Afrin şu aşamada, Türkiye yönetiminin operasyonu dışında BMGK’nin (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) ateşkesi ile gündemde. BM, milletler ile ifade edilse de, aslında paylaşım yarışındaki devletlerin birliği. Paylaşımın sürdüğü topraklarda ne hesaplar dönüyorsa, ona uygun konumda hareket ediyor. BM, halklar yıkım yaşarken seyrettiği savaşlarla bilinir. Ama barışa kapı aralayabileceği de bir gerçekliktir.

Suriye’de gerilim, yıkım bitmek bilmiyor. Söz sahibi devletler, ateşkes ile bir ara vermek istediler. Daha büyük yıkımlara imza atmadan masaya oturma ihtiyacı hasıl oldu. Ateş ne  Guta'da ne Afrin'de durmadı. Fakat kararın alınmasının, ateşkes denilmesinin üzerinde durmak gerekir. Karar devletler arası diplomaside barışa yazılır hale gelebilir.

Suriye’de masalar yetmedi, yarışlar bitmedi, paylaşım nihayetlenmedi bir ara formül için defalarca denenmiş olan ateşkes yoluna Guta ve Afrin için başvuruldu. Şam yönetiminin Guta’da “temizlik” adını verdiği operasyon ile, Türkiye yönetiminin Afrin’de “temizlik” adını verdiği operasyon aynı görünmüyor.

Çok açık ki AKP dışındaki tüm taraflar YPG’yi siyasi bir irade olarak kabul ediyorlar. AKP’nin değişik düzeylerde bir arada yürüdüğü cihatçıların önemli bölümü, neredeyse tarafların çoğu tarafından düşman ve “terörist” kabul ediliyor. Bu nedenle Rusya Dış İşleri Bakanı Lavrov, ÖSO’yu “ılımlı” ilan edenleri kast ederek “teröristleri iyiler ve kötüler diye ayırmaktan vazgeçmeliyiz” diyerek Türkiye hükümeti ile var olan bu ayrımın altını çizdi.

Ateşkes kararı da mı tanınmıyor?

İlelebet mümkün olmayan savaş ortamı görüşmelerle, ateşkeslerle, müzakerelerle bir çözüm yoluna varmak durumunda. Uyulmadığı bir gerçek olsa da, Suriye topraklarında pay kapma yarışındakiler de bu mantığa mecburen tekrar tekrar dönüyorlar.

Ateşkes yabana atılabilecek bir adım değil. Çok açık ki Ortadoğu topraklarında savaştan, göçten, yıkımdan yılan halklar barış istiyor! Her ne olursa olsun çözüm, ateşkes, müzakere ilan edilmesi halkların kurtuluşu için imkanları çoğaltıyor. Nitekim çıkarları gereği de olsa Fransa, Batı adına “Afrin dahildir” diyerek ayırt edici bir hava yarattı. PYD sözcüsü Salih Müslim serbest bırakıldı. HDP mecliste ateşkes kararına dayanarak, AKP iktidarına haklı sorular yöneltti, ateşkes kararına uyulması çağrısı yaptı.

Soranlar sormakta haklılar; “Türkiye yönetimi Afrin’de BMGK kararına uymadığını mı ilan ediyor?” ve bir soru daha; “Anayasa Mahkemesi’ni tanımadığı gibi, Birleşmiş Milletler’i tanımadığını, saygı da duymadığını mı söylüyor?”

AKP Afrin’e bu karar doğrultusunda, hem Rusya’nın hem ABD’nin işine gelir tarzda, hızla yalnız ve karşı konuma yerleşiyor. Taraflarla el sıkışıyor ama riskli ilan edilen, yaptırımlar sıralanan ülke haline gelmiş durumda.

Kürt halkının yüzüne bakılabilecek mi?

Kürtler Cezire’den Afrin’e yaşadıkları toprakları yönetmek, kendini korumak, savunmak istiyor. Bugüne kadar dürüst habercilik yapan kaynaklara bakılırsa görülür; sıcak süreçlerin hiç birinde YPG’nin bulunduğu topraklardan Türkiye’ye herhangi bir  saldırı gerçekleşmiş değil. Kilis’e atılan roketlerin menzili uymadığı için Afrin’den atıldığını kimse iddia edemedi. Bir saldırı gerçekleşse, zaten naklen tüm kanallarda bangır bangır ilan edilen, ulusal-uluslararası düzeyde yankılanan mesele haline çoktan gelirdi.

Operasyon sebebi olarak “Kürt Koridoru” gösteriliyor ama altı doldurulamıyor. “Nasıl, neden, ne zaman” sorularının operasyonda cevabı yok. “Ben dedim, oldu” kafası ile; ülke cenazelere alıştırılabilir, ürken çocukların bile hafızalarına zorla kazınabilir gibi görüyorlar.

İçeride muhalefet susturularak, tutuklanarak milliyetçilik dalgası yaratmakta başarılı olundu. Ama dışarıda söz sahibi olan devletleri susturmak mümkün olmuyor.

