Metal işçisi grev dedi, MESS ise lokavt.

Silahlar çekildi, sınıf savaşı daha grev başlamadan kapışmayla başladı.

İyidir. Herkesin gerçek yüzü hele bir ortaya dökülsün. Patron sendikası MESS ile işçi sendikasının sağcısı bile karşı karşıya kalsın. Sınıf kavgası başlasın.

Zam kapısını küfür eder gibi %6’dan açan MESS’in önce %8, ardından %10’a çıkardığı zam teklifini metal sendikaları elinin tersiyle itmeyi bildi. İşçiyi satmadı. Grev kararı açıklandı, karşısında da patronların lokavt kararı.

MESS’in bu cüreti nereden aldığını tahmin etmek zor değil. Asgari ücrete, oynanmış enflasyon rakamlarını baz alarak zam yapanlardan, grev erteleme kararı alacağına inandığı hükümetten alıyor cesaretini.

Ama hevesi kursağında kalacak. Neden mi? Biz metal işçilerini 2015’te “metal fırtına” diye söz edilmesini sağlayan direnişlerinden biliyoruz da ondan. Türkiye’nin dört bir yanındaki birçok fabrikaya metal işçilerinin eylemlerinin yayıldığı bu dönemde, hem ücret artışları hem de toplu sözleşmenin diğer maddelerinde kazanımlar elde edildi. Grev yasakları bile fiilen uygulanamaz hale geldi. Hatta metal fırtınanın etkisi o kadar uzun zaman sürdü ki eylemler bittikten sonra bile 2017 yılında MESS’in metal işçisine dayattığı 3 yıllık sözleşmede geri adım attırmayı başardılar ve bu süreyi 2 yıla düşürdüler.

Bu kazanımların üstünden henüz çok kısa zaman geçmişken patron sendikası MESS’in bu kadar pervasızca %6’dan %10’a ancak çıkarabildiği bir zam oranı ile 3 yıl toplu sözleşme gibi hak gaspının dik alası olan öneriler yapabilmesinin altında yatan dayanak; asgari ücretin yalan dolanla yoksulluk sınırının altına çekilmesinde yatıyor. 

Ama asgari ücrette olan bu sefer olmadı. Bu kez sendikalar grev konusunda elini korkak alıştırmadı. Sağcı sendikasından solcusuna, grev silahını masaya koymaktan çekinmediler. Son dönemde sendikaların genel olarak takındığı patronla uzlaşmacı tavırdan uzak durmayı başardılar. Gerçek rollerini oynamak üzere bir adım atmış oldular.

İşçiler sahnede

Ama bu tabloda bir eksik var sanki. Tabloda sol yok. Ana muhalefetin sırf metal patronları kendine yakın diye etliye sütlüye dokunmayan siyaset tarzı var. Kendisine çok kaybettirecek. En hafifinden “demokratım” diyenlerin bile işçilerin hakkını, hukukunu savunma zorunluluğu var. Çünkü demokrasi mücadelesinin de başka türlü ilerleyeceği yok. Hele de ekonomik kriz zamanındayken “ben işçi hareketinden biraz uzakta durayım” demek siyaseten kaybetmektir, demokratlar için bile böyledir.

Peki ana muhalefet böyle de sosyalistler yani işçi sınıfının siyasetini yürütenler ne yapıyor? Onların da böyle bir gündemi yok. Hadi Türk Metal’i sağcı diye beğenmiyorlar diyelim. Hoş bu da kabul edilebilir bir gerekçe değil ama peki ya Birleşik Metal’in mitingine bile katılmamak da ne demek oluyor? Üç maymunu oynuyorlar adeta. İşçileri görmüyor, görse de duymuyor duysa da konuşamıyorlar. Üstelik bu hal yeni de değil epeyce bir süredir böyle. En fazla alakadar olanı “diğer konularımızın yanında bir de işçilerin hakları var” düzeyinde ya da “işçi sınıfına ekonomik anlamda yardım edilmelidir” seviyesinde ele alıyor konuyu. Oysa sosyalistler işçi sınıfını çok seven ve iyi yaşamasını isteyenler topluluğu değildir. Ekonomik anlamda işçilerin kalkınmasının değil bir sınıf olarak ayağa kalkmasının her şeyi değiştireceğini savunanlardır. Eğer kapitalizm kötü ise bunu ortadan kaldırma potansiyeli olan yegane sınıf işçi sınıfı olduğu için bunu savunurlar.

Ama burada mesele sadece işçi sınıfı iktidarını savunmakla ya da bir metin yazıp sosyal medyadan paylaşmakla geçiştirilemeyecek kadar zordur. İşçiler sömürünün farkında, bilinçleri var. Buradaki esas mesele, “nasıl birlikte hareket edecekler, organize olacaklar ve bir sınıf olarak karşı sınıfın önüne dikilebilecekler” meselesidir.

Bu açıdan işçilerin ücretleri için yürüttüğü mücadeleyi de asla hafife almamak gerekli. İşçi sınıfı birdenbire birleşip devrim yapmayacağına göre, ücret hakkı ya da işten atılmalara karşı mücadelelerden geçecek ki yolunu çizmeyi öğrenebilsin. Ayrıca bu mücadeleler de öyle kolay lokma, hop diye kazanılacak durumda değil ki. Grev ya da iş bırakma eylemleri yapmanın, işyeri önü direnişlerinin türlü zorlukları, karşılaşılan binbir türlü baskısı, katlanılmak zorunda olan türlü türlü çilesi var.

Trelleborg’da oldu metalde neden olmasın?

Son olarak Trelleborg’da işçilerin greve çıkarak %34 zammı kazanması çok önemli bir kazanım. Mutlaka örnek almak gerekiyor. “Olmaz efendim, Türkiye’de işçiler harekete geçmez, geçse de iki günde vazgeçer, geri döner” diyenlere de bu ders olsun. İşte örnek. Avrupa’da grev olduğunda derhal dayanışma mesajları yayınlayan sosyalistler, bu topraklarda olan grevlerin kapısından geçmiyor. Hadi kapısına gelemedi, kazanım olduğunda bile gündemine almıyor. Hadi bunu kaçırdı, koskoca metal grevi geliyor, yönetimlerine girmek için kırk taklalar attıkları solcu sendikaların mitinglerine bile katılma zahmetinde bulunamıyor.

Üstelik de ekonomik kriz zamanında oluyor bunlar. “Krizin faturasını ödemeyeceğiz” türünden söylemlerle krizi bir süre sonra geçecek bir hastalık gibi ele almak gibi bir hataya düşülüyor. Oysa kapitalizmde krizler yapısaldır. Bununla mücadele edilecekse de yol işçi sınıfı hareketini ilerletmekten geçer.

Hemen önümüzde duran metal grevi büyük metropollerde cereyan edecek. Öncelikle önümüzde duran görev grevi yasaklatmamak olacak. Metal patronları hükümetin grevi yasaklayacağına çok güveniyor ama hükümetin bu konuda eli eskisi kadar güçlü değil. Kaldı ki grevin yasaklandığı koşullarda bile verdiği fiili mücadele ile adını metal fırtına olarak yazdıran metal işçisi, durmayacaktır.

Bu açıdan herkes metal grevinden kaçınamayacağını bilmelidir. Patronların sırtını hükümete yaslamasının bir anlamı yoktur. Solun da metal fırtınadan kaçınmak için şemsiye açmasının… Bilinmeli ki her fırtına şemsiyeleri ters çevirir.