Üretim ilişkileri içindeki farklı yerleri nedeniyle toplumsal sınıflar; biriken yaşanmışlıkları sayesinde kendilerine özgü ve onların yaşam biçimlerini çözümlememize olanak sağlayan düşünce biçimleri geliştirirler. Fikrin madde sayesinde var olduğu hakikatini kabul ediyorsak, yani maddeci isek ve doğada olduğu gibi insanların sosyal ve politik yaşantılarının da bir bilimi olduğunu iddia ediyorsak, bunu böyle görmemiz gerekir. İnsanlık tarihi sınıf savaşımlarından ibaret ve insanlığın ürettiği tüm politika da sınıfsal ise, bu bağlamda, herhangi bir politik tartışmanın içerisinde ortaya atılan düşüncelerin sınıflar-üstü olamayacağını kabul ederiz.

Bu basit gerçek, tarihteki bütün politik ayrışmaların niteliğini belirlememiz açısından yol gösterici olmuştur. Daha gevşek bir örgütlenme biçimini savunan menşevikler ile demir disipline sahip bir örgütün devrime ilerleyebileceğini söyleyen bolşevikler arasındaki ayrım sınıfsaldır. Bir taraf proletarya devrimine daha yakın, bir diğer taraf daha uzak durmuştur. Ki bu sınıfsal ayrım gelecekte, burjuvazinin elinden iktidarı almaya cüret etmek ya da etmemek şeklinde tezahür edecek ve bolşevikleri işçilerin iktidarının uygulayıcıları olarak tarih sahnesine çıkaracaktır.

Faşizmin politik niteliğini “göz ardı eden” Komintern ekonomistleri ile, faşizme karşı özgün bir birleşik mücadele metodu önerebilen Dimitrov’un ayrışması sınıfsaldır. Çünkü biri proletarya devriminin çıkarlarından taraf olmuştur, diğeri ise buna uzak bir tutum almıştır. Birleşik mücadele hattı için çaba harcamamak İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca işçi ve köylünün cephelerde birbirlerini öldürmesi ile sonuçlanmıştı. Evet, sonrasında faşistler yenildi -faşistleri bozguna uğratan ve kendi inlerinde rezil eden tüm yoldaşlara selam- fakat büyük bir savaşın önüne geçmek de birçok olanakla birlikte devrimcilerin çabasıyla mümkündü.

Diyeceğim o ki, bugünün tartışmaları da geleceğin devrimcileri tarafından bu şekilde değerlendirilecek ve ele alınacak tek mefhum bugün yaptıklarımızın yarına katkıları olacak. Onlar da diyecekler ki “burada bu konuya şunu demişler”, “burada şu olanağı kaçırmamışlar” veya “şurada bunu yapmamaları için kör olmaları lazımdı” diye.

Son yirmi yılın moda tabiri ile “neye göre, kime göre?” diyebilirsiniz. Doğru, herkes dünyayı farklı farklı yorumlar, insanlar arasındaki sorunlara farklı farklı çözümler sunar. Fakat sınıfsal kategoriler dahilinde sunar. Söylenen her söz, toplumu oluşturan sınıflardan birinin çıkarları ve arzularını ifade eder. Her beyanın altında da bu çeşit bir mana aranır ve mevcut tartışmalar içerisinde bu niyet okumasıyla konumlandırılır ve konumlandırılacaktır.

Sınıf savaşımı kavramını kabul ediyorsanız bu yukarıda saydığım görüşlerle bir probleminizin olmaması gerekir. Zaten, yeni bir şey icat ettiğim yok, marksist düşünce biçiminin temelleridir bunlar. Dolayısıyla;

-Bir savaşımı kabul ediyorsanız, savaşımın “yengi” ve “yenilgi” ikilemi içinde olduğunu kabul ediyorsunuzdur.

-Bir savaşımı kabul ediyorsanız, bazı belirli şeylerin “çıkar” ve bazı diğer şeylerin “zarar” olacağını kabul ediyorsunuzdur.

-Bu iki taraflı varoluşun ortasında bir yerde buluşulamayacağının da farkındasınızdır. Eğer ortada iseniz ağır basan tarafa doğru yuvarlanırsınız.

Yani, herhangi bir konu üzerine birden fazla gerçeklik, birden fazla nesnellik olamaz. Doğada ve insan yaşantısındaki her şey bilimsel yöntemler kullanılarak çözümlenebilir ve eylem yoluyla kanıtlanabilir. Politik tartışmalarımızın biricik amacı da aslında, bu biricik hakikati bulmak ve onu uygulama yolunu geliştirmek içindir.

***

Peki şu anki tartışmamız nedir? Ülkemizde gittikçe tüm itiraz mekanizmalarını ortadan kaldırmaya çalışan ve faşizme doğru ilerlemeye çalışan bir rejimin var olması. Öte yanda da ezilen emekçi sınıfların, orta sınıfların, farklı etnik-kültürel grupların olması. Dünyanın kaderini değiştirmeye talip olduğunu söyleyen biz devrimcilerin de hangi araçları kullanarak faşizmi geriletebileceğinin belirlenmesi ve bu yolda, olabilecek en geniş politik hatta bir araya gelerek mücadele etmesi ihtiyacı. Bu mücadele sonucunda da ülkemiz toplumunun ve en önemlisi, en belirleyici politik mücadeleyi verecek olan emekçilerin demokrasi okulundan geçmesi.

