Irak’taki referandum sonrası Kürt halkı yaşadığı toprakların önemli bir kısmını, Irak merkezi yönetiminin Kerkük’e girmesi ile terk etmek durumunda kaldı. Dünya çapında Kürt halkı açısından bakarsak, son durum referandumun başarısızlığını, Kürt hareketinin geriye düşeceğini göstermez. Ne kadar farklı yorumlanırsa yorumlansın referandum Kürt halkının devlet olma yolunda biriktirdiği mücadele ve gücün önemli bir göstergesidir. Bölgedeki egemenler IŞİD ile başka türlü mücadele edememektedir. Hali hazırda Kürtler sayesinde IŞİD’den temizlenen Rakka kazanımı söz konusudur. Hiçbir şey vardan yok olmayacaktır; bu mücadele dünya çapında yer edindi, referandum da bunun önemli bir yapı taşı oldu.

Elbette neyse ki doğru bir konum almış her sosyalist gibi, biz de Lenin’in izini sürerek Türkiye’den nasıl dersler çıkarmamız gerektiğine bakacağız. Etraflı ele alan pek çok yazı sayesinde bir noktaya gelindiğini gözlemleyebiliriz.

Irak’ta Kürt halkının yaşadığı topraklardaki referandum sol için sosyalistler için ne anlama gelir? Türkiye'deki Kürt halkını nasıl etkiler? Sosyalistlere ne söylemek ve ne yapmak düşer? Ulusların Kaderini Tayin Hakkı gerçekte nedir ve bilhassa ne değildir?

“İlke veya kitap öyle demiyor” üzerine

Dünya ve ülke gündeminde ulus konusu önümüze gelince yine bir sınavdan geçtiğimizi kabul etmeliyiz. Nasıl tavır aldıysanız tarihin köşe taşında bir yere not ediliyor. Marksist/Leninist bir çerçeveden yaklaşanların paçasına, isteseler de istemeseler de, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi yapışıyor. Aslında pek çok ulus devlet oluşumu nedeniyle üzerinde oynanmasına pek imkan kalmamış, tarihsel olgularla dünyaya mal olmuş bir ilke olmasına rağmen, özellikle solun bu temel ilkeyi tahrif etmekten geri durmadığını dünya gözü ile gördük.

*

Dünya çapında işçi sınıfının ve ezilen ulusların düşmanlıklarının ortadan kalkıp kaynaşmasından yanaysanız, hiçbir gerekçe ile ayrılma hakkına itiraz etmemelisiniz. Hepimizin gönlünde yatan, halkların kucaklaşmasıdır biliyoruz.

Tarafların birbirlerine adım atması için ezen halkın ezilen halka, “ne karar alırsa alsın” karar alma hakkını ilan etmesine koşulsuz şartsız ihtiyaç var. Bu, ezen ve ezilenler arasındaki eşitsiz buz dağlarının çözülmesi için şarttır.

Burjuva partileri, egemenlerin çıkarları gereği ulusal kavga peşindedir. İşçi sınıfı ise ortak çıkarı gereği tüm uluslardan gelen işçilerin sendika ve ilgili örgütlerinde birleşmekten ve kaynaşmaktan yanadır. Bugün değilse bile enternasyonalizmi, işçi örgütleri bunu ispatlar.

Ezilen uluslar kapitalizm koşullarında kurtulduğunda, sosyalistler dünya çapında işçi sınıfı ortaklığı için ayrılma hakkına kota koyduğu halkların işçi sınıfının yüzüne nasıl bakacak?  

*

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi ezilen ulusla ilgili her türlü konunun karar alınmasını kendi tasarrufuna, kendi meclisine bırakılmasını gerektiriyorsa bağımsızlık için sandığa gitmek isteyen bir halka “ne var canım tavsiyede bulunamayacak mıyız?” denilebilmesinin hiçbir biçimde imkanı yoktur.

