Yine işsiz bir vatandaş, yine bir devlet kurumu önünde “çocuklarım aç” diyerek kendini ateşe veriyor ve hayatını kaybediyor. Daha üzerinden dakikalar geçmişken Çalışma Bakanı’ndan “alım gücünde ilk sıradayız”, Hazine Bakanı’ndan ise “işsizlikte sert düşüş olacak” açıklamaları geliyor.
Ne oldu, size en ufak bir laf edildiğinde hep zamanlamasını “manidar” buluyordunuz? Şimdi “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” denmez mi size? Bal gibi de denir.
Bu zamanlaması “manidar” açıklamalarınızla ne kadar da rezil bir duruma düştüğünüzle pek ilgilenmiyorsunuz, hadi bunu anladık. Peki gerçeklerin içinden tereyağından kıl çeker gibi sıyrılabileceğinize olan inancınız nereden geliyor?
Rakamları manipüle edebilmenize dayanarak mı böyle konuşabileceğinizi sanıyorsunuz? Yoksa Tunus’ta işsiz kaldıktan sonra limon satan ve tezgahının da elinden alınmasıyla kendini yakan Muhammed Bouazizi’nin ardından başlayan Arap Baharı’nın bizde yaşanmayacak bir “tesadüf” olduğuna mı inanıyorsunuz?
Yıllar önce Tunus’ta anlatılanın, bizim de hikayemiz olduğunu biz Marks’ın Kapital’inden biliyoruz. İşsizliği, yoksulluğu, açlığı, devlet kurumları önünde ya da şehirlerin meydanlarında kendini yakan insanlarıyla farklı coğrafyaların birbirine benzeyebileceğini, kapitalizmin her yerde kapitalizm olduğunu en iyi emek verenler bilirler.
Bu nedenle bazı palavralara da karnımızın tok olduğu bilinmeli. Ne gibi mi?
Yalan rakamlarınıza fazla güvenmeyin
Alım gücünde ilk sıradaymışız… Mesela bundan başlayalım. Bunu diyen de asgari ücrete üç kuruş fazla zam yapılmasın diye pazarlık üstüne pazarlığa oturan Çalışma Bakanı. Bakın bu alım gücü meselesini enflasyondaki yalan düşüşe dayandırıyorlar. Hesaplama yöntemlerinde yaptığı türlü oyunlarla düşük enflasyon rakamları elde etmeyi başaran TÜİK bile geçen ay enflasyonu %1.35’lik artışla yıllık %12.1 gösterdi. Yalan enflasyon rakamları bile artış gösteriyor.
Peki ya bakan damat beye ne demeli? İşsizlik sert şekilde düşecekmiş. Peki neye dayanarak? Tabi kendisinin işsizliği azaltmak için yaptığı tek hamle “her patron bir kişiyi işe alsın” düzeysizliğinde olduğu için, işsizliğin düşeceğini söylemesi de haliyle normal! Sanıyoruz işsizliği yerli araba üretmekle bitirebileceğine inanıyor. Ya da yapımı ayrı rant, arazilerinin satışı ayrı rant, hafriyatı ayrı rant, bitince çevresine inşa edilecek binaların ayrı rant anlamına geldiği Kanal İstanbul’u yaparak.
Biz şunu bir an için unutmayalım: İşsizlik kapitalizmin doğası gereğidir. Hele de bizim gibi üretmeyen, ithal eden ülkeler için asla düşmeyecek rakamın işsizlik rakamları olduğunu bilelim. Kaldı ki, ekonomi büyümüyor küçülüyor. Ekonomik büyümenin bile istihdam yaratmadığı, üretim yapmayan toplumlarda, küçülmenin daha fazla işsizlik doğuracağı da ortada.
AKP iktidarı işsizlik oranlarını, yalan enflasyon rakamlarını hesaplayan TÜİK’in hesaplamasına güveniyor olabilir. Ne de olsa çarpıtma yapabiliriz diye düşünebilirler. Damat bey buna dayanarak böyle atıp tutuyorsa fazla heveslenmesin. Çünkü gerçek er ya da geç kapınızı çalacak. Şimdi kapılarınızın önünde kendini ateşe verenler yarın sadece kendilerini ateşe vermenin çözüm olmayacağını da görecek. O zaman sizi asgari ücretin 2 katı maaşlarla işe aldığınız, anayasaya aykırı olup olmamasına aldırmadan her türlü hakkı tanıdığınız bekçilerinizin koruyamayacağını da göreceksiniz. Asgari ücretle geçinen, işsiz olan milyonların yanmakla tükenmeyeceğini de anlayacaksınız.
Mesele sınıfsal
Tabi bu ihtimallerin uzak olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Bunu yaşayıp göreceğiz. Bizim de elimizde bunları öngörmeye yarayacak bir sihirli küre yok. Sadece “bugüne kadarki tarihin tarihin sınıf mücadeleleri tarihi” olduğunu biliyoruz. Bu nedenle bakanların böyle rezilce atıp tutmalarını izlediğimizde sadece öfkenmiyoruz. Örgütlenmek gerektiğini de biliyoruz.
Enflasyonu da işsizliği de damat Berat’ın açıkladığı rakamlardan değil, kendi cebimizden biliyoruz. Ama bu ekonomik kriz günlerinde mesele sadece ekonominin “kötü yönetimi” değil. Gerçek bir sınıf savaşımı yürütebilmek için, AKP yönetimi değişse her şeyin çok güzel olacağını savunan liberal eğilimle de hesaplaşmak gerekiyor. Konunun sadece kötü yönetim olmadığını, en son ana muhalefetin metal grevi söz konusu olduğunda sessizliğe bürünmesinden veya İstanbul’da belediyenin yaptığı ulaşım zammından da görebiliriz.
Bu eğilim başa beladır. Kendini ateşe veren vatandaşa iş bulunsaydı bu sorunların ortadan kalkacağını düşünür. Siyanürle intihar edenlere ise “sosyal yardım” sağlansaydı ya da biraz daha sol liberalse “dayanışma” sağlansaydı bunların önlenebileceğine inanır.
İşte bu eğilimden uzak durmalıyız. Çünkü mesele sınıfsaldır. Öncelikle ortaya koymamız ve her fırsatta savunmamız gereken budur. Devamında ise bu tahlili yapmanın gereğini yerine getirmek gelecektir.