Gezi'nin birinci yılında hareketin sürdüğünü gördük. Kitap okuyanlar, müziği ile karşılık verenler, muzipliği ile polisi çileden çıkaranlar, eli belinde polise ders veren teyze, evlerden çınlayan tencereler, en ufak bir meydana girme ihtimalini kenarlarda öbek öbek bekleyenler, toplanabilen kitlesel il eylemleri, İstiklâl'i birçok noktadan zorlayanlar, Taksim Dayanışması'nın temsilcilerinin ortak direnişi…

Taksim polis tarafından işgal altında tutulmasına rağmen, Başbakan ölüm nağraları atmasına rağmen, Gezi’nin toplumsallığını gördük. İt ürüdü kervan yürüdü.

***

Dile pelesenk olmuş bir kutuplaşma muhabbeti var; kutuplaşma AKP’nin işine yarıyor. Ne yapalım? AKP yokmuş muş gibi mi yapalım? Adını anmayalım mı? PekiAKP değil de kimi analım?Yine mi dış mihraklar? Taksim’i işgal derekesinde yasakladığında karşısına dikilmeyelim mi? Bizim Taksim ile Gezi ile Soma ile hiç alakamız yok sadece geçiyorduk mu diyelim?

Ben derim ki alabildiğine olumsuz anılmaya çalışılan kutuplaşma konusunu biz saflaşma olarak kabul edelim. Bunu da ilerleme olarak görelim. Saflaşmanın birkaç boyutu var. Baş saflaşma toplumun tüm genelinde çok sivri bir şekilde AKP ile yaşanıyor. Bu da AKP’de bir konsolide olma hali yaratıyorsa karşısına geçenlerde de yaratıyor. Bakınız CHP’ye. Hiç eskisi gibi olduğunu iddia edebilir misiniz? AKP’nin çok somut bir şekilde Yalova’da kaybetmesi CHP’nin değiştiğini var olan toplumsal hareketliliğin kendisini Yalova gibi bir yerde de açığa çıkardığını göstermektedir.

Taksim’de, Gezi’nin yıldönümünde kitlesel toplanmaktabir saflaşmadır. Gezi siyasetinin devamlılığıdır. Başbakan’ın “nasıl dayanıyorsunuz” diyerek sokakta vur emrine rağmen kararlılığını göstermektir. Bir “acımadı ki” daha gerçekleşti. Bu yeter onlara.

***

Gezi Direnişi’ninkalabalığının aynısının gerçekleşmesini istemek, ummak, planlamak, ulaşmaya çalışmak çok kayda değer. Biliyoruz ki Gezi’nin tarihsel kalabalığı planlanmamıştı. Ama nedenleri belliydi. Geleceğini AKP’nin elinden çekip koparma öfkesi ve aklıyla doluydu. Kökleri vardı. Dünyadaki benzerleri cesaretlendirmişti. Demokratik ve dayanışmacı bir karakteri vardı.

Ama her seferinde aynı kalabalık toplanmayınca “olmadı bak” nöbetçiliği yapan, Gezi öncesinde kalan,ilkelleşen “olmazcılık” konusuna bir son verelim. Lenin’in “Ne Yapmalı?” eserinde benzer eğilim ilkellik olarak geçer. Bitsin artık ilkellik.

Hemen hatırlayalım büyük saldırı sonrası Gezi Parkı’ndan ayrıldığımızda hareket bir kişi ile Duran Adam ile devam etti. Kesinlikle bir çekilme halini değil “yenilmedim, ayaktayım, devam ediyorum” halinin anıtlaşan görüntüsüydü. Kim inkâr edebilir ki? Ve elbette aylar günler sonra Berkinimizi kaybettiğimizde umduğumuz milyonlar toplanmıştı. Bir tarihsel gün daha yaşanmıştı.

***

İmkân ve ümit istesek de bitmez. Forumlar canlılığını koruyabiliyor. Kararlarını alabiliyor. Şehitlerine gözü gibi sahip çıkıyor.

Önümüz seçim. Sürecin birleşen ve saflaşan güçlerinin adımlarına ihtiyacın daha fazla gebe olduğunu görüyoruz.Kitlesellik istiyoruz ya işte seçim. Yerel seçimlerde en kitlesel katılımı gösteren halkımızla nasıl buluşacağız? Bir seçenek olmak çok yakıcı bir şekilde yeniden önümüze gelecek.

 

Ne 1 Mayıs’ta ne de Gezi yıldönümünde toplum Taksim’in yasaklanmasını kendine yediremiyor. Aklına yatmıyor. Her şeye rağmen Taksim’de olacağım demesinin bir nedeni de budur. Cenk etmemeydanı orasıdır. Bu yüzden Tayyip Erdoğan halktan Gezi yıldönümünde farklı ifadeleriyle A’dan Z’ye, 7’den 70’yle cevabını almıştır.