Ne burası özgür ülke ne de dünyanın dört yanındaki Kürt Halkı özgür ne de ezen ulus sosyalistleri Türkiye koşullarından azadedir. Bu defter, ancak ve ancak devlet özlemi içerisindeki dünyadaki irili ufaklı tüm halklar için ulusların kendi kaderini tayin hakkı lkesi tam olarak işlediğinde kapanır, kapanacaktır. Burada da solun sorumluluğu birinci derecede önemlidir, halının altına süpürülür gibi ele almamalıdır.

*

Yıl 1914, Lenin’in menşeviklerle Polonya’nın ayrılma hakkı için yaptığı tartışmalardaki kesit, bize bakın ne kadar güncel gelecek. Bu da “kitapta yer almıyor” diyenler için belki faydalı bir altını çizme olacaktır. Menşevik Semkovski, gazetelerinde şöyle yazıyor:

“Eğer Polonya proletaryası, tek bir devlet sınırları içinde, bütün Rus proletaryasıyla omuz omuza savaşmak istediği halde, Polonya toplumunun gerici sınıfları, Polonya’yı Rusya’dan ayırmak isterlerse ve bir referandumla ayrılmadan yana olan oyların çoğunluğunu sağlarsa biz ne yapacağız? Biz Rus sosyal-demokratları, merkezi parlamentoda, Polonyalı yoldaşlarımızla birlikte oyumuzu birlikten yana mı kullanacağız, yoksa “ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı”nı ihlal etmemek için ayrılmadan yana mı oy kullanacağız?" [1]

Altta tane tane okuduğunuzda göreceksiniz ki Lenin’in cevabı çok net. Ayrılma hakkı, referandum daha nasıl güncel ve açık ifade edilebilir bilmiyorum:

“Bundan açıkça anlaşılıyor ki Bay Semkovski neyin tartışıldığını bile anlamamaktadır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, sorunun merkezi parlamentoda değil ayrılan bölgenin parlamentosunda (diyetinde, referandumunda vb.) çözüme bağlanması gerekir. [2]

*

İlke, ezilen ulusun işçi sınıfı ile durum ne olacak kaygısını en yüksek seviyede taşıdığı içindir ki ezen ulusun sosyalistleri bağımsızlığı için referanduma gitmek isteyen Irak’taki Kürt halkına ikirciksiz destekleyici olarak yaklaşabilir.

Dünya siyasetini muhalif bir yaklaşımla ele alan liberaller bile ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinde tereddüt etmezken Türkiye solundaki referandum itirazları hazindir.

“Birleşik olmaktan yanayız” üzerine

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin yerini ve anlamını kazandığı dönem II. Enternasyonal olsa da esas olarak yatağını Ekim Devrimi öncesi ve sonrasında bulmuştur. Devrimin hemen sonrasında Polonya ve Finlandiya ayrılma haklarına kavuşmuşlardır.

Lenin üstüne basa basa ezen ulus milliyetçiliğine dikkat çeker, esas mesele de bu kadar sıraya girmiş milliyetçilik türü varken paçayı buradan kurtarmaktır. Bugün bizim topraklarda ezen ulus milliyetçiliğinin ötesinde Ortadoğu topraklarına açılmaya çalışan bir diktatörlük faşizmi söz konusu bir an olsun aklımızdan çıkarmayalım! Kürt halkının yaşadığı yerler yok edildi, diri diri yakıldı, demokratik siyaset zemini ortadan kaldırıldı. Ezen ulus sosyalistleri bu dönemde dikkatli ve tutarlı olamazsa ne zaman olacak?

