Olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. 16 Nisan’dan, hatta 15 Temmuz’dan beri yaşanan siyasetteki belirsizlik ve baskı ortamı, en sonunda CHP’yi kitlesel bir direniş başlatmaya zorladı. Yürüyüş kararı birkaç senede olgunlaşan “birkaç yolun kavşak noktası” olarak ayrıntılı bir bakışı hak ediyor.

Dokunulmazlık fiyaskosu

Dokunulmazlıkların kaldırılması tasarısı ilk gündeme geldiğinde CHP ve HDP durumu bir blöf gibi düşünüp “Hodri meydan” dedi. AKP tasarıyı somutlaştırmaya başlayınca HDP durumun ciddiyetini kavradı ve tasarıya karşı çıktı. CHP ise tasarı karşısında bölündü. Tasarının HDP’li vekillere ve Kürt Hareketi’ne karşı hazırlandığı belli olsa da, AKP hükümetinin muhalefete karşı her yolu mübah gören çizgisi tasarının CHP’ye karşı da kullanılabileceğini gösteriyordu. Çok sayıda CHP’li vekilin reddine karşın yönetimin ısrarıyla tasarıya destek verildi ve geçirildi.

Burada üstünde durulması gereken ilk nokta CHP’li vekillerin tasarıya karşı homojen bir tavır alamamalarıdır. Tasarıya Meclis’ten geçmesine yetecek kadar vekilin destek vermesi, yönetimin kararının partinin eğilimine göre olmasa da bir şekilde alındığını gösteriyor. Yönetim için bu tasarının geçişinin önemi, parti içi ve dışı bütün tepkileri göğüslemeye hazır olmalarında görülüyor. Yine de bu kararın siyasal içerikten yoksun oluşu yapılamayan savunmalarında (“Anayasaya aykırı ama Evet diyeceğiz” gibi) ortaya çıkıyor. Partinin görünen eğilimine göre olmayan ve CHP’nin muhalefet konumuna gölge düşüren bu tavır en sonunda Berberoğlu’nun tutuklanmasına yol açan olayların ilk basamağı.

CHP’nin buna benzer tavırlarının somut halde varolduğunu gösteren başka veriler var. Gerek Irak ve Suriye tezkerelerinin kabulü, gerek AKPM kararına yapılan karşı çıkış, hatta Yenikapı mitingine katılım bile bu tavrın gösterenleri olarak sayılabilir. Bütün bu kararlar CHP içindeki devletçi damarın AKP’ye karşı gösterilen mücadelenin önüne geçebildiğini, hatta bu damarın ucu CHP’ye dokunacak kararlara bile imza atabildiğini gösteriyor. CHP’nin referandum sonrasında bile AKPM’de AKP ile yan yana düşmesi, mesele “devlete” gelince CHP’nin eğilimini ortaya koyuyor. Yine de CHP’nin bu eğilimine başka örnekler üzerinden de bakalım.

Bayırbucak Türkmenleri ve Suriye

MİT tırlarıyla Suriye’ye taşınan silahlar Suriye’deki savaşın başlangıcından beri uygulanan, şimdi de küçük değişikliklerle devam eden politikayı özetliyordu. Savaşın başında ABD’nin de yol vermesiyle cihatçı gruplara verilen destek politikası, en sonunda Rusya ve ABD’nin Fırat Kalkanı’nı ve ÖSO’yu haritada kuşatmasıyla fiili olarak sonlandı. Geçen sürede cihatçı örgütlerin Türkiye’de yapılanması ve Karlov suikasti de dış politikanın “başarısı” olsun.

Suriye’ye taşınan silahlar konusunda hükümetin ilk savunması (erzak taşınıyor diyerek buz gibi yalan söylemeyi saymazsak) ‘bu bir milli güvenlik meselesidir’ oldu. Burada hedefin CHP içindeki bahsettiğimiz ‘devletçi damar’ olduğu açık. Eğer CHP Suriye’deki ‘Bayırbucak Türkmenlerinin silahlandırılmasında’ devletin bir çıkarı olduğuna ikna edilseydi, bu konu da tezkereye verilen ‘Evet’ oyları gibi üstteki listeye yazılacak bir tavır olacaktı. Ama öyle olmadı. Hükümetin o dönemdeki dış siyasetinin çoktan raf ömrünü tamamlamış olması CHP’nin tepkisinin önünü açtı. Ayrıca durumun gazetecilik faaliyetiyle açığa çıkması ve sonrasındaki soruşturmalar, CHP’yi ‘milli güvenlik meselesi’ tuzağından geri çekti.

