8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken ne çok ölüm konuşur olduk, üstelik hepsi de durdurulabilir iken…
Ama biliyoruz ki artık yeter diyenler olarak çoğalıyoruz. 
Artık yeter diyenler ve o feryadı duyup harekete geçenler, asla yalnız yürümeyeceksin diyerek öfkesini ve aklını kuşanıp bu gidişatı cesaretle değiştirecek.

İşte böyle günlerden geçerken 8 Mart’a gidiyoruz. 8 Mart her gün yaşam hakkı ve kararları için, eşitliğe bir adım daha yaklaşabilmek için mücadele eden kadınlarla dünyanın bütün kadınlarının mücadelesi buluşturacağı gündür. Meydanlar kadınlarla dolacak, caddeler sokaklar kadınlarla dolup taşacak. Direnen kadınlarla, ezilen tüm kadınlar için mücadele yükselecek ve kurtuluşa bir adım daha yaklaşacağız.

Kadın düşmanları saldırıyor, kadınlar şiddete uğruyor, işkence edilerek öldürülüyor

Ocak ayında 27 kadın cinayeti, 7 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Şubat ayı 29 gün ve 29 günde 22 kadın erkek şiddeti ile öldürüldü. 12 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu ve aydınlatılmayı bekliyor. Sadece mart ayında takip ettiğimiz 50 dava var. Ölümler değil yaşam kazansın istiyoruz.

Evet, erkekler şiddetinize son verin, alışın, kadınların kararına saygı duyun. Devlet yükümlülüklerini yerine getir, erkekliğe arka çıkma, şiddeti durdur.

Bunları bir çağrı olarak diyorum fakat esas çağrım kadınlara, tüm yazı boyunca. Çünkü kimseden ne medet umacak ne de bu uğurda verecek bir canımız daha yok.

Ölümümüzün büyük oranda bahanesi boşanmayı istemek, barışma teklifini reddetmek, ayrılmayı istemek, çalışmayı istemek, özgürce okumayı istemek, birlikte olmak istememek. Ve bizleri öldürenler babalar, abiler, akrabalar. Eskiden şiddetli yüzünü henüz görmediğimiz, bir zamanlar evli olduklarımız, kimi zaman önceden çok sevdiklerimiz, asla bu bana zarar vermez diye düşündüklerimiz. Öldüren; kendisinden kurtulmaya çalıştıklarımız, reddettiklerimiz ve bazen hiç tanımadıklarımız. Bütün bunların temeli ne yazık ki hala bu yüzyılda eşit olamayışımız. Sorumlusu kadınların ne yapıp ne yapmaması gerektiğini söyleyenler, erkeklere her şeyi hak görenler ve arka çıkan devlet. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu olarak ne yazık ki hala bir baba kızı Şeyma Yıldız’ı erkek arkadaşı var diye öldürüp yol kenarına attı. Şubat ayında Zeliha Armağan kuma olmayı kabul etmediği için uçurumdan atıldı ve başı taşla ezilerek öldürüldü. Bir avukat, kadın katili savunacağım diye hiç kimsenin tahammül edemeyeceği iftiralarda bulundu. Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesi’ni gözden geçireceğiz dedi. Hala 6284 ve İstanbul Sözleşmesi’ne “yuva yıkan yasa” diyenler var.

Umudunu yitirme: Değiştirdik, daha çok değiştireceğiz

Ne değişti ki demeyin, işte değiştirebildiklerimiz:

