Adalet yürüyüşü ve adalet nöbetleri iktidarı bir hayli sarstı.

Saray, özellikle OHAL sürecinde adalet kavramının içini boşalttı. Mahkemeleri, tek bir kişinin çıkarına hizmet eder hale getirdi. ‘Darbe tehdidi bitmedi’ bahanesiyle sürekli olarak OHAL’in devam etmesi gerektiğini açıklamaya çalıştı. OHAL, sözüm ona “FETÖ” için ilan edilmişti. Fakat OHAL, Cemaat’le alakası olmayan ve Erdoğan’ın kendisi için bir tehdit olarak gördüğü kesime yönelik bir saldırı rejimi haline geldi. Örneğin aynı dönem içinde Cemaat’in cüzdanı şişkin damatları serbest bırakıldı ancak işlerine geri dönmek için açlık grevi yapan Nuriye ve Semih tutuklandı. Bu süreçte darbe komisyonu AKP eliyle işlevsizleştirilerek, Cemaat’in siyasi ayağı aslında hiç yokmuş gibi yapıldı.16 Nisan’la birlikte yüksek yargı kurumlarına yönelik hamlelerle yargıyı kendisine anayasal olarak da bağlamış oldu.

Saray, önemli hesaplarını OHAL’den aldığı güçle kapatmaya çalıştı. 7 Haziran’da başına bela olan HDP’nin, Eş Genel Başkanları ve milletvekilleri tutuklandı. Barış bildirisine imza attıkları için yüzlerce akademisyen ihraç edildi. Devletin elindeki bütün imkanlar, AKP’nin aymaz politikalarını topluma işaret edebilecek kesimlerin muhalefetini bastırmak üzere kullanıldı.

Erdoğan’ın önemli hesaplaşmalarından biri de MİT TIR’ları meselesiydi. Gayr-ı meşru biçimde alınmış ‘evet’ sonucunun ardından hızlandırılmış saldırı programında sıra bu kez AKP için kabusa dönüşen bu konuya geldi. Erdoğan’ın zamanında “bedelini ağır ödeyecekler” demiş olması, dava sonucunda Enis Berberoğlu için çıkan tutuklama kararının siyasi olduğunu apaçık ortaya koyuyordu. Aslında bu kararla birlikte TIR’larla cihatçı çetelere silah taşındığı da bir şekilde kabul edilmiş oldu.

Suçu suçla örtersen adalet tokadını yersin

Kılıçdaroğlu’nun başlattığı adalet yürüyüşüyle birlikte, Erdoğan’ın hesabı bu kez o kadar kolay kapatamayacağı görüldü. AKP ve Saray, işlediği yüzlerce suçu örtmek ve gücünü konsolide etmek adına baskıyı her seferinde artırmaya mecbur. Bu yüzden yargıyı, saldırılarının önemli bir parçası haline getirecek kadar ileri gitti. Ancak her seferinde karşısına çıkan soruna tekrar tosladı. İşledikleri savaş suçunu yargı aracılığıyla örtmeye çalışmaları “adalet” tokadını yemelerine yol açtı.

Adalet kavramının, sade ve imzasız bir dövizle ifade edilmiş olması, yürüyüşün toplumda karşılık bulmasına yol açtı. AKP açısından ise tehlike çanları çalmaya başladı. Kılıçdaroğlu’nun bu yürüyüşü başlatmış olması bile, AKP’nin kazdığı çukura düşmesine yetti.

AKP'lilerin komikliklerine kimse gülmedi

İlk etapta gerek medya ayağıyla gerek siyasi olarak, yürüyüş yokmuş gibi davranmayı denediler. Yürüyüşün toplumda yarattığı etkiyi bu şekilde engelleyemeyeceklerini anlayınca bu kez “Spor yapmış oluyorlar” veya “Hızlı trenle gitsin” gibi laflarla dalga geçmeye yeltendiler. Ama kimse gülmedi. Çünkü karşılarında adalet isteyen ve bu basit mücadele etrafında her an daha fazla genişleme eğiliminde olan bir topluluk var.

Adaletsiz kalkınma partisi

“Adalet” sloganının, “Adalet ve Kalkınma Partisi”ndeki ilk kelime olması, AKP’nin varoluşunu sorgulatması bakımından sembolik bir önemi de var. Bu yüzden hayır mücadelesinde olduğu gibi adalet yürüyüşü, AKP seçmenine hitap etme özelliği taşıyor. Yürüyüşe ve nöbetlere katılan vatandaşlarla yapılan röportajlarda, eski AKP’li birçok vatandaşın da bu mücadeleye iştirak ettiği görülmektedir. CHP’nin dışında yer alan çok farklı kesimlerin adalet sloganı etrafında toplanmış olması çok önemlidir. Yandaş basında “69’luk direnç yürüyüşü” gibi yazıların yer alması, adalet yürüyüşünün, AKP içinde bir kırılma yaratma özelliği taşıdığını ortaya koydu.