Türkiye, milli mücadele ile nasıl ulus olma iradesini tüm yokluklara rağmen ortaya koydu ise, bugün Suriye topraklarında Kürtler de ulus olma derdi ve hedefi içindeler. Kazandığı topraklarda demokratik özerklik anlayışı ile, etnik farklılıklara yer açarak yönetiyorlar. Kürtler’in siyasi oluşum olarak meşru görülmesinin, diplomasi trafiğinin arttırılmasının, savunma birliklerinin güçlendirilmesinin, kazanımlarını artırmasının en önemli nedenlerinden birisi budur. Bu tür bir anlayışın yerleşik kılınması Ortadoğu topraklarının aydınlanması anlamına geliyor. Halkların yeni bir uyanışı gerçekleşebilir. Cihatçı çetelerin devri, halifelik meraklıların hevesi ilelebet sönebilir.

Bir diğer hayati nokta; Ortadoğu topraklarında IŞİD ile mücadelede ederek YPG, başat rol oynar hale geldi. Bağımsızlığını varlık-yokluk aşamasında gören Kürt halkının bu kazanımlarını hiçe saymak, ancak hezimetli sonuçlar yaratacaktır.

Kobani, 2014’te AKP’nin “düştü düşecek” diye desteğini esirgemediği IŞİD saldırısı altında iken, halk şehri boşaltmasına rağmen düşmemişti. Çözüm sürecinin yeni bittiği evrede olduğumuz için, Gezi’nin etkisi taze olduğu için, böylesi bir milliyetçi dalga örülememişti. Hatta CHP Kobani için elinden geleni yapmaya çabalamıştı. Bugün ise, dişe dokunur bir tartışma açmaksızın operasyonları onaylar gözükmekte.

Afrinliler şehri terk etmedi. Bu çok önemli. Hani Afrinliler kurtarılıyormuş gibi gösteriliyor ya, oysa hem Afrin’de, hem de bulunduğu pek çok yerde Kürt halkı büyük kitlesel yürüyüşler yaparak, operasyona tepkisini gösterdi. Afrin'in düşmesini beklemek 2014’te AKP’nin de hatalı gördüğü Davutoğlu'na mal ettiği Suriye politikasını tekrarlamaktan ve daha büyük yıkım yaratmaktan başka bir anlama gelmiyor.

Türkiye yönetimi, başkanlığı onaylatmak için çözüm süreci ekseninde kabul ettiği bu gerçekleri, başkanlık kabul edilmeyince 7 Haziran itibari ile “Kürt sorunu yoktur terör sorunu vardır” rotasına kırdı.

İçeride hayat bulan Saray rejiminin ayakta kalmasını sağlayan bu milliyetçilik siyasetine dışarıda yer bulmasını bekleniyor. “Suriye’nin toprak bütünlüğü için buradayız” derim “terörü temizliyorum, gerçek sahibine teslim edeceğim” derim, bölgede yer edinirim gibi akla sığmaz bir hedefle devam ediliyor.

Suriye yönetiminin birliklerini karşısına diktiği, düşman gördüğü ÖSO öne düşerek yapılan operasyonun neresi Suriye topraklarının bütünlüğünü sağlamak olabilir ki? Bütünlük Suriye bayrağını çiğneyerek mi sağlanacak? Afrin’de yaşayanları hiçe sayarak “gerçek sahibi” neye göre ve kim ilan edilebiliyor? Hangi hakla hangi hukukla bunlar telaffuz edilebilmektedir? Ve nasıl, ama nasıl yarın bir gün sulh olunduğunda Afrin’de yaşayanların, Kürt Halkı’nın yüzüne bakılabilecektir?

Yaman çelişkiler

Afrin gündemi etrafında, ABD ve Rusya’nın Ortadoğu planında restleşmeye devam ettiğini, birbirinden arda kalır yanları olmadığını gördük. İkisi de Afrin’de IŞİD ile mücadelede ortaklaştıkları YPG’yi yalnız bırakarak, yüzlerini bir kez daha gösterdiler. Burada Kürtler’in buna hazırlıklı olmadığı asla iddia edilemez.

Türkiye yönetimi hiçbir usule, erkana uymaksızın, “fetihci” kafasıyla, Osmanlı tokadıyla ABD’ye haddini bildirme gösterisi ile destek topladı. Afrin operasyonu ve ABD karşıtlığı milliyetçilik paketi için en büyük fırsat, AKP bununla seçime kadar koşabilirim diye planlıyor. Putin ile fotoğraflar sergilenince, ABD bir dediğini iki etmeyecekti. Son durumda ise, Türkiye yönetiminin NATO’suz yapamayacağı, Zarrab davası nedeniyle ricacılıktan çıkamayacağı gerçeği ortada duruyor. ABD karşıtlığı da bundan ibarettir. S-400’lerin alımı nedeniyle ABD tarafından uygulanacak yaptırımlar gündeme bile getirilmiyor. Zarrab davasında bir sorun olmasın diye, sessizce uyulması planlanıyor görünüyor.

