Dev dişlileri olan büyük bir makina, bazı çarkları paslanırsa teklemeye başlar. Bu parçaların düzenli yağlanması da yetmez, zaman zaman değiştirilmesi de gerekir. Tüm bunlarda hiç aksama olmasa bile bazen dış koşullar onu etkiler. Misal, makinamızın içinde bulunduğu binanın çatısını hortum uçurabilir ve yağmur onu iş göremez hale getirebilir.
Bugünlerde neoliberalizm tam da örnekteki makinaya benzer sorunlarla boğuşuyor. Adeta üstündeki çatı uçtu ve dişlileri birbiri ardına paslanmaya başladı. Koronavirüs salgını hızla yayıldıkça her gün başka bir sorun karşısına dikiliyor. İnsanların hayatlarını kurtaran üretimi durdurma ve benzeri tedbirler, sistemin hayatını tehlikeye atıyor. Yakın tarihte eşi benzeri görülmeyen derecede derin iktisadi çıkmazlardan birine girilmiş vaziyette. Ülkelerde alınan tedbir düzeyleri farklılıklar gösterse de tüm dünya işçi sınıfı benzer bir kaderi yaşıyor. Aynı zamanda tüm dünya burjuva sınıfı da. Borsalar hepsi için düşüyor. Ekonomik küçülme bütün patronların zararına olacak biçimde kendini gösteriyor. Kapitalizmin sermaye birikimini sağlayan temel taşlarından olan rekabet politikası adeta askıya alınmış durumda. Rusya’nın ABD’ye sağlık yardımı gönderdiği günler yaşıyoruz. Neoliberal politikalarla uzaktan yakından ilgisi olmayan tedbirler alınmak zorunda kalınıyor. ABD 2 trilyon doları aşan bir paket açıklamak zorunda kaldı. Almanya’nın açıkladığı kriz paketi Türkiye’nin milli gelirinden daha büyük. Başta önlem almama stratejisi izleyen İngiltere’de işçi ücretlerinin büyük kısmının bizzat devlet tarafından karşılanacağı açıklandı. İspanya’da hastaneler kamulaştırıldı. İtalya’da havayolu ulaştırma sektörü devletin denetimine geçti. ABD’de işsizlik başvurularının bir haftada 3 milyon kişi artması yıkımın büyüklüğünü gösteriyor. Yapılan tahminler 2020’nin ikinci çeyreğinde dünya ekonomisinde büyük bir resesyonun yaşanma ihtimalinin çok yükseldiğini gösteriyor. Ayrıca salgının ne kadar süreceği belirsiz olduğu için bu büyük ekonomik daralmanın ne kadar süreceği de belirsiz.
Krizler tarihi
Şu an olup biteni daha iyi anlayabilmek için kapitalizmin yakın tarihine kısa bir göz atalım. 2008’de ABD’den başlayarak dünyaya yayılan ekonomik krizin ardından, kapitalizmin toparlanma dönemine geçmesi oldukça uzun zaman aldı. Krizin hemen ardından başta ABD olmak üzere parasal genişleme politikasına geçildi. Başka bir deyişle, düşük faizlerle ucuza krediler dağıtmaya başladılar. Böylece Türkiye de dahil pek çok ülkeye bol bol sıcak para girdi, ülke ekonomileri büyüme yönünde eğilim göstermeye başladı. Dünya çapında ekonomi toparlanıyor gibi göründü. Ama bu kısa süreli toparlanma geçtiğimiz yıl yerini yeniden ciddi bir resesyona, yani ekonomik durgunluğa bırakmaya başladı. Dünya çapında üretim yavaşladı, bunun sonucunda ticaret hacmi 1930’lardan beri ilk kez daraldı. Ticaret savaşları alevlendi. Ama durgunluk yok edilemedi. ABD’de borsalar değer kaybetmeye başladı. Avrupa’da da işler yolunda gitmedi. Üretim devi Almanya’da sanayi üretimi düştü, ekonomi daraldı. İtalya’da batık banka kredilerinin yarattığı kriz, IMF paketlerine mahkum yaşayan Yunanistan’da ise ekonomik daralmanın önü alınamadı.
Özetle şu an içinden geçmekte olduğumuz korona günleri öncesinde dünya kapitalizmi açısından tablo iyi değildi. Hani sert başlayan bir hastalık yaşadığınızda, bir an toparlanıyor gibi olduğunuz kısa bir dönem olur ama sonra yeniden kötüleşirsiniz. Tıpkı buna benzer bir süreç yaşanmaktaydı dünya kapitalizmi açısından.