Tüm bu olumsuzluğa, engellere rağmen kadınların sürekli, pes etmeden, bir araya gelerek, çözümü geliştirerek değiştirdiği çok fazla şey var. Yaşattığımız onlarca kadın, şiddetten kurtardığımız nice hayat, mücadeleye katılan yüzlerce kadın var. Özgecan’da meydanlarda buluşan kadınlar Emine Bulut öldürüldükten sonra hangi komiteye girerim dediler. Onlarca ilden kadın, örgütü ile buluştu özne oldu. Erkeklerin hep kadınlara had bildirmek için kullandığı tabir ile “boyundan büyük işlere kalkıştı”,  Türkiye Kadın Meclisi’nde büyük düşündü; önemli hedefler belirledi. Feminist dava takiplerinin büyük çoğunluğunda gerçek adalet için, bunu yapmak durumunda kalmasaydık keşke ama cinsiyetçi yargıya müdahalede bulundu ve cezasızlığın önüne geçti. Esin Güneş, Özlem Selek, Şule Çet cinayetlerinde olduğu gibi şüpheli kadın ölümlerindeki karanlık perdeyi kaldırdı, gerçeği açığa çıkardı, Aysun Yıldırım dosyasını yeniden açtırdı. 6284 Sayılı Kadınları Şiddetten Koruma Kanunu’nun uygulanması ile ilgili bakanlıklara genelgeler çıkarttı. 23 kez şikayetçi olmasına rağmen Ayşe Tuba Arslan gibi öldürülen onlarca kadının sorumluluğunu Lastesis ile cesaretle işaret etti.

Henüz değişti demek için çok erken olsa da bazı işaretler var. Önceki aylara göre kadın cinayetleri azaldı. Bir anne oğlunu polise ihbar etti; oğlum gelinimi öldürmeye gidiyor diye. Kendi oğlu cezaevine düşmesin diye demiş olsa bile iyidir. Eskiden hep sırtı sıvazlanırdı katillerin. Ceren Damar davasında katilin yakın arkadaşı katili kollamadı, ortak olmadı ve Ceren Hoca ile aralarında birşey yoktu dedi, gerçeği söyledi. Şimdiye kadar katilin yakınları hep arka çıktılar ve en fazla nötr olmaya çalıştılar. Öyküler cesaret kazandı yaşadıkları şiddeti tanımladı ve hepimiz Öykülerin sesi olduk. O kendine çok güvenenler, arkası sağlamlar tıpış tıpış ifade vermeye gitti ve tutuklandı. Münevver, Zeliha, Olcay, Zeynep, Rabia, Şebnem, Fatma, Meryem… şiddetten kurtulmaya çalışan kadınlar pes etmeden mücadele ediyor. Şiddete tanık olunca kafasını çevirip usulca uzaklaşmadı Kadir Şeker, tekrar bunu belirtiyorum ki keşke müdahale etmek zorunda kalmasaydı ama o öldürmek için değil bir kadını kurtarmak için koştu. Ve her ne kadar Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesi’ni gözden geçireceğiz dese de AKP içinde sözleşmeye sahip çıkanların kamuoyuna yansıdığını gördük.

Kadınlar artık daha güçlü, cesaretli ve sessiz kalmıyor. Politikleşen, örgütlü feminizmi var eden kadınlar çoğalıyor. Belki de en çok bu korku salıyordur onlara; kafalarının karışması, tüm çelişkilerinin çıplaklığı ile ortaya serilmesi bundandır. Tüm bunlar için tüm zorluklara değer, mücadeleye devam kadınlar. Hiçbir şey değişmiyor diyerek yenik düşenlerden olmayın, değiştirmeye çalışanlardan olun. Güç de umut da biziz.

Dünya Kadınlar Günü’nde de asla yalnız yürümeyeceksin

Meksika'da Igrıd Escamilla birlikte yaşadığı erkek tarafından bıçaklanarak öldürülmüş, derisi yüzülmüş ve parçalanmış. Bunun ardından kadın cinayetlerine karşı kadınlar Anayasa Mahkemesi’ni ateşe verdi. O kadar gerçek bir acı ve öfke ki bu, öyle gerçek bir ateşe dönüştü. Eylem esnasında öldürülen Maria’nın annesinin sözleri herkesi etkilemiştir: “...Yeter artık. Her şeyi yakıp yıkmaya hakkım var benim. Kimseden izin istemeyeceğim. Çünkü ben kızım için her şeyi ezip geçiyorum. Kim ezip geçmek istiyorsa devam etsin. Kim yakıp yıkmak istiyorsa gelsin. Mücadele etmek istemeyen yolumuzdan çekilsin. Çünkü benim kızım öldürülmeden önce, onlar bir sürü kadın öldürdü. Biz ne yapıyorduk? Evlerimizde ağlayıp dikiş dikiyorduk. Artık bitti. Biz sessizliği yıktık. Ben kendim için, ailem için, kızım için adalet istiyorum. Ve adı bilinmeyen bütün kadınlar için. Çünkü her geçen gün onlar birer birer öldürülüyorlar…” 

