Arkası kesilmeyen işçi ölümlerinin çok net bir açıklaması var.

İşyeri sahipleri önlem almıyor, devlet hiç bir şey demiyor.

Trilyonluk teşviklerle işyeri sahiplerinin yollarına imkan döşeyen devlet işçilerin hayatına karşı ne kadar pervasız.

*

İşyerlerinde yaşanan ölümlerin hemen ardından Bakanlığın, mahkemelerin de bilgisiyle ailelerin hakkını aramaması için büyük paralar ödeniyor.

Ölümlerden sonra ailelerin hakkını aramaması için verilen paralar işyerlerinde önlem almak için asla harcanmıyor. Bu ölümcül denge bozulmasın diye.

Devletin çocuk teşviki değil işçilerin hayatını garanti edecek yaptırımları ortaya koyması gerekir.

Yakınını kaybeden ailelerin sonuna kadar işyeri sahibinin ceza alması için ısrar etmesi bu dengeyi bozabilir.

*

Son bir kaç yılda ölümlere varan işyeri kazalarının oranı yüzde yüz artmış.

İşçiler için işyerlerinde ölüm hazırlanıyor.

Devletin tüm kademesinde ölümleri Allah'a havale ettiler oldu bitti. Ölümün sayısını sabitleme derdine düştüler. Başka hiç bir seçenek olmadığını anlatıyorlar.

Tüm bunlar ölümlerin aralıksız devam etmesine yol açıyor.

Devletin kademeleri ne işe yarar o zaman?

*

Zonguldak'da binlerce işçi "güzel ölmek istemiyoruz" diye haykırdı.

Işçiler seçeneksiz değil!

İşçiler ölmemek için iş saatinde madene inmediler.

Işçi Ölümlerine Son Platformu mahkeme önlerinde.

Mahkemelerde işçiler yalnız değil.

Platform büyüdükçe işçiler ölmeden kurtarmak için yapacağı görevlerini de büyütecek.

*

Artık gündeme birden fazla işçinin ölümü yerleşebiliyor. Oysa her gün bir işçi tek başına hiç bir önlem alınmamış iş yerlerinde hayatını kaybediyor.

Gaziantep'deki patlamada yedi işçi neredeyse göz göre göre ölmüş. Kaza işçiler kazanları temizlerken onların hayatını kurtaracak önlemler yeterince alınmadığı için mutlak bir ölüme dönmüş.

Başbakan madende ölen işçilere “güzel öldüler” dediğinden beridir madenci ölümleri durmak bilmiyor. Şimdi de sanayi işçisini göz göre göre ateşe atıyor. “Gaziantep'deki patlamada beş işçi öldü” diye ifade edince uyarı yapılıyor Başbakan'ın ağzından "neyse sekizmiş" çıkıyor. Başbakan için bir işçi ölümü neyse ile geçiştirilecek kadar önemsiz.

Bundan sonra sanayi işçilerinin hayatı daha fazla tehlikede.

Başbakan'dan hiç bir önlem almamış işyerlerine tam yetki çıkıyor. 

*

Haziran da yürürlüğe giren İşçi Sağlığı ve Güvenliği Yasası hiç bir yaptırım getirmiyor. Sorumluluğu denetim yapan başka ücretli çalışan emekçilere veriyor. Bugün Esenyurt davasında bunu işletiyor. on bir işçinin yanarak ölmesinden ne taşeron ne büyük firma sahibimi sorumlu tutuyor. Işyeri sahipleri serbest, ücretli çalışan emekçi denetimciler tutuklu.

Çalışma ve sosyal güvenlik Bakanı diyor ki “iş güvenliği uzmanları çok para istiyor herkesi iş güvenliği uzmanı yapacağız ki ucuza gelsin”. Bu ölümlerin yeni işe girmiş denetim memurlarına ödetileceğini gösteriyor. Maaşlı ve işverenlerin hakkını koruyan bir mekanizmada denetim memurları ne diyebilir.

Saydıklarımız ardı ardına gelen işçi ölümlerinin bir çoğundaki ortak taraflar.

*

Eskişehir Teksan Sanayi Sitesi’ndeki patlamada işe yeni girmiş dört genç işçi ölmüştü. İşçilerin suçlu çıkarılmaya çalışıldığı bir dava seyri ile karşı karşıyayız. Dördüncü duruşmasında adliye önündeydik. Koskoca sanayi sitesinde gereken her türlü önlemin alınması gereken yerde hayatlarını kaybettiler. Normal koşullarda o işyerinin her türlü kazancından sorumlu olan işyeri sahibi ölümlerden sorumlu tutulmadı. Bu davada işyeri sahibi ceza alana kadar sorumlu tutulana kadar peşlerinde olacağız.

*

İşçilerin işyeri koşullarına karşı taleplerinin ve görüşlerinin alınmaması çok büyük eksiklik. Var olan yasalar işçilerin görüşü alınarak yeniden yapılmalı.

Sendikaların varlığı devreye girmesi gerekirken işçiler işyerlerinde ölümle baş başa kalıyorlar. Işçilerin örgütlü bir şekilde işçi ölümlerine son demesi tabloyu değiştirir.

İşçilerin hayatına "neyse" denilerek başlanamaz.

İşçileri ölümle başbaşa bırakmayacağız. Ölümlere set kuracağız