutsuzlara karşı söyleniyor gibi dursa da umutsuzluğu en çok körükleyen yaklaşımdır. Çünkü ne kadar çok baskı görülüyorsa, o kadar doğru yolda olunduğu hissiyatını da içinde barındırır. Oysa tarih bize gösteriyor ki toplumun hareketlenmeleri hep baskı altında yükselmemiş. Hatta tarihte faşizme yenilen toplumlar da tam olarak “biz varız” yanlışının etkisiyle yenilmişlerdir. Yani “Faşizm istediği kadar yükselsin biz yeneriz” eğilimi günün tahlilini yapmaktan uzaklaştırır ve başarısızlığa mahkumdur.

AKP iktidarı OHAL rejimini olağanlaştırmaya çalışıyor dedik. Daha olağanlaşmadı. OHAL’i olağanlaştıramadığı için de hala önümüzde fırsatlar var. Diktaya doğru yol alan rejimi nasıl durdurabileceğimizi konuşmalıyız. Ancak burada solun olağan siyaset biçimini bırakması gerekmektedir. Artık deklarasyonların geçerli olmadığı OHAL koşullarında siyaset yapıyoruz. Olağanüstü zamanlarda olağan siyaset yapılamaz.

AKP iktidarını hiçbirimizin tek başına durduramayacağını görelim. Görmeyenlere ya da görmek istemeyenlere de bir zahmet söyleyelim.

Önümüzde hala hayır bloku duruyor. Bu blok AKP’nin yıllarca kötülediği koalisyona geri dönmesine sebep oldu. Üstelik AKP’nin bir alışkanlığı olan, sağ partilerden birilerini satın alarak koalisyondan uzaklaşması da mümkün olmadı artık. Bu da diktaya doğru giden yolda geri dönülmez aşamaya geçmediğimizin göstergesidir.

Hala makus talihimizi döndürecek imkanımız olarak meclisler bulunmaktadır. Geri dönüş imkanını değerlendirebileceğimiz ve solun eski alışkanlığı olan deklarasyonları tanımayan meclisler, bu süreçte AKP’nin karşısında fırsatlar yaratabileceğimiz alanlardır. Sol önünde duran zor sorulara ancak toplumun pek çok kesiminden insanın katılımıyla cevap verebilir.