15 Temmuz’dan bu yana süren Cemaat soruşturmalarıyla yaratılan muhalefete yönelik baskı ortamı, Cumhuriyet Davası ile yeni bir döneme girmiş oldu. İddianame ve savunmalar, kurulmaya çalışılan baskının ne kadar köpükten gerekçelere dayandığını gösterdi. Cevaplanmayan telefon mesajları, 3. dereceden telefon konuşmalarıyla kurulan örgüt bağları, gazetenin bazen iddianameye giren bazen de giremeyen manşetleri gibi kanıtlar… Soruşturmayı başlatan savcının Cemaat sanığı olması bütün bu ‘kanıtlardan’ daha keskin bir olgu olarak önümüzde duruyor.

İktidarın stratejisi muhalefeti bu tür davalarla, gözaltı ve tutuklama süreçleri ile susturmak, ama bunda yeni bir şey yok. Yeni olan, bu stratejinin dayandığı yargı ‘kudretinin’ ne kadar dayanaksız olduğunun ortaya çıkmış olması. Cumhuriyet soruşturmasının iddianamesi; sanıklarla sayıları bir senede kitlesel denilebilecek bir hale gelmiş olan, hakkında Cemaat soruşturması yürütülen kişilerle bağlantı kurmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyor. İlk nokta olarak, bu bağlantılar ancak incecik bir örümcek ağıyla yapılabiliyor. İkinci nokta ise bağlantı kurulmaya çalışan kişiler zaten parkeci, pideci vs. gibi gündelik yaşamın içinden, Cemaat ile ilişkileri bile büyük kuşku altındaki kişiler. Cemaat soruşturmalarının bu ‘herkese uzanabilme’ haline önceki yazımızda (Bkz. Bir Suç Hikayesi) değinmiştik, geçiyoruz. Bu iki nokta böyle iken Cumhuriyet soruşturmasının baş tanıklarından birinin, senelerce Cemaat’in kurmaylığını yapmış Hüseyin Gülerce olması başka söze gerek bıraktırmıyor.

Soruşturmanın bu ‘havada asılı durma’ hali, sadece iktidarın muhalefeti susturma stratejisinde ne kadar ileri gidebileceğinin kanıtı değildir; yani sadece iktidarın muhalefete karşı cüretinin, zulmünün, izansızlığının ispatı değildir. Eğer iktidarın somut koşullara göre şekillenen bir siyasal özne olduğunu kabul ediyorsak şunu diyebiliriz;  Cumhuriyet Davası asıl olarak iktidarın kendi yolunda ne kadar ileri gitmek zorunda olduğunun kanıtıdır.

Balon, Kılıç ve Köstebek

Muhalefete karşı kullanılacak baskı aygıtı olarak yargı gücü incecik bir zara dönüşene kadar şişirilmek zorunda kalınıyor. Bu zar o kadar ince bir halde ki, mahkeme salonundaki savunmalar bir anda yargılananla yargılayanın yerini değiştiriyor. Mahkemenin kürsüsü bir adımda aşılacak kadar alçakta, yargılama kudreti ince bir çizgide gidip geliyor. Evrensel manada yargı gücünün bir kılıç olarak sembolleşmesinin anlamı şudur; yargı keskindir, bir belirsizliğe kesinlik katması, suçluyu ve suçsuzu birbirinden ayırması gerekir. Şu andaki yargı gücü bir kılıç olarak değil kayaları deleceği düşünülen bir alet olarak kullanılmaktadır. Toplumsal muhalefet bu kadar yüksek bir seviyede iken, bu kayayı delmek için kullanılan kılıç, vurula vurula kütleşmiş, sadece paslı bir demir parçası haline gelmiştir.