Bu topraklarda da her bir kadın cinayeti haberi gördüğünde sadece üzülüp, etkilenip, kenara çekilmedi kadınlar. Maria’nın annesi gibi nice öldürülen kadının annesi, kardeşi, yakınları, şiddete uğrayan ve ölmek istemiyorum diyen, hayata tutunmaya çalışan kadınlar; illerde, meydanlarda direnen kadınlarla 8 Mart’ta buluşacak, konuşacak. Kimi zaman yetkililere seslenecek görevlerini hatırlatacak, büyük bir öfke ile ihmalleri sıralayacak kimi zaman hep söyledikleri gibi belki bir kez daha “benim kızım, kardeşim, arkadaşım geri gelmeyecek ama başka kadınların başına gelmesin, kadınlar öldürülmesin” diyecek. Çözümü teker teker anlatacak, o davalarda neler yaşanıyor gün yüzüne çıkaracak. Her birinin kürsüsü olacak o meydanlar. Kadınlara çağrım evde ağlayan değil bu mücadelede saf tutan olmalarıdır.

Ve tüm kadınlar için Türkiye Kadın Meclisi kararlarımız doğrultusunda: 

6284 Sayılı Kanun'un ve İstanbul Sözleşmesi’nin her bir maddesini uygulatmak ve kadın cinayetlerini durdurmak için, hiçbir şiddetin karanlıkta kalmaması ve şüpheli kadın ölümlerini açığa çıkarmak için, dünyadaki tüm kadınların mücadelesiyle mücadelemizi buluşturmak için, ekonomik eşitsizliğe ve iş gücü bile görülmemeye son vermek için, işyerlerinde cinsel saldırılara, tacize son vermek için, cinsiyetçiliğe, eşitsizliğe, gerici eğitime karşı Üniversite Kadın Meclisleri’yle mücadeleyi tüm kampüslere yaymak için, şehirleri, ülkeyi, dünyayı kadınların da yönetmesi için, asla yalnız yürümeyeceksin diyen kadınların mücadelesini Türkiye’nin dört bir yanına yaymak için, eşit ve özgür bir hayatı kazanmak için, 8 Mart’ta da asla yalnız yürümeyeceksin.

Çiçek meselesini geçtik,
Kampanyalar biter, mücadele hattı gerekir 

8 Mart yaklaşıyor olduğu için her yerde türlü kampanyalar göreceğiz. Kentin bilboardları, reklam panoları, TV kanalları, ulaşım araçları, hepsinde “kadına yönelik şiddete son” yazısını göreceğiz. Ekranlarda kadına yönelik şiddet kınanacak. Bunu biraz sorgulayalım.

Eğer sadece bir gün, bir ay bir süre ile başlayan ve biten birşey olarak planlanmış ise tüm bunlar, soralım kadınlar, peki ya diğer günler?

Günlük kampanyalara bile sevinir durumdayız malesef. Tabi ki kadın düşmanlığının körüklendiği günlerde kadınlar için birşeylerin kimi zaman göstermelik ya da kısa vadeli olarak da yapılması yine de iyidir. Ama burada da yine görevi kendimize çıkarıyorum, farkında olan örgütlü kadınlara. Kadınlar hergün her yerde öldürülüyorsa, şiddete uğruyorsa, el birliği ile şiddet normalleştiriliyorsa ki öyle; o zaman gelip geçici kampanyalar yetersizdir bilelim.

Dünya kadınlar gününde hala elinize bir gül ya da çiçek tutuşturmaya çalışırlarsa elinizle nazikçe geri çevirin ve çiçek meselesini geçeli çok oldu deyin. 8 Mart’ta her yeri kadınlarla ilgili donatanların kapısına ertesi gün hemen dayanın: Belediyesi, siyasetçisi, yahut bir kurumu, farketmez. Sonraki günler için her yeri 6284 ve İstanbul Sözleşmesi ile donatmaya devam etmelerini, hakkınız olanı isteyin. Yapısal değişikliklerle ve sürekli bir politika ile neler yapabileceklerini anlatın ve takipçisi olun.