Dönemin önemli devrimcisi Rosa Luxemburg’un Polonya’nın burjuvazisini öne sürerek ayrılma hakkına itirazlarına Lenin en ufak taviz vermedi. O zaman Çar monarşisi, bugün bizim Saray’ın monarşi merakı egemen durumdadır. Saray tehlikesine dikkat kesileceklerin referanduma dikkat kesilip Kürt halkının burjuvazisi ya da milliyetçiliğini, itirazlarına gerekçe gösterenler Rosa’lardan çok daha korkunç hata içerisindedirler

“...Ezilen ulusların milliyetçiliğinden korkmakla Rosa Luxemburg gerçekte Büyük-Rusların kara-yüzler milliyetçiliğinin oyununa gelmektedir.” (3)

Türkiye’de Irak referandumu itirazlarını besleyen, bugünün ve dünün ezen ulus milliyetçiliğidir. Her ne kadar inkar edilse de milliyetçilikten yolları kökten ayıran ortak bir sol söylem geliştirilemedi.

*
Proleter enternasyonalizmi dünyayı sarıp sarmalayacağı vakitler geldiğinde bu ilkeden nasıl ödün verileceği akla hayale gelmiyorsa, o günlere yürüdüğümüzün ortak kabulü olan bu günlerde de ödün verilmemelidir. Dikkatli olun ilkeyi tahrif etmek şu şekillerde gerçekleşiyor; “ulus olabilmek için geç kalındı, kitap böyle demiyor, emperyalizmin parmağı var, parçalanma değil bütünlük iyi, dünyada pek çok halkın böyle bir durumda hepsi bağımsız olmak isterse olmaz...”

Kadınların kategorik olarak ayrı mücadelesini tartışmayan, kendi meclislerindeki kararlarını almasına tavsiyelerde bulunmayan sosyalist siyaset tutarlılık gereği ezilen hiçbir kesimin hiçbir kararına “tavsiye” de dahil olmak üzere karışamaz. Karışıldığı her durum Kürt sorununda kategorik olarak ezen ulus milliyetçiliğine girer. Bizim memlekette akıllara zarar derecesinde sol, sol ile ortaklık yapmadığı, küçük burjuvaların peşine takılmayı seçtiği için -kadın alanından yola çıkarak- bu tutarlılığı arayamıyoruz. 

*

Dünyada sağ popülizm yayılıyor. Türkiye’de Ortaçağ aklı hakim kılınmak isteniyor diye sosyalistlerin eli ayağı kaybetmesine gerek yok. Ya da Cumhuriyet dönemindeki enternasyonalist bakış açısının gelişmemişlik seviyesine takılınmasına gerek yok. Sağa uyum değil solun ilkelerinden ödün vermemeye ihtiyaç var. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, BM elinde burjuvazi lehine tahrif edilebilir, şaşırmayız ama sosyalistler elinde milliyetçiliğin ekmeğine yağ sürerek tahrif edilmesine bayağı bir posta koyan oldu. Umarım itirazcılar farkındadırlar.

*

Ezen ulus sosyalisti olarak bir laf etmeden önce Kürt işçi sınıfının ne düşündüğünü, düşüneceğini hesap etmek zorundasınız. Referandumu umutla karşılayan sandığa giden Kürt işçi sınıfının bu itirazları nasıl karşılayacağını düşündünüz mü? Kürt halkı bağımsızlığına kavuşunca işçi sınıfının kaynaşmasını zora soktuğunuzu görmüyor musunuz?

“Ezen ülkelerin işçilerinin enternasyonalist eğitimi, zorunlu olarak her şeyden önce ezilen ülkelerin özgürlüğü ve ayrılması ilkesinin savunulmasını içermelidir.” [4]
“İşçilerde ulusal ayrılıklar karşısında “ilgisizliği” geliştirmek görevimizdir. Bu tartışma götürmez.”[5]

Fakat Türkiye’deki önemli momentlerin her tartışması gibi; ikna sorumluluğu bile alınmış, gelişmişlik seviyesi gösterilmiş olunmuyor. Var olan solculuk statükosunu taş gibi koruyup açıklamalar ve paneller sonucu kenara çekilinmiş derin bir oh çekilmiş olunuyor, sorunlardan arınmış olunuyor. Bu büyük bir yanılgı, herkes payına düşeni alıyor ya da alacaktır.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı üzerine tartışmalar Irak referandumu ile alevlendi, turnusol görevi gördü. Referanduma itiraz eden sol bir parçalanma uyarısı ile ortaya çıkıyor ama aynı solun başkanlık rejimi karşısında önemli bir siyasal zemin imkanı yaratan “Seni Başkan yaptırmayacağız” diyen ve yaptırmayan Kürt hareketine, son derece bütünlüklü politik adım attığı zaman da son derece mazeretli ve mesafeli yaklaştığını gördük. Başkanlık karşısında Kürt hareketi ile tutum alamayan sol şimdi akıl verme hakkının peşine düşüyor.

