Referandumun ardından Erdoğan partinin başına geçti, meşru olmayan OHAL ve KHK rejimini nasıl sürdüreceğinin derdine düştü. Cumhurbaşkanlığı forsu AKP grup toplantısına taşındı ancak durum bundan ibaret. Tam tersi olup AKP, Cumhurbaşkanlığı’na da taşınabilirdi ama bunu yapamadılar. Erdoğan’ın bahsettiği ‘metal yorgunluğu’nu AKP’nin aşması mümkün değil. Peki neden? AKP’nin Erdoğan dışındaki en görünür yöneticilerine bakalım. Örneğin Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu. İkisi de zamanında Erdoğan’a sert muhalefet etmiş isimler. Bir kere bu açıdan inandırıcılıkları yok. Diğer taraftan bu isimlerin vasıfsız ve silik karakterleri de ikna edici değil. Dolayısıyla referandumda ve önceki süreçlerde olduğu gibi Erdoğan’ın hızlandırılmış takvimine Erdoğan dışında kimse uyum sağlayamıyor ve ikna olmuyor. AKP açısından da bu süreçler ruhsuz birer koşturmacadan başka anlam taşımıyor. Kısacası AKP, ülkeye hükümet etmek şöyle dursun; Saray’ın emirlerini uygulayan soluk ve cansız bir yapıdan başka bir şey ifade etmiyor.

AKP her açıdan krizde olduğu için rejim, OHAL’e mahkum. Erdoğan her konuşmasında OHAL’in neden devam etmesi gerektiğini açıklamaya çalışıyor. OHAL’in günlük yaşamı etkilemediğini söylüyor. Ancak her ne hikmetse OHAL Cemaat için ilan edilmişken, konu Cemaat’in siyasi ayağını konuşmaya gelince havaya bakıp ıslık çalmaya başlıyorlar.

OHAL hepimizi etkiliyor

Öncelikle OHAL’in günlük yaşamı etkilemediği lafları bir safsatadır. OHAL hepimizi etkilemektedir. 120 bin kamu emekçisinin KHK’larla bir çırpıda işinden olduğunu görelim. Erdoğan, kendi ihtiyaçları doğrultusunda herhangi bir KHK ile herhangi birimizi etkileme hakkına sürekli olarak sahip olmak istiyor.

Örneğin cam işçilerine bakalım. En meşru hakları olan grev haklarını kullanacakları sırada, iktidar grevi yasakladı. Çünkü rejimin, kendisine karşı çıkanlara en ufak tahammülü yok. Emekçilere kendilerini ifade etme hakkını verdiğinde tersyüz olacağının farkında. Erdoğan ne diyor cam işçileri için? “Öyle ikide bir kalkacak hemen grev, bilmem ne...” Ona kalsa bir KHK ile grevleri tamamen ortadan kaldıracak. Ancak cam işçileri, grev yasağını tanımayarak iş bırakma eylemlerine devam ettiler. İzlememiz gereken yol budur. Meşru olmayan rejimin kalıcılaşmasını ancak böyle durdurabiliriz.  

Tatil planları değil eylem planları

Erdoğan’ın anlattığı gibi OHAL rejimini normal gibi kabul etmek bir kere baştan yanlış yapıldığı anlamına gelir. Yukarıda gerekçelendirdiğimiz gibi AKP her açıdan krizde ancak durup bekleyerek rejimi durdurmamız mümkün değil. Biz onun üstüne gitmezsek, o bizim üstümüze gelecektir. Yapılması gerekenleri çok uzaklarda aramaya gerek yok. Bu devran böyle gitmez diyorsak, bir kere tatil planları yapmayı bir kenara bırakıp, eylem planlarını gündemimize almalıyız.

Kral çıplak demeliyiz

Açlık grevindeki insanları tutuklayacak kadar zalimleşmiş bir iktidara karşı Başkent’in göbeğinde süren eylem inadımız Başkent’te ve diğer kentlerde sonuna kadar sürmeli. Rejim, Nuriye ve Semih’in haklı mücadelesini bastırmak üzere insan hakları anıtını gözaltına alacak kadar acizleşmiştir. Anıt gözaltına alınmıştır çünkü rejimin gayrı meşruluğunun üstünü kapatacak başka bir yöntem onlar için yoktur. Referandum sonuçlarının gayrı-meşru olması gibi Yüksel’de yapılanlar da rejimin gayrı-meşru karakterini ortaya koymaktadır. Rejimin üzerine yapışan bu kir, yıkamakla geçecek türden değildir. Ancak bizim de görevimiz, rejimin bu karakterini her fırsatta topluma en görünür biçimde işaret etmek, ‘kral çıplak’ demektir.

Parlamento yok edildi, çözüm itaatsizlik

Milletvekillerinin volta eylemlerinde, anıt önündeki oturma eylemlerinde gördük. Harekete geçtiklerinde direnişlere yeni alanlar açılabiliyor. Vekillerin önce söz verip, sonra direnişe sahip çıkmamaları en naif anlamıyla basiretsizliktir. Tabii bizim işimiz milletvekillerine akıl vermek veya mücadeleyi onlardan beklemek değil. Ancak parlamentonun yok edildiği gerçeğini görmek zorundayız. Rejimin sürekli saldırılarına karşı herkes üstüne düşeni yapmalı. Vekiller de göstermelik olarak değil sürekli itaatsizlik fazına geçmeli.

Daima hayır demeye devam

Nuriye ve Semih’in tutuklanması, anıtın gözaltına alınması gibi Yüksel’de arkadaşlarımızla birlikte direnişe devam eden Veli’ye yağdırılan plastik mermiler de yine rejimin çaresizliğinin göstergesidir. Şimdi Veli’nin annesinin söylediklerine kulak kabartalım: "Avrupa'ya itle köpekle saldırdılar diyor. Aynısını bana yaptılar. 200 metre sürüklediler beni. Kolumu çıkardılar. Çocuklarımıza evinizde oturun diyorlar. İşini, aşını ekmeğini elinden aldılar, evde ne yapacak? Ev yemek ister, ev aş ister, ev kira. Ha dışarıda ölmüşüz ha içeride. Zaten açık. Her zaman çocuğumun arkasındayım. Her zaman faşizm uyguluyorlar. Bundan da utanç duymuyor. Ne diyeyim böyle devlet bunlar utanmaz"

Veli’nin annesinin söyledikleri hepimiz için geçerlidir. Birincisi referandum öncesinde Avrupa Birliği’ne salvolar sallayanlar, şimdi tahmin ettiğimiz gibi dize gelip AB’den aman diliyorlar. İkiyüzlü siyasetin dibine vuran AKP’yi sonuna kadar teşhir etmeliyiz. İkincisi, rejim ya bizleri işsiz bırakmakta ya KHK’larla işten atmakta ya da güvencesizliğe mahkum etmektedir. Bugün değilse de yarın. Erdoğan’ın ihtiyaç ve isteklerine göre, bu rejim hepimizi etkiliyor.

Kaybedecek bir şeyimiz yok ama geleceğimizi kazanabiliriz. Kimse kendisini mücadeleden sakınmamalı. Daima hayır demeye devam etmeliyiz. Omuz omuza direnmekten başka bir yolumuz yok.

 

*Yarın dergisinin 5. sayısında yayımlanmıştır.