Yine de iktidarın elinde sadece bir demir parçası kalmış olsaydı bile, bu muhalefete karşı kullanılabilecek yeterli bir alet olurdu. Çünkü demir çubuklar bir kalabalığı tehdit etmek için gayet yeterli bir şiddet aracıdır. Yine de Cumhuriyet Davası ile birlikte geçen bir ay içinde yaşanan gözaltı ve tutuklamalar, iktidarın elinde bu paslı demir parçasının bile kalamadığını göstermiştir. Bir örnek olarak ünlü bir markanın yazılı tişörtünü giydikleri için gözaltına alınan 33 kişiyle birlikte, baskı aracı olarak yargı tehdidi; ilgili ilgisiz herkese çıkabilecek, aslında siyasi gündemle alakası olmayan kişilere çıkma ihtimali daha yüksek bir piyangoya dönüştü. Gözaltı ve tutuklamaların hedef tahtası bu kadar geniş haldeyken; baskı aracı olarak kullanılan yargı, ne kılıç ne de demir çubuğa benzetilebilir. İktidarın elindeki yargının gelmiş olduğu son durum şudur: Elimizdeki plastik tokmakla oyuncak köstebeklere vuruyoruz, bazen denk geliyor bazen gelmiyor.

Gölge Boksu ve Leoparın Kuyruğu

İktidarın ve elindeki yargının bu duruma gelişi kendi hesapsızlıklarından değil zorunluluklarından meydana geldi. 16 Nisan’da referanduma yapılan YSK müdahalesiyle başlayan bu zorunluluklar güncel olarak devam etmekte. Son 6 ayda toplumsal muhalefetin kitleselleşmesiyle iktidar üzerinde ortaya çıkan baskı, kendini bu temelsiz soruşturmalar olarak gösteriyor. Ama bu soruşturmalarda da herhangi bir strateji bile izlenemiyor. Yine örnek olarak tişörte geri dönersek; bütün olayın başlangıcı Erdoğan’ın mahkemedeki avukatının tişörtün üstündeki yazıda ‘subliminal mesaj’ araması oldu. Cemaat soruşturmalarıyla ilgili kendini nereye atacağını bilemeyen yandaş medya bunu alıp şişirdi, sosyal medyada yapay destek oluşturuldu. ‘Kamuoyunu’ dikkate alan yargı da kendine görev çıkarıp aynı tişörtü giyenlere yönelik gözaltıları başlattı. Cumhuriyet Davası bile bu garabet durumun biraz daha üst kademeden gelen, biraz daha hedeflenmeye çalışılmış halinden başka bir şey değil. Bütün soruşturma süreçleri bir tür ‘cinnet hali’ üstünden yürüyor.

Yine de iktidar süreci bu şekilde devam ettirmek zorunda. Bu zorunluluğun ilk nedeni, AKP’ye ve en uçtaki söylemine sınırsız destek veren topluluğun ‘tişört yazısında mesaj arayan grup’ olduğu. Not olarak, bu topluluk AKP’nin seçmeni düzeyinde değildir, çok daha küçük bir gruptur. İkinci neden bu grubun dışında kalan seçmen düzeyindeki kitlenin de bir şeyler yapıldığını görme isteğidir. Bu iki nedene son dönemde yükselişe geçen toplumsal muhalefet baskısını da ekleyelim. 16 Nisan’dan beri bütün siyaset aktörlerinin üzerinde Hayır demiş bir kitlenin ağırlığı vardır. İktidar açısından bu kitle YSK kararıyla birlikte kuyruğundan tutulan leopar durumuna gelmiştir.

Bütün bu nedenlerle iktidar elinde ne varsa, getireceği sonuçları hesaplamadan veya hesaplayamadan kullanmak zorundadır. Kılıcı kayaya vurması bu yüzdendir. İktidar bu dönemde kendini göstermek isteyen boksör gibidir, sürekli gölge boksu yapıp aynada kendine bakar. Ne kadar hızlı olduğunu, muhalefete ne kadar sert vuracağını anlatır. Yine de yumruk sallanan şey sadece gölgelerdir ve toplumsal muhalefetin ağırlığı ortada kocaman bir kaya gibi durmaktadır.