*

İnsan hayrete düşüyor; savaş tehlikesinde bile ağzını bıçak açmayan sol referandum gündeminde koşa koşa açıklama yaptı. Zamanında konu Avrupa olunca “emeğin Avrupa’sı” söylemiyle AB emperyalizmini tanıyan eğilim, İspanya’da Katalanların bağımsızlığı söz konusu olunca derin bir sessizlikle karşıladı. Kaderin cilvesine bak, iki referandumda art arda gerçekleşti. Türkiye solu için sınav üstüne sınav; gel gör ki tutarsızlığın bini bin para.

Oysa ki bir halk kendi yaşadığı topraklarda bağımsızlık konusunu gündemine alıyorsa sosyalizmin bu konudaki temel tezi Lenin’in şu ifadelerinin üzerinde ayağa kalkıyor.

“Ayrılma hareketi karşısındaki tutumumuz, bir kayıtsızlık, yansızlık tutumudur. Eğer Finlandiya, Polonya ya da Ukrayna, Rusya’dan ayrılırlarsa, bunu kötü bir şey saymayız. Bunda kötü ne olabilir ki? Buna kötü bir şey diyecek olan şovendir. Çar Nikola’nın siyasetini devam ettirmek isteyen kimse deli olmalıdır. Norveç, İsveç’den ayrılmadı mı?
Norveç’in İsveç’ten ayrılmasından sonra bu iki ülkenin halkları arasında, proleterleri arasında karşılıklı güven artmıştır. İsveçli toprak sahipleri, bu yüzden savaşa girişmek istediler, ama İsveçli işçiler böyle bir savaşa katılmayı reddettiler.”
[6]

Marx ve Engels de ulus olma arayışındaki halkları gündemlerine almıştı. Onların tezleri de 2. Dünya Savaşı’nı onaylayan sosyal demokratlar tarafından tahrif edilmek istenmişti. Neyse ki dört başı mamur bir şekilde Lenin’in tezleri ile ayağa kaldırılmışlardı. Kapitalizm koşullarında Norveç ve İsveç’in ayrılması, ulus devlet olmanın kaçınılmaz olduğunu açıkça ortaya koymuştu.

*

Irak’ta gelinen aşamada Barzani (KDP) yönetimindeki  toprakların referandum ile bağımsız devlet haline gelmesi oylandı. Ardından bölge, dünya egemen politikası saldırısı ile Kürt halkı aleyhine daha kötü bir noktaya vardı. 90’lar dönemine kadar geriye gidildiği yorumları yapılıyor. Buradan ancak yine yaşadığı topraklardan sürgün edilen yüzlerce Kürdün devlet kurma arayışının ne kadar doğru olduğu çıkarılabilir. Barzani’nin, Abadi’nin egemen anlayışı ve çekişmesi gerekçe gösterilerek, “biz demiştik” denilerek haklılık gösterisi yapılmasını kimsenin yüreği kaldırmaz.

*

Kürt halkına ezen ulus milliyetçilerinin tutumundan ayrışarak akıl verilmek istenmesi ayrı fiyasko, “birliktelik” mealinde formüller öne sürülmesi ayrı fiyaskodur. Lenin burada da son derece açıklayıcı ve güncel kalıyor. 

“Herhangi bir ulustan daha çok başka halkları baskı altına almış olan biz Büyük Ruslar nasıl olur da Polonya'nın Ukrayna'nın ya da Finlandiya'nın ayrılma hakkını tanımazlık ederiz?

