2019 yaklaşırken, siyasette hem AKP hem muhalefet için bir keşmekeş hakim.
Man Adası belgeleri ve Zarrab’ın itirafları AKP’yi siyaseten oldukça sıkıştırdı. 17-25 Aralık’ta ortalığa saçılan yolsuzluklar fotoğrafı, giderek daha net görünmeye başladı.
Erdoğan’ın yakınlarının Man Adası’na milyon dolarlar göndermesine ilişkin AKP’den gelen yanıtlar çeşit çeşit. Belgeler sahte diyeni var. Paralar gelen para, giden para yok diyeni var (Erdoğan). Gelen para da yok giden para da yok diyeni var (Yıldırım). Bankalar arasındaki ticari alışverişin belgeleri diyeni var. Bir ucu Şam’da diğer ucu Bağdat’taki açıklamalar, yolsuzlukları kanıtlar nitelikte.
Türk bayrağının önünde canlı yayında 3 sene önce iktidar tarafından aklanan Zarrab, bugün AKP’yle giriştiği yolsuzluk sırlarını itiraf ediyor. 50 milyon euro rüşvet verdiğini söylediği Zafer Çağlayan’ınsa değişen imajını gördüğümüz fotoğrafı dışında çıtını bile duyamadık. Ha bir de iman tazelediği whatsapp durumu vardı. Tabi bu ölüm sessizliği, yandaşlarda bile (mecburen) bir rahatsızlığa sebep oluyor.
Yukarıda saydığım Man Adaları belgeleri ve Zarrab’ın itirafları neredeyse gündemin eskisinde kaldı. Çünkü İçişleri Bakanlığı, Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi’yi görevden uzaklaştırdı.
Elbette ki AKP’nin bu hamlesi, yolsuzluklara karşı olduğu için değil kendi yolsuzluklarının üstünü örtmek amacını taşıyor. Man Adası ve Zarrab meselesinin hemen üstüne bu hamlenin gelmiş olmasını toplum da elbette görmektedir.
Man Adası belgeleri açıklandıktan sonra belgelerle ilgili soruşturma başlatıldı. Zarrab’la ilgili Kılıçdaroğlu’nun MİT raporu açıkladığı grup toplantısıyla ilgili de jet hızıyla soruşturma açıldı. Zarrab davasının savcılarına soruşturma açan yargı, Man Adası meselesinde de tarafını belli etti.
Bir diğer taraftan bu süreçte ülkenin ana muhalefet liderine sorulan sorulardan biri şu: “Tutuklanmaktan korkuyor musunuz?”
Yolsuzluklarının üstünü örtmek için bir diğer hamleleri de en lümpen siyaset tarzını devreye sokmak oldu. Geçmişte Erdoğan’a “gününü göstereceğiz” gibi laflar eden Soylu, Kılıçdaroğlu’na “bittin sen” dedi, hakaretamiz laflar söyledi.
Kendileriyle ilgili olumsuz bir hava hasıl olduğunda, oylarını artırmak için yapmayacakları şey yok. Seçilmiş belediye başkanını görevden uzaklaştırıyorlar, yargı kendini gösteriyor, en lümpen siyaset tarzını ortaya koyuyorlar.
7 Haziran’da HDP %13 oy aldığında da benzer adımlar atmışlardı. Bölgede savaşı hakim kılmışlardı. HDP’li onlarca belediyeye kayyum atayarak, eş başkanlarını dahi ceza evine attılar. Başbakan bugün HDP’li belediyelere yapılanları “onların durumu özel” diyerek geçiştirmeye çalışıyor.
Bugün kayyum atanmasından bir nebze hafifleştirilmiş olarak, Ataşehir Belediye Başkanı’nın görevden uzaklaştırılmış olması, CHP için benzer bir sürecin devreye konulabileceğini gösteriyor. Önümüzdeki süreçte AKP bütün kuvvetiyle CHP’yi hedefe koyacaktır.
CHP’nin, AKP’nin yargıyı arkasına almış, bütün iktidarı elinde bulunduran, fırsatını bulduğunda her türlü kirliliğe bulaşmaktan çekinmeyecek lümpen siyaset tarzıyla, yalnızca belge göstererek yarışması mümkün değil. Zira 16 Nisan referandumunda, kazanmak için kuralları değiştirebilmiş bir iktidardan söz ediyoruz.
