Sultanahmet katliamının hemen ardından devletten gelen ilk açıklamalardan birisi Davutoğlu'ndan oldu; "..hayatını kaybedenlerin tamamı yabancı uyruklu..". Sanki müjdeli bir haberi yetiştiriyordu.

Kürt halkına düşmanlığı körükledikleri bu dönemde “Alman Turist” işaret edilerek “Türkler”in ruhu rahatlatıldı. Mesaj şuydu; “olan Kürt’e Alman’a oluyor Türk’e hiç bir şey olmuyor, rahat olun, dağılın, çok fazla ortalıkta dolanmayın”.

***

Zaten IŞİD’in canlı bombaları Diyarbakır’da Kürt, Suruç’ta Sosyalist genç, Ankara’da Kürt, solcu, Alevi katletmişti. Yine yayın yasağı koyulacak, göstermelik tutuklama yapılacak, soruşturma ve cezasızlığın üstü örtülecekti.

Sultanahmet esnafından başlayarak toplumun tepkisi soğurulmuş olacak, AKP ile IŞİD’in ortaklığının bir kez daha üstünden atlattırılmış olunacaktı. İçinde bulundukları batakta bir nefes daha almış olacaklardı.

***

Türkiye’nin merkezi İstanbul’da katliam olmuş Türk halkının burnunun dibine kadar canlı bombalar yerleştirilmişti, bunda da halk hiç bir sorun görmemeliydi “daha ne büyük felaket göreceğim” dememeliydi, “bu bombalar hepimizi vuruyor” dememeliydi, savaş gerilimi sürmeli ardında her pislik dönmeli, korku büyümeli, ama turist akını olmaya devam etmeliydi.

Sonra bitmek bilmeyen bir turizm muhabbetine başladılar; “Türkiye çok güvenli...yoo yanlış gördünüz patlama falan yok nerden çıkardınız...” İnsana Salo ya da Sodom'un 120 Günü filmini çağrıştırıyor.

***

Hükümet-IŞİD zımni anlaşması gereği IŞİD’in katliamı yaptığını ilan etmemesi, sadece turistlerin ölmesi ancak daha büyük katliamların uyarısı olabilir.

Türkiye, katliamdan dört gün önce IŞİD’i bombalayan Almanya uçaklarının İncirlik’ten kalkmasına izin verdiği için bataklığının bu canavarı ile başbaşaydı. Her seferinde savunmasız insanların üstüne salarak bir süre susturmaktaydı.

***

Türkiye IŞİD karşıtı cephede “yer almıyorum” diyemiyor, IŞİD ile yapısal bir geçişkenlik yaratmış durumda, ancak Sultanahmet gibi sonuçlara bağlamak durumunda kalıyor.

Belli ki Almanya da konunun üstüne gitmeyecek. Çünkü mülteci konusunu parasıyla çözmüş bir durumda, yerinden oynatmak istemiyor, Türkiye’de mültecilerin kalması için ne gerekiyorsa yapmak istiyor. Mültecileri bir koz gibi kullanıyorlar. Mevlüt Çavuşoğlu mültecilere AB yardımına itiraz eden İtalya’yı da bu şekilde tehdit etti “yoksa mülteciler zamanla size gelirler” diye açıkça uyardı.

Bugünlerde Ahmet Arif’in dizeleri geçiyor durmadan aklımdan “Bunlar Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize Göz koyanlardır, Tanı bunları, Tanı da büyü...” Tanı da yürü.

***

Bölgede Kürt halkına yapılanlara, batıda var olan tepkinin büyümesinden çok korkuyorlar. Bu tür hareketlenmelerde Gezi gözlerinin önüne geliyor ve alarm durumuna geçiyorlar. Kürt halkının yaşadıklarına tepki yokken çok rahatlar.

Tepki geniş kesimlere yansıyınca AKP’nin ayyuka çıkmış linç kampanyasına başlıyorlar. Cumhurbaşkanı’ndan sosyal medya ekiplerine kadar ancak tutuklama olunca susuyorlar. Akademisyenlere bunu yapmaya çalışıyorlar.

***

Ayşe Öğretmen ve ardından Barış İçin Akademisyenler’e de özel önem gösterdiler. Çünkü “çocuklar ölmesin” lafı kimsenin arkasını dönemediği bir yerde gerçekleşti, alışılmışın dışında gerçekleşti, kör olan gözler bir an görmeye başladı. Akademisyenler de sözlerinin  arkasında cesurca durdu herkes hocalarına baktı ve dinlemek istedi.

Ne hazırlıksızlıktır ki böyle bir anda sunucu vicdanı engellenemez bir şekilde işledi ve engellenemez bir alkış koptu.

Evlere havan topu yağdıran, sivilleri öldürmek üzere hedef alan, günlerce sokakta yatan cenazelerin yanından geçip giden zırhlı devlet araçları sanki ekranlardan geçiyordu. Çocukları öldüren devletin keskin nişancıları ekrandakileri hedef almıştı, Ayşe Öğretmen ile stüdyodakiler “çocuklar ölmesin” diyordu. Bu yüzden gözleri döndü ve stüdyodaki alkışlayanları da hedef gösterdiler.

Ama nafile, kral çıplak bir kez daha ağızdan çıkmıştı, daha da çıkabilirdi.