Yalnız “S-400’leri almıyorum” denilemeyeceği de ortada ve ABD ile Menbic işbirliği ilan edildikten hemen sonra, Afrin’de Türkiye ordusuna karşı Suriye’ye bağlı birlikler çıkarıldı. Ve Rusya dünyanın etrafını gezen füzeleri ile “ayağınızı denk alın” mesajı verdi. ABD süreci arkadan yürütmeyi başarmış olabilir, ama belki de daha çok sermaye dökmüş olan Rusya, hakkını yedirtmemek için her türlü melanete adım atabileceğini ilan ediyor.

Yani AKP için Afrin’i düşürmek, Menbic’e geçmek öyle konuşulduğu gibi ve gösterildiği gibi kolay durmuyor. Buna Erdoğan’ı övüp, Davutoğlu’nu yermekte olan ulusalcılar bile pek taraftar değil. Esad ile masaya oturmak fikri, sık dillendirilir hale geldi. Ki eğer, bu aşamaya geçilirse, verilen kayıpların boyutları nedeniyle, tepkiler büyüyecektir.

Afrin’in sahibi, yaşayanlarıdır

AKP’nin, Afrin’e yönelik operasyon ile milliyetçilik rüzgarını hakim kıldığı, savaşa olan desteğin ülkenin nesnelliği haline geldiğini bilelim. OHAL çatısı altında “barış” diyenler gözaltı ve tutuklamalarla susturulmaya çalışılıyor. Bu nesnellik, cenazelerle de her gün körükleniyor.

Ama yine de meselenin özünü anlamaya çalışanlar, Afrin'de batağa saplanıp kalmaktan korkanlar az değil. AKP için başkanlık olmazsa olmazdır. Olmadığı durumda yok olacağı, yargılanacağı açıktır. Muhalefeti bu konuda ayrıştırıyor, bir kez daha oy artışı sağlıyor olabilir. Ama yeni seçim yasası ile kendini sağlama alma telaşı, oyların AKP'yi kurtarma ihtimalinin zayıfladığının göstergesidir. Bu sefer Emevi Camii’nde namaz kılamamayı, Fırat Kalkanı ile Türkiye’nin yalnız kalmasını aşan sorunlar çıkabilecektir.

“Afrin’e operasyon, tek adamlığı garantiler mi?” epeyce tartışmalıdır, aksi emareleri nedir?

-Operasyona başta alkış tutanlar bir batağa doğru gidildiğini açıkça ifade etmeye başladılar.

-Kent merkezine ilerlendikçe CHP tarafından da tepki gösterildi. Kılıçdaroğlu “Afrin’in içine girilmesin” diye açıkça ifade etti.

-Afrin'in merkezine yaklaştıkça başta sualsiz desteklerken sonra “siyaset yapılmasın” diyen İlker Başbuğ ile de ters düşüldü.

-Suriye yönetiminin, Batının tepkileri içerideki desteği hızla tepkiye dönüştürebilir. Ateşkes kararı olduğu için NATO’nun Suriye saldırısı karşısında devreye girmesi de pek olası görünmüyor.

-Her ne kadar bugünün nesnelliği operasyondan yana olsa da, önüne rejim sorunu geldiğinde 16 Nisan’da olduğu gibi %50 üstünde parlamenter rejimden yana olup tek adam karşıtı olacak çoğunluğun nesnelliği var.

-Bugüne kadar askeri olarak Ortadoğu’da kayıp vermek AKP’ye kaybettirmemiş olabilir. Ama pek çok açıdan operasyon dışında tepki aldığı dönemden geçiyor. Ayağına büyük dolanabilir.

-Ekonomide sürekli, gelmesi muhtemel enflasyon dalgası, işsizliğin boyutlarının meclis önünde kendini yakmaya kadar varan “bıçağın kemiğe dayandığı” durumları toplumu derinden etki ediyor. “Ne olacak halimiz”i işliyor.

-Gayet açıkça işbirliği içindeki cihatçı çetelerin ne tür belalar doğuracağı apayrı problemdir. Dışarıdaki tepkiler, sorunun boyutlarını alenen ortaya serebilir.

“Barış” demiş olanlar için zor bir dönemden geçiyoruz ama operasyonu yönetenlerin durumu da zora giriyor. Parlamenter rejimi savaşla, halklar arasındaki ayrımı körükleyerek ayakta tutamazsınız. Rejimi saraya karşı korumak isteyenler derhal kardeşlikten yana olmalılar.

 

Meydanı o kadar boş görüyorlar ki “Afrin’i gerçek sahiplerine teslim edeceğiz” diyebiliyorlar. Afrin’in bir sahibi var, yaşayanları var, yönetim anlayışı var, gücü var, savunması var. Bu havaları dağıtacak kadar meydanını, şehrini ateş kesilmez iken doldurmaktalar. Bu onurlu duruşla Ortadoğu ve Türkiye halkları nasıl kardeş olmasın?