Yapılacak şey, Rusya'da ezilen ulusların ayrılma hakkını, Polonya'da da birleşme özgürlüğünü belirtmektir. Birleşme özgürlüğü, ayrılma özgürlüğü anlamını da taşır. Biz Ruslar, ayrılma özgürlüğü üzerinde direnirken Polonyalılar birleşme özgürlüğü üzerinde durmalıdırlar.“ [7]

Yani ezen ulus sosyalistlerine Türkiye'de çok açık ki ayrılma hakkını savunmak düşer. Savunacaksa, ezilen ulus sosyalistleri birleşme özgürlüğünü savunur. Irak referandumu konusunda Kürt hareketinin farklı eğilimlerinin birlik bütünlük vurgusu yapması mümkündür. Ama bu işaret edilerek Türkiye sosyalistlerinin birlik, bütünlük, birlikte yaşam vurgusu yapması en açık tabiri ile kitaba terstir.

Ayrıca konu, bir halkın zulüm ve mücadele ile dolu tarihidir. Kolay mı aklımıza gelen ilk slogan ile geçiştirmek?

“...2. enternasyonallerin yaptığı gibi sosyalist etiketini kullanan burjuva demokratlarının yetindikleri, ulusların eşitliğinin tamamen biçimsel, sözde kalan basit tanımlamasıyla kalamaz.” [8]

Siz sol olarak bu ortamda sözde kalan yaratıcı sloganlar bulabilirsiniz ama hayata uymadığı çok açık ortadadır. Kürt halkının bir devlet ihtiyacı, değerlendirmeleri ve gelişmeleri ile canlı kanlı devam ediyor. Türkiye’deki ezen ulus sosyalistlerine bu değerlendirmeleri doğru gediğe yerleştirmek için çok iş düşüyor.

“Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı geçmişe ait” üzerine

Referanduma itiraz gerekçesi olarak ulus devlet olma sürecinin geçmişte kaldığı gösteriliyor. Paris Komünü ile başlayan, yaygın bir şekilde uluslaşan devletler kastediliyor. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, Sovyet devrimi ile daha meşru ve yaygın bir sürece girmiştir. Doğrudur fakat bu haliyle eksik anlaşılır ve yanlış yorumlanır durumdadır.

“Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşaması” kitabında Lenin, 19.yy’ı otokrasiye ve feodalizme karşı verilen burjuva demokratik dönem diye tarifler ki Türkiye’de de aynı süreç yaşandı. Bu sürecin dünyadaki momenti aslında Paris Komünü’dür diyebiliriz. 20.yy ise sömürücü burjuva emperyalizmi karakterize eder. Tekellerle sermaye yoğunlaşması, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin el ele vermesi, sermaye ihracı, uluslararası şirket birleşmeleri ve toprakların bölüşülmesi bu dönemi karakterize eder. Böyle bir dönemleştirme olgulara dayanıyor fakat bundan sonraki ezilen ulusların devlet olma özlemine gözünü kulağını kapatmıyor. Nasıl mı?

“Sömürgelerde ve Avrupa’da küçük milletlerin isyanı olmaksızın, tüm önyargılarına rağmen küçük burjuvazinin devrimci patlaması olmaksızın, bilinçsiz proleter kitlelerle yarı proleterlerin, soyluluğun, kiliselerin, monarşilerin ve yabancı milletlerin baskısına karşı başkaldırması olmaksızın bir sosyal devrimin düşünülebilir olduğunu varsaymak, sosyal devrimi inkar etmek demektir (Lenin).”
[9]

Bu ifadeler bugünün dünyasını dışarıda bırakmaz. Doğru anlamak istersek; bugünkü emperyal politikalar karşısında bilhassa Türkiye ve Ortadoğu’da Lenin’in küçük milletler diye ifade ettiği ayaklanmalar olmaksızın bu ayaklanmaların kendi dinamikleri ile kendi yollarını çizmelerine tereddütsüz yaklaşmazsınız sosyalist bir devrime yürümekten bahsedemezsiniz.