Koronavirüs salgını tam da bu ekonomik durgunluğun üzerine geldi. Hali hazırda tökezlemekte olan neoliberalizm, bu kez daha sarsıcı bir krizin içinde kendini bulduğundan kendi varlığına ters tedbirleri almak durumunda kalıyor. Para basılmasından sağlık kuruluşlarının geçici olarak kamulaştırılmasına, halka nakit yardımı yapılmasından üretimin durdurulmasına kadar pek çok başlıkta serbest piyasa ekonomisinin karar verici rolü kalmadı. Bu çok yeni bir süreç. Bu yeni süreçte bile neoliberal politikaların insan yaşamına nasıl kastettiği daha ilk anlarda ortaya döküldü. Bir anda herkes özel hastanelere devletin el koyması, işçilere ücretli izin verilmesi gibi temel taleplerde birleşiverdi. Öyle ki İMF bile işçilere ücretli izin, para basma da dahil olmak üzere neoliberalizmle uzaktan yakından ilgisi olmayan öneriler getirmek zorunda kaldı.
Sistem biçim mi değiştiriyor?
Şurası açıktır: Neoliberalizm çok ciddi bir krizle boğuşuyor ve bu krizi çözmesinin önündeki en büyük engel kendi mevcut işleyiş biçiminden başkası değil. Ekonomik durgunluk döneminin üzerine bir de bu boyuttaki bir krizle karşı karşıya kalan neoliberalizm sıkışmış vaziyette. Tüm bunlar, neoliberalizmin yoluna eskisi gibi devam edemeyeceğinin çok açık bir göstergesi. Neoliberal politikalar hiçbir derde merhem olamıyor, zenginlik değil tersine yoksulluk getiriyor. Hatta insanlar artık sadece açlıkla değil kitlesel ölümlerle baş başa bırakılıyor. Toplumlar mevcut sistemin işe yaramaz halini apaçık görüyor vaziyette.
Hal böyle olunca “kapitalizm biçim mi değiştiriyor” gibi tartışmalar başlıyor. Neoliberalizmin geleceği hakkında öne sürülen bazı tezler şöyle:
1. Neoliberalizmin kendiliğinden sonu geliyor, artık daha halkçı yönetimlerle yoluna devam edecek.
2. Sistem hala çok güçlü, kendini sürdürmek için faşizm getirecek.
Sonda diyeceğimizi başta diyelim; sistemin çok ağır bir kriz yaşadığı gerçeğinin bizi bu iki sonuca da otomatik olarak götüremeyeceğine inanıyoruz. Açıklayalım.
Birinci önerme hakkında öncelikle şunu ifade etmek gerekir: Salgın döneminde halkın çıkarına geçici önlemler alınması hali, neoliberalizmin kendiliğinden sonunu getirecek bir veri değil. Kaldı ki alınan tedbirler her ne kadar neoliberal politikalarla bağdaşmasa da bunların ne kadar kamucu olduğu da tartışılır. Eğer dünya çapında halka hijyen ürünleri dağıtılsaydı, ücretsiz tedaviler uygulansaydı, sağlık sektörü tamamen devletin eline geçseydi, işçilere her yerde ücretli izin verilerek izolasyon sağlansaydı bu önermenin haklılık payı olabilirdi. Ama vaziyet böyle değil. Bu süreçte uygulanan politikaların biçimleri ve düzeyleri her ülke açısından farklılaşmakla birlikte yukarıda saydığımız düzeyde bir köklü değişime gidilmiş değil. Örneğin salgının yeni merkezi ABD’de koronavirüse yakalanan insanlar, sağlık sigortası olmadığı için hastanelere kabul edilmeyip ölüyorlar. İngiltere’de pek çok ülkeden daha gelişkin kapitalizm koşulları olmasına rağmen salgının ilk döneminde hayatı durduracak en ufak adım bile atılmıyor, ölümler arttıktan sonra önlemler ancak alınabiliyor. Tüm bu verilerle ancak şunu diyebiliriz: Bu yeni süreçte neoliberalizm sönümlenerek yok olma değil sürünerek yaşamına devam etme belirtileri gösteriyor.
