Referandum sürecinden bu yana herhangi bir zaman veya mekanda İzmir marşı çalındığına veya söylendiğine şahit olabiliyorsunuz.
Tribünler, gericiliğe bu marşla karşı çıktı örneğin. Bu marşın sözlerinin yazdığı pankart, iktidar eliyle tribünlere alınmadı. Ünlü sanatçılar tarafından tekrar yorumlandı. Birçok kesim referandum çalışmalarına bu marşla hazırlandı.
İzmir marşı her yerde bir simge olarak coşkuyla söylenmeye devam ediyor. Örneğin şimdilerde tatil yerlerinde bile bu marşın söylenmesiyle sıkça karşılaşabiliyorsunuz. Öyle ki marşı söyleyen insanların ciddi bir görev olarak bunu yaptığını gözlemlemek çok zor değil.
Kurmaya çalıştıkları rejim şaibeli
‘Metal yorgunluğu’yla boğuşan iktidarın hedefi ülke muhalefetini boğmak. Ne var ki, şaibeli referandum sonucuyla yüzde elliyi ancak aşabildi. Yani diktatörlük istemeyen en az yüzde ellilik bir kesimle karşı karşıya.
En az yüzde elliyle karşı karşıya olduğu, referandum sonucunun şaibeli olduğu gibi durumlar için ‘bunları zaten biliyoruz’ diyebilirsiniz. Bu gerçeği tekrar tekrar hatırlamak, hatırlamak ve her fırsatta yüzlerine vurmak zorundayız. Çünkü adım adım kurmaya çalıştıkları rejime şaibe lekesi bulaştı bir kere. Yani koskoca bir muhalefeti boğmak öyle kolay değil.
İzmir marşı ve ‘ama’lar
KHK rejimine karşı çıkanlar, elbette ki bir çıkış arıyor. O çıkış ‘hayır’la yakalandı. O çıkış Adalet Yürüyüşü’yle yakalandı. Diktatörlüğü kabul etmeyen geniş kesimler açısından, sözlerinden bağımsız olarak, İzmir marşı bir simge haline geldi. Sözlerinden veya tarihsel anlamından bağımsız ele almamızın sebebi, bir diktatörlük tehdidiyle karşı karşıya olmamız. Diktatörlük tehdidi şaka değil. İktidarı elinde tutanların, bırakmamak için ellerinden geleni yapacakları çok açık. Diktatörlüğü hedefine koymuş olanları püskürtmek söz konusuysa, siz söylemeyi tercih edersiniz ya da etmezsiniz, milyonların diline doladığı marşın sözlerine takılmak yersiz kalır. Soldaki tartışmaların bir kısmına böyle bakmak mümkün olabilir.
Burada amacımız İzmir marşına övgüler dizmek değil. Toplumda bu kadar çok yayılmış olmasını anlamlandırmaya çalışmak.
Ortak noktası diktatörlüğe karşı çıkmak olan insanların bazı simgelerde buluşması elbette ki olumludur. Ayrıca bu tip simgelerin var olabilmesi, toplumdaki mücadele dinamiğinin varlığını ortaya koyuyor. Marşın her yerde söyleniyor olması, diktatörlüğe karşı çıkanların her yerde olduğunu gösteriyor. İnsanların her yerde rejime karşı mücadelelerini dile getirme ihtiyacı hissettikleri sonucu ortaya çıkıyor.
Peki AKP’nin bu marşla ilgili reaksiyonu nasıl? Marşın sözlerinin yazdığı pankartı tribünlere almadılar. Marşın yasaklanması gerektiğini söyleyenleri oldu. Marşı söyleyenleri ‘terörist’ ilan ediverdiler. Bilindiği gibi AKP, toplum tarafından ilgi görebilecek adımlar atmayı beceremiyor ve karşıtlıktan medet umuyor. Ancak kendilerini gerici bir pozisyonda tutarak yarattıkları bu karşıtlık, milyonlarca insanın bir marşa tutunması gibi bir sonuç da yaratabiliyor. Kendilerine yapılan muhalefetin zerresinden olduğu gibi bu marştan da rahatsızlar. Tabii bu marşa neden karşı olduklarını kendi kitlelerine açıklamaları da kendileri açısından pek kolay olmuyor.