*

Bir ulusal kimliğin varlığı temel olgulara dayalıdır. Gökten zembille inmemiştir. Bugün hak mücadelesi içerisindeki irili ufaklı her ulusun durumu çok net nesnel gerekçelere dayalıdır. Gellner'ın yaklaşımı akıl açıcı oluyor, durum güncel olarak budur:

“...devletle bütünleşmiş yazılı anadile dayanan standart bir kültüre erişme yolunda yapılan acımasız baskı “ulusları” yaratan şeydir. Ulusal kimliğin doğal olduğu duygusu sanayi toplumunda devletin nüfusun ve kültürün bu karşı konulamaz bir araya gelişinin bir ifadesidir.” [10]

Nesnellik böyle demediği gibi her türlü mücadelesini halkını dört bir yanda politize ederek veren, bağımsızlık için sandığa giden Kürt halkına ne diyeceksiniz “ulus devlet olma dönemi 90’larda kapandı” mı diyeceksiniz?

Muhalif çevrelerden AKP ile işbirliği halindeki ulusalcıları sollayacak şu ifadeleri de gördük. “Kanada’da Qubec halkı da var buna ne diyeceksiniz” yani “sonra önüne gelen ister” gibi ifadelerle en kaba milliyetçiliğin tarafına da düşüldü. Bağımsızlık kararını kendi meclisinde alan ulusları hiçbir güç durduramayacak.

*

“Bu yeni çoğulculuğun ilerde daha çok değineceğimiz bazı geçerli ve açık nedenleri var. Sanayi çağına bir önceki çağdan hem siyasal birimler hem de yüksek alt kültürler miras kalmıştır. Bütün bunların birden bire tek birimin içinde birleşmeleri için hiç bir neden olmadığı gibi birleşmemelerine yol açan geçerli nedenler mevcuttur. Sanayileşme  bir başka deyişle türdeş solunum tanklarını zorunlu kılan üretim ya da işbölümü türü, ne dünyanın her yerinde aynı zamanda ne de aynı biçimde gerçekleşmiştir. Dünyaya her yerde farklı gelişi insanlığı çok etkin bir biçimde rakip gruplara ayırmıştır. Sanayinin çeşitli topluluklara geliş zamanındaki farklılıklar tarım dünyasından kalan bazı kültürel, genetik ve benzeri farklılıkların kullanıldığı dudumda vahimleşir. Eğer tarım çağından tevarüs edilip simge haline getirilen bazı kültürel farklılıklara takılıp kalınırsa, gelişmenin “zamanı” önemli ve ayırt edici bir siyasal özellik haline gelir.” [11]

Verili durumda ulus devlet olma gayesi günceldir, gelecek açısından da bir tarih biçmek, kestirip atmak, yine geleceğin milliyetçiliğine yazılacaktır.

“..Böylelikle ufak ve zararsız istisnalar dışında ulusçuluğun siyasal birimle kültürün çakışması yolundaki zorunluğu gerçerli olmaya devam edecektir. Bu anlamda ulusçuluk çağının sona ermesi beklenmemelidir.

Fakat ulusçu çelişkinin keskinliğinin azalması beklenebilir. Bu çelişkiyi keskinleştiren erken sanayileşmenin ve bu sanayileşmenin dağılımının düzensizliğinin yarattığı toplumsal uçurumlardı.” [12]

*

Kapitalizm koşulları ağırlaştıkça, IŞİD ve türevi vahşetin varlığı tablonun daha da ağırlaştığını gösteriyor. Michael Löwy kitabında ulusların çatışmasının bilakis ağırlaştığı tespitini ortaya koyan Poluantzas’ın dediklerini isabetli bir şekilde aktarmış:

“Kapitalist pazarın egemenliği uluslar çatışmasını ortadan kaldırmadı, öncesiz bir şekilde ağırlaştırdı.
Öte yandan XX. yüzyıl boyunca ulus devlet mantığının götürülebileceği en dramatik sonuçlara tanık olduk. Nikos Poluantzas’ın doğru bir biçimde gözlediği gibi “Soykırımlar… ulus devletlere özgü uzaysallaştırmaya bağlı modern bir yeniliktir: kuşatılarak türdeşleştirilen ulusal toprağın ayıklanmasının özgül dıştalama biçimidir.”