Yargılanan gazetecilik faaliyeti

Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının bir diğer yüzü de durumun bir gazetecilik faaliyetiyle ilişkisi. 15 Temmuz’dan sonraki OHAL döneminde neredeyse herkese yöneltilebilen Cemaat suçlamalarının içeriğine bir önceki yazımızda değinmiştik (bkz. Bir Suç Hikayesi). Enis Berberoğlu’na yönelik Cemaat suçlaması Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılandığı davayla birleştirilmek üzere ayrıldı, yine de verilen cezada Cemaat soruşturmaları dalgasının etkisi olduğu açık. Hükümet kanadının Adalet Yürüyüşü karşısında Yenikapı ruhunu çağırmaya çalışması da yine bu yüzden. Yine de AKP’nin Cemaat yapılanmasına karşı ortak mücadele çağrısına inanacak kimse yok. OHAL döneminde gazetecilere yönelik baskılar, Berberoğlu’nun tutuklanması durumunda da CHP’nin geride durmasını veya tereddüdünü engelliyor.

AKP’nin çağrısı

Bu noktada AKP’nin de düzenli olarak üstüne oynadığı bir taktik ortaya çıkmış oluyor. AKP, CHP tarafından sıkıştırıldığı ve toplumsal desteğini yeterli görmediği konularda CHP’nin içindeki ‘devletçi damara’ seslenmekten çekinmiyor. Bunun en bariz örneği olarak 15 Temmuz sonrası yapılan Yenikapı mitingi gösterilebilir. Darbe girişiminin bütün siyasette çatlaklar oluşturduğu bir zamanda, binler her gün sokaklarda AKP’ye destek verirken bile CHP’nin yardıma çağrılması aslında o dönemdeki durumun ne kadar hassas olduğunu anlatıyor.

OHAL dönemindeki Cemaat tartışmalarında da CHP’nin sürekli olarak ‘birlikte mücadeleye’ çağrılması yine bu taktiğin bir örneği. CHP yönetimi sürekli bu tuzağa düşmüyor ama düştüğünde de bu büyük gerilemelere yol açacak şekilde oluyor. Belli zamanlarda Irak ve Suriye tezkerelerinin kabulleri bile muhalefeti Suriye’deki savaş gündeminde çok geriye düşüren adımlar haline geldi. Hakeza CHP’nin AKPM kararındaki tavrı, 16 Nisan sonrası sokak hareketini durdurma kararıyla birlikte bütün muhalefeti geriye düşüren adımlar olarak anılır durumda.

CHP’ye yapılan bu seslenişler AKP’nin muhalefete yönelik genel tavrından o kadar uzağa düşüyor ki, CHP’nin bu çağrılara verdiği her cevap kocaman bir karamsarlık olarak muhalefet kanadına geri dönüyor.

Gerçeğin duvarı

15 Temmuz ve sonrası yaşananlar iktidar bloğu içindeki grupların ne kadar parçalı yapıda olabileceğini gösterdi. Referandumun bir bakıma bu durumu sabit bir yere oturtması beklenebilirdi. Yine de 16 Nisan günü açıklanan şaibeli sonuç, iktidara ayağını basabileceği sağlam zemini yaratmadı. Aynı belirsizlik CHP içinde de yaşandı, yaşanıyor. Sonrasında alınan sokak hareketini durdurma kararı da bu belirsizliğin ve sokak hareketinin parti yönetiminde oluşturduğu korkudan alındı. CHP’nin ‘devletçi damarı’ varlığını sürekli korusa ve AKP tarafından hedef alınsa bile, somut durumlar CHP’nin tavrını kesinleştirmemizi engelliyor. CHP de içindeki ve dışındaki koşullara göre siyasi konumunu belirlemeye çalışıyor.

Referandumdan iki ay sonra yönetim, yaşanan tutuklamayla beraber güncel siyasetin sisli havasında beklenerek ilerlenemeyeceğini, sadece gerileneceğini görmüş oldu. Tutuklama CHP’yi gerçeğin duvarına çarptırdı. Ardından da yürüyüş kararı geldi.

Bizim dileğimiz de muhalefet cephesindeki hiçbir öznenin hatalarından dönmek için gerçeğin duvarına çarpmak zorunda kalmamasıdır.

 
*Yarın dergisinin 6. sayısında yayımlanmıştır.