Marş söylemek yeter mi?
Kitlelere coşku veren özelliğiyle birlikte, bir marş mücadelenin ancak bir aracı olabilir. Bu marşı söyleyen insanların, omuz omuza vermesi esastır. Sadece marş söylemek veya dinlemek bizi ancak keyiflendirmeye yarayabilir. Yalnızca marş söylemek mücadeleyi ilerletmez.
Mücadeleyi ilerletecek olan, referandum sürecinde olduğu gibi milyonların bir araya gelmesi olacaktır. Milyonları bir araya getirecek olan, herkesin özne olabileceği, katılımcı bir siyaset üretmek. Gezi’de ve Adalet Yürüyüşü’nde olduğu gibi.
Siyasete katılım mekanizmalarının önü açılmalı
Adalet Kurultayı, Adalet Yürüyüşü’nün yarattığı etkinin yanından geçemedi. Adalet Yürüyüşü’ne katılan herkes eşit biçimde omuz omuza yürüdü. Aynı sloganları attı, herkes büyük adalet zincirinin bir parçası oldu. Adalet Kurultayı’ndaysa, kurultaya katılmak için onca yolu tepip gelen binlerce insanın, sadece bir kısım konuşmacıyı dinlemesi istendi. Kurullar, kurultaylar, temsilciler elbette önemlidir. Ancak binlerce insanı bir araya topladıysak, siyasete katılım mekanizmalarının önünü açmak esas hale gelir. Hep aynı insanlar konuşursa ilerleyemeyiz. Kimseye fasulye muamelesi yapamayız. Adalet Yürüyüşü marş söylemekse, Adalet Kurultayı marş dinlemektir. Diktatörlüğe itiraz edenler marş söylemelidir. Marşları hep bir ağızdan söylemelidir.
Marş söyleyenler siyasete katılmalı
Siyaset yapıcılar, marş söyleyenlerin siyasete katılımının önünü açmalı. Marş söyleyenler, siyasete katılmalı. Geleceğimizin karanlığa sürüklenmesi karşısında yalnızca sızlanmanın veya karalar bağlamanın bize bir fayda getirmeyeceğini görmeliyiz. Kimse kendisini, çocuğunu veya yakınını mücadeleden sakınmamalı. Zira örgütlü hareket etmekten geri durduğumuz her vakit aleyhimize işliyor ve emekçiler açısından kimsenin kaybedecek pek bir şeyi kalmadı. Bir devlet memuruysanız, örneğin çalıştığınız kurumdaki bir farenin sizi ihbar etmesiyle, facebook’ta yaptığınız paylaşım yüzünden bile bir KHK sizi işten çıkarmaya yetebilir. Özel sektörde çalışıyorsanız, her geçen gün daha güvencesiz ve ağır çalışma koşullarına maruz bırakılıyorsunuz. Çocuğunuz varsa, gericilikle yoğrulmaya devam eden müfredatla baş başasınız demektir.
Diğer taraftan AKP cephesinde kimi fareler gemiyi terk etmeye başladı. Dış siyasette yalpalama devam ediyor.
Marşlar söylenmeli. İzmir marşı söylenmeli. Herne Peş söylenmeli. Çav Bella söylenmeli. Daha gür sesle söylenmeli. İzmir marşı söyleyenler, Herne Peş söyleyenler, Çav Bella söyleyenler, birbirlerini anlamalı ve diktatörlüğe karşı aklın siyasetinde buluşmalı. Siyasette aklın yolunu takip edersek milyonlarla birlikte kazanabiliriz.