"Ulus devlet… Sermayenin uluslararasılaşma sürecinin gereğini üstlenirken önemli değişikliklere uğramakta. Buna karşılık, emperyalizmin ve bu uluslararasılaşmanın bugünkü evresi bu süreçte ulus devletin rolünün uygunluğunu hiç de yok etmemektedir.” [13]

Anlaşılması gereken ezilen ulusların daha ağır koşullara itildiği bugün karşısında da gördüğümüz gibi mücadelelerinin büyüdüğü ve yayıldığıdır. Ortadoğu apayrı ele alınması gerekir fakat Katalan halkının belli özerkliğe sahip olmasına rağmen bağımsız devlete kavuşmak istemesi ulus devlet konusunun güncelliğini ve yakıcılığını Avrupa cephesinden de ispatlıyor.

“Emperyalizmin parmağı var” üzerine

Bir diğer itiraz gerekçesi emperyalizm ile işbirliği içerisindeki Barzani kararı ile referandumun yapılması. Ufak bir hatırlatma; kapitalizm koşullarında ezilenlerin kurtuluşunu konuşuyoruz. Ulus olma hakkını elde etmiş halklar bir şekilde bugüne kadar -Sovyetler Birliği’ni saymaz isek- emperyalist veya emperyal amaç güdenlerle görüşerek devletleştiler. Bu nedenle ezilen uluslara dünyanın sosyalist düzene kavuştuğu günleri beklemesini salık vermek ezen ulus milliyetçiliğinden daha beterdir.

Savaşan uluslar, savaşan sınıflar, savaşan kategoriler ilanihaye savaşamazlar. Taraflarla bir noktada illa ki görüşmek zorundadırlar. İşçi sınıfı sözleşmesini imzalamak, kadınlar yasa yaptırmak, dernek kuranlar dernekler masasına başvurmak, dergi çıkaran savcılığa gitmek, parti kuranlar içişleri bakanlığı ile görüşme yapmak zorundadır. Karşılıklı müzakereler ve anlaşmalar çerçevesinde bir noktaya ilerlenir. Tıkandığı noktada ezilen ulus veya sömürülen lehine olan noktaya kadar mücadele böyle ilerler. Hayatın yegane sarkacı budur unutmayalım.

Dünyanın realitesi böyledir. Türkiye her emperyalist ülke ile görüştüğü gibi Latin Amerika ülkeleri de görüşmektedir. Rojava korkunç bir IŞİD saldırısı altında iken Kürt halkı tabiki ABD ile de Rusya ile de görüşecekti. Dünyadaki tüm ülkeler bu görüşme trafiğini yapabilirken Kürtlere gelince niye sorun kabul edilsin?

*

Asıl sorun olarak tarihe geçen; emperyalizm kavramının küreselleşme kavramı ile tahrif edilerek Lenin’in tezlerine en büyük saldırıyı solcuların yapmasıdır. Emperyalizmin bittiği tezleri yayılınca, sol küreselleşme kavramını hap gibi yutarak emperyalizm yerine kullanmaya başladı.

Fukuyama’ya ait olan tarihin sonu tezleri sınırların ve ulusun anlamı kalmadığı derekesine kadar vardırıldı. Türkiye’de ABD’nin Afganistan ve Irak işgaline kadar solda da alıcısını bulmuştu. Hayrete düşmemek elde değil işte o zaman emperyalist çelişkinin kalktığını söyleyen sol bugün emperyalizmin ortağı Barzani’niyi gerekçe göstererek Kürt halkının bağımsızlık adımına kota koymak istiyor.

