Ergenekon Davası altı yıl önce başladığında Türkiye'de bir yol ayrımı yaratmıştı.

 

Davaya umut bağlayanlar, toplumsal mücadele ile yön verilmesi gerektiğini savunanlar, haksızlık olduğunu savunanlar, toplumla hiç bir ilgisi olmadığını savunanlar.

 

Şimdiki sonucunu AKP’li Adalet Bakanı bile tam olarak savunamıyor. Bir de şu vardı diyor.

 

Darbeciler sadece AKP’ye değil toplumun tüm kesimlerine gözünü dikmişti.

 

Bu dava toplumun birçok farklı kesiminin desteğini alacak şekilde sonuçlanacak bir davaydı.

 

Darbeler her on yılda bir herkesin söz hakkını almıştı, sokağa çıkmasını yasaklamıştı, canına kıymıştı.

 

Toplumun üstünde bir kılıç misali sallanan darbeleri savunan, planlayan ve uygulayanları kim ne adına savunabilirdi ki?

 

Demokrasi adına bu dava nasıl ilerleyecekti?

 

Nasıl sonuçlar yaratacaktı?

 

Diri diri asit kuyularına atılanların hesabı sorulacak mıydı?

 

Hem dövülen, hem işkence edilen, hem taranan, hem de yakılan insanlığı bu davanın peşine düşerek hep beraber yeniden ayağa kaldırabilecek miydik?

 

Devletin kozmik odalarına girilecek miydi?

 

Evlatlarının kemiklerini arayan annelere bu odalardan çıkan belgeler nerede olduğunu söyleyecek miydi?

 

Bugüne kadar her gelişmede meclisten önce çıkıp yön verebileceğini sanan askerler kenara çekilecek miydi?

 

Tüm toplumun ensesinde dolaşan ordunun nefesinin kesilmesi siyasete ve demokrasiye nefes aldırabilecek miydi?

 

Davanın konusu sadece AKP döneminde mi (2000) sınırlı kalacaktı?

 

Demirel, Tansu Çiller, Turgut Özal, Kenan Evren sürecinde yaşanan ağır insanlık suçlarına, katliamlara uzanılacak, eli kana bulaşan herkes halk adına yargılanacak mıydı?

 

İşte tüm bunlar toplumu sonuna kadar ilgilendiriyordu. Bu davanın konusu haline gelmesi de sonuna kadar ilgilendiriyordu.

 

Toplum seçimini yaptığı kendi iradesinin geçerli olduğu siyasetlerin, siyasetçilerin hüküm sürmesini istiyordu.

 

Bu yüzden Cumhurbaşkanı'nı askerin hükmü değil kendi seçmiş olduğu meclis hükmü belirlemeliydi.

 

Referandumun sonuçları, genel seçimlerin sonuçları bizlere diyordu ki; darbelerin yargılanması devam etmeli, annelerin yüreğine su serpilmeli.

 

Davanın gidişatını bu sorulara ve toplum adına sorulacak yüzlerce soruya bağlamanın yolu kararlı bir mücadele sonucu olabilirdi elbette. Olamadı.

 

AKP, iddianamesi gibi davanın sonucunu da kendisine bağladı. “Bir bana gerisi yabana” dedi gene AKP. Bir nevi yargı kararı değil siyasi karar ilan edilmiş oldu. Verilen cezalar, darbecilerin toplumun birçok kesimini farklı şekillerde ezmiş olan zalimliğine olmadı. Eli kanlı olduğu belgelenmiş olanlara beraat verildi. Ne anaların ne de farklı siyasi görüşlerin yüreğine su serpildi. Çok tartışmalı bir dava haline geldi.

 

Darbe ise konumuz elbette devam eden 12 Eylül Davasını soracağız. AKP bu davayı adeta bir oyuna değil oyuncağa çevirdi. Ne referandumdaki oylar, ne 35. Madde değişikliği umurunda. Kendi ayağına basmadığını düşündüğü 12 Eylül’ü ve iki generalini aklama yolunda ilerletti. Bir devlet büyüğü muamelesi yapmayı uygun gördü.

 

Büyük umutlarla davaya müdahillik dilekçesi verenleri, otuz senenin öfkesini biriktirenleri hiçe sayarak iddianameyi hazırladılar, mahkemeyi kurdular. O kadar. Darbecilerine çok laf söylediği Mısır’da bile salona Mübarek yatalak getirildi, Kenan Evren zalimlik yaptığı insanlarla göz göze gelmesin diye el üstünde tuttular ve mahkeme salonuna bile getirmediler.

 

Tüm bunların müsebbibi AKP, dönüp sormayız sanırsın ama yanılırsın.

 

Ne annelerin ne bizlerin gözyaşlarını bitti sanma.