Kadınlar kampanyalar ile kurtulmaz ama hedefi olan sürekli bir mücadele hattı ve uygulayacak örgütü ile kurtulabilir.

“Sen” güçlenirsen kadınlar kurtulur mu?

Firmaların, şirketlerin, dergilerin dünya kadınlar günü kampanyalarını göreceğiz. Süper güçlenen, kendi hayatını kurtarmış ilham veren kadınları dinleyeceğiz. Her yeri kaplayacak. İlham veren ve güçlü kadınlar hangi kadınlar?

Hep anlatılan hikaye şudur: Çok istersen bir gün olur, çok çalışırsan iyi bir yere gelebilirsin. İyi bir yere gelince kadınlara yardım edebilirsin. Kişisel gelişimin ve sen en önemlisisin. Hatta şiddet karşısında çeşitli savunma teknikleri ile kendini koruyabilirsin. Kendine güvenli alanlar yaratabilirsin. Ve dünya senin etrafında dönüyordu...  

Bunların bir kısmı yanılsama, bir kısmı da sahte vaatler, aldanmayın. Gerçek hayat bu değil. Gerçek çözüm de böyle olmayacak. Ya da şöyle diyelim hangi kadınlar gerçekten? Bu kadınlardan mı olmak istiyorsunuz ve sadece kendinizi kurtarmak mı mesele?  Ya da farkında olmadan bile bir başka kadının sizin yardımınıza muhtaç hale getirdiği bu sistemin devamlılığını sağlamak mıdır mesele? Maddi koşullar, çevresel faktörler, ait olduğunuz sınıf ve siyaset belirleyici değil mi yani? Bu kadar basit mi? Esas mesele hırs ve güç mü? Değil elbet.  Sadece “ben” in olduğu yerde, bir kurtuluş söz konusu değildir, sistemin bir parçası olursunuz. 

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de başka form ve kılıklara girmeden, “mış” gibiler olmadan temelden sarsacak olan şey, ekonomik eşitsizliklerin de ortadan kalkması ile doğrudan bağlantılıdır. Zenginlerin her gün daha da zenginleştiği, işçilerin daha da güvencesizleştirilip yoksullaştırıldığı bir düzende kadınlar kurtulamaz. İşte o sözde kadınlar için, kadınların mücadelesi ile popülerleşen feminizmi kullanarak kadın hakları kampanyaları yapan firmalarda emeği sömürülen, işten atılma korkusu ile ömrünü tezgahlarda çürüten, mesailere bırakılan ve maaşlarını alamayan, aynı işi yapmasına rağmen eşit ücret alamayan, sendikalaşma hakları yok sayılan, hele kreş hakkını hayal bile edemeyen milyonlarca kadın kurtulamaz.

Üstelik bu kadınların da sırtından geçinir çoğu kez evlerinde erkekler.
Üstelik o evlerden hiç dışarı çıkamayan kadınlar çalışmak isterse; iş arasa da bulamayan işsiz kadınlar, işgücü bile sayılmayan milyonlarcalar. 

Bütün bu kadınlar çok çalışmadıkları için, zengin olamadıkları için, o kurslara gidecek imkanları olmadığı için, okuyamadıkları için, kendilerini geliştirmedikleri için yahut mülk sahibi bir ailede doğmadıkları için yine mi suçludur?
Bunun için tüm yaşadıkları hak mıdır?

Müge Anlı’nın bir program kesiti sosyal medyada çok paylaşılmıştı: “...biz sınavda ter dökerken sen kısır yiyordun görümcelerinde…” bu mudur? Yorumu ve sorguyu size bırakıyorum.

Ne tek başına, ne tek yönlü: Örgütlü, bütünlüklü  

Kadına yönelik şiddetle mücadelede bir ele alış olarak olarak kişisel olan politiktir ve mücadelenin önemli bir evresidir. Ancak nesnel şiddeti görmediğimiz yani üretim ilişkilerini, sonuçlarını ve etkisini görmediğimiz, yok saydığımız bir mücadele hep eksik kalır ve şiddetin temelini sarsmaz. Ve aslında şiddet diğer kadınlar için devam eder. Devam eden şiddet, toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretir.