Önümüzdeki en önemli, en yüce, en onurlu bu görevi en kitlesel hale getirmek için çalışmamız gerekir. Bu şekilde çalışmak için de kendi toplumumuzun politik olarak en büyük potansiyeli taşıdığı durumları görmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerekir.

Bizim ülkemizde seçimler, halkın çoğunluğunun katılımını da gözetirsek, siyasal atmosferin ve çelişkilerin en belirgin haline geldiği olaylar olarak toplumun siyasallaşması adına en elverişli araç olarak hem kendini gösterdi, hem de bu niteliği 7 Haziran 2015 ve 16 Nisan 2017 deneyimleriyle kanıtlandı. Bu iki önemli olayın ardından ayrı ayrı yükselen dalgalar hem toplumsal muhalefeti hem de Saray rejimini zorladı ve iki tarafı da farklı konumlara getirdi. 7 Haziran’ı kazanan ezilenler AKP’nin iktidar için neler yapabileceğini açığa çıkararak, 16 Nisan’da itirazını yükselten milyonlar da bu iktidarı kabul etmeyen koca bir “ülkenin yarısının” olduğunu göstererek bugünlerde yine tartışmaya açılan seçimler konusunun ne işlev gördüğünün ifadesi oldu.

Yani bir dönem %5 oy almanın hayalleriyle uyurken 7 Haziran’da %13’ün gücünü gördük. 16 Nisan’da da %50’nin kudretinin -gecikmiş de olsa- milyonlarca insanı Ankara’dan İstanbul’a yürütebildiğini de görmüş olduk.

Tüm bu değerlendirmeler, seçim hesaplamaları ve seçimler için verilen mücadele boşuna mı olmuştur? %5, %13 ve %50 arasında hiçbir fark yoktur mu diyeceğiz?

Eğer neredeyse tüm düzeni elinde tutan bir iktidarın düzeni içerisinde yapılan bir seçimin doğrudan bu iktidarın sonunu getireceğini düşünüyorsak belki de böyle denilebilir. Fakat bu şekilde düşünmek insanı yalnızca yanlış fikirlere ve yanlış pratiklere sevk eder.

Karşınızdaki rakibi yalnızca bir yumrukla yıkabileceğinize inanıyorsanız, yediğiniz dayaktan sonra yumruk atmanın anlamsız olduğunu düşünebilirsiniz. Yumruk atmak için gereken zamanı bekleyerek köşenizde bekleyebilirsiniz. Fakat sizi evire çevire dövmeye hevesli rakibinize karşı kullanabileceğiniz araçlar elleriniz, yumruklarınızdır ve belki bir kere vurduğunuzda devrilmeyecektir ama onu devirmek istiyorsanız etkili yumruklar atmayı sürekli olarak hesap etmeniz gerekir.

Seçimler, bütün ülkeyi politik anlamda harekete geçirmelerinden dolayı bizim en etkili yumruklarımız olabilmişlerdir. Politik propagandanın en görünür, en etkili ve en sonuç alıcı biçimlerde kullanılabildiği zaman dilimleri olarak solun potansiyelini halk nezdinde görünür kılabilmeyi ve Saray rejiminin suratında ardı ardına patlayan yumruklar olabilmişlerdir.

Tamamen bozulmuş bir düzen içinden, düzeni değiştirebilecek yegane şey olmalarından dolayı değil. Milyonlarca insanın politik taraf almasına vesile olmalarından dolayı. Biz sosyalistlerin ancak milyonlarca insanla birlikte bir anlamımız olmasından dolayı. Çünkü o milyonların çoğunluğu da, dünyadaki insanların çoğunluğu gibi emekçidir ve emekçilerin bir diktatörlük rejimine karşı durması, gelecekte koca bir burjuva sınıfıyla açıktan yürüteceği mücadele için çok iyi bir okul olacaktır. Bundan dolayı.

Bunları söylüyorum çünkü aslında seçimlerle ilgili yürüyen tartışmaya bir açıklık da getirmek gerekiyor. Zira seçimler için çaba gösterenleri eleştirenler, bütün mücadelenin seçimlere hapsedildiği ve mevcut gündemlere yeterince önem verilmemesi gibi argümanlar kullanıyorlar.

Biz, 2018’e girerken önümüzdeki meselelerin çok somut ve çok kritik olduklarını düşünüyoruz. Gerek son çıkarılan KHK, gerek Saray rejiminin uluslararası düzeyde yaşadığı sorunlar, içinde bulunduğumuz durumu çok daha hassas hale getiriyor.

Fakat “seçimleri düşünmeli miyiz?” sorusuna verdiğimiz cevap burada politik, dolayısıyla sınıfsal bir ayrım yaratıyor:

1 - Milyonların bir araya gelip irade göstermesi için şimdiden hazırlık yapmayı düşünenler.

2 - Seçimler gibi hem interaktif hem de kitlesel bir propaganda aygıtına karşı sürekli bir mesafe almaya çalışanlar.

İlk kısımda belirttiğim sınıfsal ayrım şu an kaba hatlarıyla bizim ülkemizde budur. Gerisini düşünün taşının ve hangi yaklaşımın emekçi sınıfın çıkarlarına daha yakın olduğuna kendiniz karar verin.

Önümüzdeki yılda herkese sağlık, kuvvet ve mücadele azmi dilerim.