Yani neoliberal politikaların yerini tamamen kamucu uygulamalara bırakması gibi bir durum söz konusu değil. Hele de Türkiye’de bu uygulamaların zerresinden bile söz edemiyoruz. Salgın önlemleri kapsamında üretimi durduran ya da yavaşlatan ülkelerin ekonomisinin bozulması karşısında, “biz hiç önlem almazsak, üretimi durdurmazsak öne geçeriz, ekonomi gerilemez” gibi bir cin fikirlilik yapmaya çalışıyor siyasi iktidar. Politik ele alış yaklaşık şu şekilde: “Nasıl olsa koronadan dolayı daha çok 65 yaş üstü insanlar yaşamını yitiriyor, emekli yükünden de bir oranda kurtuluruz, iş yerlerini de durdurmayız, böylece ölenler ölür, biz ekonomide diğer ülkelerden daha iyi konuma geçeriz.” Ama kendilerinden önce bunu deneyen diğer ülkeler gibi kazın ayağının öyle olmadığını görecekler. İşçilere ücretli izin yerine İBAN dağıtarak, patronlara teşvik paketleri ve vergi ertelemeleri vererek, yaşanan her sorunu daha fazla kredi vererek atlatabileceklerini düşünüyorlar. Fena halde yanıldıklarını hiçbir yerden göremiyorlarsa Google’da yapılan “işsizlik maaşı” aramalarının artış hızına bakarak görmeye çalışmak durumundalar. Bütün önlemleri kendi neoliberal politikaları sürsün diye alıp halkın ölümünü durdurmak ile ilgili hiçbir önlem almamak, siyasi iktidarın da ayağına dolanacak.
İkinci değerlendirmeye bakalım. Kapitalizmin böylesi bir dönemden ancak faşizm getirerek çıkabileceği görüşü. Bu görüşü savunmak aslında yazımızın başından beri anlatmakta olduğumuz sistemin sıkışmış halini görmezden gelmek, böylesi sert bir kriz içinde debelenmekte olan bir neoliberalizme kendisinden bile fazla güvenmek anlamına gelir. Marks’a göre kapitalizmin krizleri, kar oranlarındaki düşmeden kaynaklanır. Bu, sistemin doğası gereğidir. Kar oranlarının düşme eğilimini bertaraf etmek, tüketimdeki düşüşü ve yaşadığı büyük sıkışmaları aşmak için sistemin geliştirdiği tepkiler her dönemde birbirinden çok farklı oldu. Öyle ki tarihte 2 büyük dünya savaşı da ekonomik buhran dönemleri sonucunda ortaya çıktı. Ama her durumda krizlerden çıkış baskıcı yönetimlerle ya da faşizmle olmaz. 1. Dünya Savaşı’nın ardından Ekim Devrimi’nin, 2. Dünya Savaşı’nın ardından ise sosyalizmin yayılmasının geldiğini unutmayalım. Sistemin baskıcı bir yönetime ya da faşizme geçebilecek kadar gözünün döndüğü değerlendirmesini yapmak, yaşadığı sıkışmışlığı görünmez hale getirme riski taşır. Bu da, sosyalistlerin tercih edeceği bir tutum değildir. Son aşamada bu tutum “ne hali varsa görsünler” noktasına gelir. Böylesi bir tutum sistemin işini zorlaştırmaz, tam tersine elini rahatlatır.
Neoliberalizmin, toplumda kamucu politikaların isteniyor olması gerçekliğiyle yüzleştiği bir dönemde olduğunu görelim. İnsanlar liberal politikaların uygulanamadığını, sistemin salgın karşısında çöktüğünü görüyor. Hastaneler kamulaştırıldığında sistemin işletilemeyeceğini savunanlar, özelleştirmeler olmadan yol alınamayacağını iddia edenler, halkın para politikasına yön vermesinin felaket doğuracağını anlatanlar, şimdi sosyalizmin çözümlerinin toplum nezdinde geçerlilik kazanmasını elleri böğründe seyrediyor.
Neoliberal politikalarla alınan tedbirlerin asla belli sınırları aşmadığını, bu nedenle salgını tamamen durdurmaktan çok uzak olduğunu tüm dünya görüyor. Devletlerin toplumlara “kendi önleminizi kendiniz alın” deme aşaması, neoliberalizmin karşısında başka seçeneklere yönelme arayışını da doğuruyor. İşçi sınıfının önünde buradan ilerlemek imkanı da durduğunu görmeliyiz. Halkın sağlığı için önlem almayanlar, salgın günlerinden sonra her şeyin eski tas eski hamam devam edeceğini düşünmesin.