Kadına yönelik şiddet kadınların çalışma yaşamına dahil olmasından bağımsız düşünülemez. Bakın kadınlar en çok evlerinde öldürülmüş. O evler toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üreten, en çok üreten yerler ve en çok da orda kadınlar uyanışta. O evlerde ne var diye bakabiliriz. Evler kutsal, mahrem diyerek yalıtılmaya çalışılır. O kutsal ve mahrem yerde kadınların el konulan emeği vardır. Temizlik, yemek, çocuk bakımı, hasta bakımı ha bide evin erkeğinin bakımı (kadının ev işi ile meşgul diye işgücü bile sayılmadığı bu esnada erkek cinsiyette olan işgücünü yeniden üretir). Bir de sınırları da vardır kadının, kadınla ilgili tüm kararı evin erkeği verebilir sadece… gibi sıralayabiliriz. Tüm bu kadınlara yığılan, görev olarak addedilen şeyler kamu tarafından düzenlenmiş olsa kadınlar çalışma hayatına katılmaya karar vermekte daha özgür olabilir, bu bahsettiklerimiz kadınların görevi olmaktan çıkabilir. Evin dışarısında da kadın için koruyucu, güçlendirici düzenlemeler yapılırsa kadın şiddet karşısında kendini eve bağlı ve çaresiz hissetmeyebilir. Yaşadığımız her bir şiddeti nasıl toplumsallaştırmaya çalışıyorsak bizlere yüklenen sorumlulukların da bir o kadar kamu tarafından düzenlenmesini sağlamak için de mücadele etmeliyiz.

Modern hayatta yeni halleri, yeni formaları ile önümüze gelen erkek şiddetine ve en temel eşitsizliği ortadan kaldırmayan kapitalizme ve neoliberal pazarlığına karşı gözümüz açık olsun.

Ne tek başınıza kendinizi güçlendirerek kurtulursunuz ne de sadece kendi yaşadığınız eşitsizliğe karşı mücadele ederek hepimiz kurtuluruz. Bu yüzden hem örgütlü bir şekilde bütün kadınlar için hem de tüm eşitsizlikler için mücadele etmeliyiz. İlham veren bu olsun.

Ve bir diğer ilham verenler: 8 Mart 1857’de 40.000 kadın işçi çalışma koşullarına karşı tekstil fabrikasında greve çıktı, polis saldırdı, işçiler fabrikaya kitlendi, yangın çıktı ve barikatlardan kaçamayan 120 kadın işçi yanarak hayatını kaybetti. O günden bu güne işçi kadınların grevi tüm dünyada bütün kadınlar için “dünya kadınlar günü” olarak bir direniş günü, bir hak arama günü olarak armağan oldu.

Ve şimdi yine çalışma koşullarına karşı örgütlendiği için, sendikalı oldukları için işten atılan, koşullarının düzeltilmesi için greve çıkan, işyerleri önünde günlerdir; kimisi 100’ü aşkın gündür direnen kadınlar var: Melike, Nimet, Kadriye, Pınar, Nurcan, Ayşe, Sevcan, Ebru, Makbule…. İşyerlerinde direnen ve adını bilemediğimiz kadınlar. Unutmayalım yine işyerlerinde çalışan kadın işçilerin mücadelesi ve örgütlü direnişi hepimizin önünü açacak olan önemli güç olacak.

Hep birlikte, işyerlerinde çalışan ve güvencesiz koşullara karşı mücadele eden, sendikalaşma hakları elinden alınmaya çalışılan kadınların yanı başında olacağız. İşyerinde mobbinge, tacize uğrayan, işsiz bırakılan, işyerleri önünde direnişte olan kadınlara kendi deneyimimizle güç olacağız. İş arayan, iş gücü bile sayılmayan kadınların sesi olacağız. 

Asla yalnız yürümeyeceğiz.


*Bu yazıda erkeklerin isimlerini kullanmamayı tercih ettim, direnen kadınları öne çıkartmak istedim çünkü. Başka bir yazıda fail erkeklerin isimlerini de, firmaları da birer birer ortaya sermek üzere...