Saray, meşru olmayan referandum sonuçlarını topluma kabul ettirme çabasıyla birlikte, bugünden Başkan olabilmiş izlenimi vermeye çalışıyor. Çok söylendiği gibi, iktidardan düşmemek için her türlü baskıyı uygulamak zorunda. Bu yolda 2019 seçimlerinde %50+1’i garantilemek için her şeyi yapacaktır. Ana muhalefet partisiyle, meşru olmayan biçimleriyle uğraşmayı deneyecektir. Seçim kurallarıyla oynamak bir tarafa, seçim sonuçlarını ilga etmeyi bile gündemine alabilir. 2019 seçimleri bu açıdan büyük önem taşımaktadır.
Bütün bunlara karşın, 16 Nisan referandumunda referandumu kıl payı ve meşru olmayan biçimde kazanmış bir iktidardan söz ediyoruz. Büyükşehirlerde çok ciddi oy kaybı yaşadılar. Bilindiği gibi çok kritik şehirlerle başlayan AKP’li belediye başkanlarının zorla istifa ettirilmesi süreci devam etmektedir. Örneğin son olarak İstanbul’da Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu istifa ettirildi. Devamının da geleceğini biliyoruz. Bu belediye başkanlarının neden istifa ettirildiği de hala muallak. Ataşehir Belediye Başkanı’nı görevden uzaklaştıran AKP için, sebep açıklamadan kendi belediye başkanlarını görevden almanın da elbette siyaseten bedeli olacaktır. Bu bedeli ödetmek için neler yapmak gerektiğini iyi ele almak gerek.
AKP’nin referandumdaki başarısızlığı, sıradan insanların dahil olabildiği süreçlerle var edildi. Bugün bunun devamının etkilerini yaşıyoruz. Bu yüzden AKP’nin lümpen siyaset tarzıyla mücadele etmek için belge siyaseti yeterli olmayacaktır. OHAL rejimiyle gençlerin ve tüm toplumun umutsuzluğa itildiği bu süreçte, halkı içine dahil eden siyaseti üretmek zorundayız. Yalnızca CHP açısından değil, bütün sol açısından bürokratik veya kendini tekrar eden siyaset tarzı işe yaramayacaktır.
Öte yandan AKP, kendisinin de halkı ikna etmedeki başarısızlığı nedeniyle gündem belirleme kabiliyetini kısmen CHP’ye kaptırdı. Şimdi iki önemli başlıkta, Filistin ve taşeron işçilerin kadroya alınması gündemleriyle üste çıkmaya çalışıyor. “Taşeron sorunu bitti” diyerek taşeronu bitiren kahraman olmaya göz dikiyor.
Taşeron belasını elbette 1001 odalı Saray’dan ahkam kesenler bilemez. Taşeronu ve güvencesiz çalışmayı işçilere dayatanların sahte kahramanlıklarını ifşa etmeliyiz. Taşeron vaatlerinin içinin boş olduğunu topluma anlatmak zorundayız. Bu açıdan Birleşik Emek Hareketi’nin toplayacağı işçi meclisinde işçilerin sorunlarını konuşup, öznelerinin bu konuda politika yapması ilerletici olacaktır. Doğru siyaset tarzı budur.
Siyasetin bütün bu avantaj ve dezavantajları barındırdığı koşullarda, canlı bir siyaseti var etmek zorundayız. Bu durumda yalnızca OHAL’e karşı çıkmamız yetmeyecektir. Seçimleri gündeme almalıyız. Yoksa elimizdeki imkanları kaybetmekle karşı karşıyayız.
“OHAL var, basın açıklaması bile yapamıyoruz, durum daha ne kadar kötü olabilir ki” diye sızlanmak işe yaramaz. Bu sızlanma, toplumun ve gençlerin depolitizasyonunu kolaylaştırır. Kamuoyunun harekete geçemiyor olması, yalnızca OHAL’le açıklanamaz. Siyaseti AKP’nin sıkıştırdığı yerden çıkarmak için, kalabalıkları harekete geçirmenin yollarını bulmalıyız.