*

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı konusunda yabana atılamayacak bir nokta daha var. 1990’lara kadar Sovyetler Birliği’nin varlığı ABD’ye karşı bir denge oluşturuyordu. Daha sonrasında azgınlaşan emperyalizm Irak işgali ile tüm dünyada daha ağır bir şekilde ezilen halklar üzerinde çelişkisini sürdürdüğünü gösterdi.

ABD’nin emperyalist politikaları azgınlaştığı gibi Türkiye’de her an işbirliğine hazır egemen siyasetin elinde Kürt halkını inkar etmek için savaşı gündeminden hiçbir zaman düşürmedi. Başkanlık konusunda ağır bir ders veren Kürt halkının esas düşmanı kesildi. AKP-Saray çizgisi ile yeni osmanlıcılık siyaseti bölge gücü olmak için cihatçılarla iş tutmaktan geri durmadı. Bugün beslendiği milliyetçilik çizgisi gereği anlaşık olduğu Barzani ile yollarını Kürt halkının bağımsızlığı gündeme geldiği anda ayırdı.

*

Türkiye deki yakın tarihten de gerçeklik benzerdir. Ulus devlet olma sürecinde Mustafa Kemal emperyalistlerle işgalci konumunda olmalarına rağmen elbette görüştü, monarşiye karşı birlikte hareket etmek istedi. Gel gör ki Bolşeviklerin yardımları ile milli mücadeleyi ilerletebildiler. Bolşevikler Mustafa Kemal ve milli mücadele önderlerine “siz emperyalizm ile görüşüyorsunuz tavsiyelerimizi dinleyeceksiniz” demedi. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı konusunda ilkeli davranan Sovyetler Birliği Ulus devlet yolundaki Türkiye’nin kendi kongrelerinde aldığı kararlarının destekçisi oldu.

*

Ezilen ulusların bir taraf olarak egemenlerle görüşmesi kaçınılmazdır. Faşizm savaş ve kıyım ister, ezilenler görüşmekten yana olur. Görüşme, müzakere ezilenler lehine demokratik zemin imkanı yaratır. Türkiye’de Kürt Hareketi hükümet ile görüşme yaptığı süreçten tüm kesimler çok memnundu. Hatta ülkenin önünden ölümlü bir süreç kalktığı için Gezi Direnişi ortaya konulabilmişti, çünkü genel soruna karşı halklar arasında kaynaşma dediğimiz olgu gerçekleşebilmişti. Oradan aldığı dinamizm ile, akıl ile, “Seni Başkan yaptırmayacağız” siyaseti ile HDP genel seçimlerde %13 başarı elde etmişti.

*

O günlerden bugüne ezilenler ve sömürülenlere kalan birikimin kıymetini bilmek daha doğru yaklaşım olacaktır. KHK rejimi palazlanıyor, faşizm havası estiriyor ama bir o kadar da çatırdıyor. Ne iyi ki ülkenin yarıdan fazlası hayır diyor.

Hayır’ın kazanmaya devam etmesi için ezilenler için ne dediğimiz ve nasıl tutum aldığımız günümüz siyaseti için hayati önem taşıyor.

 

[1] V.İ.Lenin-Sol Yayınları-Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı
[2] V.İ.Lenin - a.g.e.
[3] V.İ.Lenin - a.g.e.
[4] V.İ.Lenin - a.g.e.
[5] V.İ.Lenin - a.g.e.
[6] V.İ.Lenin - a.g.e.
[7] V.İ.Lenin - a.g.e.
[8] V.İ.Lenin - a.g.e.
[9] Sovyet Rusya Tarihi-Bolşevik Devrimi 1-E.H.Carr
[10] Uluslar ve Ulusçuluk - Ernest Gellner
[11] a.g.e.
[12] a.g.e.
[13] Ulusal Sorun, Enternasyonalizm ve Küreselleşme-Michael Löwy