AKP yöneticilerinden gelen soğuk esprilere kimse gülmemiş olacak ki, Saray devreye girdi. Karşı tarafı düşmanlaştıran açıklamalar yaptı. Kılıçdaroğlu’yu yargılamakla tehdit etti. Oysa ki bu tehdit bile yargının kendi elinde olduğunun açık edilmesi anlamını taşıyor. Diğer taraftan Erdoğan’ın bu tehditleri uygulaması da kolay değil. Çünkü muhalefeti baskı altına almak adına attıkları her adım, toplumda daha büyük bir infiale yol açabiliyor.

Muhalefeti dizayn etme çabası tersine dönebilir

16 Nisan’la birlikte parlamento bir açıdan yok edilmiş oldu. Aylardır süren HDP’ye yönelik operasyonlardan sonra sıra Enis Berberoğlu’nun tutuklanması gösteriyor ki sıra ana muhalefete geldi. İşin MHP boyutuna bakacak olursak, tesadüf sayılamayacak biçimde aynı süreçte, MHP’li muhaliflerin yaptığı tüzük kurultayı da mahkeme tarafından iptal edildi. MHP yönetiminden adalet yürüyüşüne karşı yapılan açıklamalar, bu konuda Saray’la bir anlaşma olduğunu ortaya koyuyor. Saray, bütün muhalefeti baskı altına almaya ve dizayn etmeye çalışıyor. Adalet yürüyüşü, muhalefeti yok etme çabasına nitelikli bir yanıt üretmiş oldu. Bırakın işlerin Saray’ın istediği gibi gitmesini, her an tam tersine de dönebilir.

Adalet sokakta da aranır levhayla da 

Erdoğan ve Binali Yıldırım tarafından söylenen “Adalet levhayla aranmaz” ve “adalet sokakta aranmaz” sözleri de adalet yürüyüşlerinin AKP’yi çıkmaza sürüklediğini destekliyor. Çünkü 15 Temmuz’un üzerinden henüz 1 yıl bile geçmedi ve AKP’lilerin o süreçte bir ay boyunca halkı sokağa çağırdıkları gerçeği gün gibi ortada duruyor. “Adalet” sloganının kapsayıcılığı, muhalefete AKP’nin iddialarının basit örneklerle çürütülebilme gücünü verdi.

Öte yandan yandaş basında Gezi’den tanıdığımız türde karalama haberler yer alıyor. Haberlerde aslında yürüyüşlerin ve nöbetlerin kalabalık olmadığı anlatılmaya çalışılıyor. Ancak bunların tabii ki aslı astarı yok. Birincisi, yürüyüş bir kent merkezinde değil otobanda yapıldığı için yürüyüşe katılanların sayısında orantılı bir artış doğal olarak gerçekleşmiyor. İkincisi, bu denli baskının olduğu koşullarda, bu yürüyüşün yalnızca başlayabilmiş olması bile başlı başına toplumdaki adalet öfkesini ortaya koymaya yetiyor. Erdoğan’ın medya temsilcileriyle bu yürüyüş esnasında bir araya gelmesi ve medya tarafından ortaya konan sansür, toplumun adalet yürüyüşüyle buluşmasının ve yayılmasının önüne geçemedi.

Adalet, AKP'yi tedirgin etti

Bu yürüyüş için AKP’lilerin önce yok sayması, sonra dalga geçmeye çalışmaları ardından da Erdoğan’ın devreye girerek kriminalize etme çabası, AKP’deki tedirginliği ve korkuyu gösteriyor. Kılıçdaroğlu’nun verdiği soğukkanlı yanıtlar da Saray lehine bir polemik oluşmasına izin vermiyor.

Adalet yeni bir kapıyı araladı

AKP, siyaseti “CHP zaten iktidar olamıyor” cümlesine sıkıştırmak istiyor. Ancak siyaset bundan ibaret değil. AKP’ye karşı üretilen mücadele biçimleri, AKP’nin sonunu hazırlıyor. Erdoğan’ın her seferinde dönüp geçmişte yenilgiye uğradığı mevzilere cevap vermeye ve kendisini yenilgiye uğratanlardan intikam almaya çalışması bu yüzdendir. Adalet yürüyüşüyle birlikte muhalefet, AKP’nin baş etmesi zor olan bir mücadele alanının kapılarını aralamıştır.

Erdoğan’ın “Yollarda yasal olarak yürümeniz hükümetimizin lütfudur” sözleri de adalet mücadelesinin yarattığı kırılmayı ortaya koyuyor. Yani Erdoğan, her gün Yüksel Caddesi’nde ve memleketin dört bir yanında olduğu gibi kolluk gücüyle bu yürüyüşü bastırabileceğini ima ediyor. Ancak aslında siyasetin kurallarının böyle işlemediğini kendisi de çok iyi biliyor. Kaldı ki, yüksek dozda kolluk gücüyle bastırılmaya çalışılan Nuriye ve Semih’in mücadelesi, bütün bir topluma yayıldı ve rejime karşı bir mücadele hattına dönüştü. Siyasetin kuralları böyle işlemez çünkü bu halk kendisine ve rejimine ‘hayır’ dedi. Onca baskıya karşı ‘hayır’ demesini bilen toplum, adaletin hiç olmadığı bir rejimin kalıcılaşmasına izin vermeyecek ve bir şekilde karşı çıkmanın yolunu her koşulda bulacaktır. Zira adalet lütfedilmez.


*Yarın dergisinin 6. sayısında yayımlanmıştır.