Geldik bir yılın sonuna. 2020’de gidişatın nasıl olacağı daha bu yılın sonundan belli oldu.
Simit sarayları gibi büyük patronların kurtarıldığı, Kanal İstanbul gibi ne işe yarayacağı belirsiz projelere milyar dolarların akıtıldığı, yıllardır ısıta ısıta temcit pilavına dönen yerli otomobil hülyalarına yatırımların yapıldığı bir dönemdeyiz. Ama diğer tarafta asgari ücrete kuruşların bile hesap edilerek zam yapıldığı bir yıl sonunu geçiriyoruz. Haliyle 2020’nin nasıl geçeceğini öngörmek de zor olmuyor.
“İşçilere jest” söylemin altından %15 zam çıktı. Eh enflasyon rakamları yalan olunca, “jest” gibi söylemler de yalanın kuyruğu oluyor sanırız. Tabloya bakın: Oynanmış enflasyon rakamları ile gerçek hayatı belirleme cüretini gösteren tuzu kurular bir yanda; 2324 TL ile kirayı mı, faturaları mı, çocukların masraflarını mı ödeyeceğini düşünen milyonlar diğer yanda. Bir de üçüncü taraf var ki onlar da işçi örgütleri olmaktan çoktan çıkmış ve işçileri satanlar kategorisinden kareye giren sendikalar.
İşte gerçek tablo bu. Asgari ücretle sınıf çelişkileri ters orantılı. İlki küçüldükçe ikincisi büyüyor. Patronlara, saraylara, ranta aktarılan pay ile sınıf çelişkileri arasında ise doğru orantı var. İlki büyüdükçe ikincisi de büyüyor. Hem asgari ücretin küçüldüğü hem de patronlara ayrılan payın büyüdüğü son dönemde, sınıf çelişkilerinin büyüme hızını varın siz hesap edin.
Bugünlere nasıl gelindi?
Asgari ücretli milyonlar, açlık sınırının bile altında yaşıyor. Elektrik, doğalgaz, su, gıda… tüm temel ihtiyaçlara zam üstüne zam yapılıyor. Zamlar yetmezmiş gibi bir de asgari ücretten vergi kesiyorlar. Kanala, ranta paralar hiç hesapsız saçılırken emeklilik hakkını isteyen EYT’lilere “bütçe yok” deniyor. Patronlardan vergiler silinir, borçları ertelenirken emek verenler temel ihtiyaçları için borçlanıp durmakta. Tüm bunların üstüne asgari ücrete zammı hiç utanmadan emekçilere %15 olarak açıklıyorlar.
Peki nasıl bu noktaya geldik, geçen yıl %26 zamdan bu yıl %15’e nasıl düştük? Geçtiğimiz yıl asgari ücret görüşmelerinin hemen ardından seçimler vardı. Bu nedenle iktidar elini korkak alıştırmadı, zam oranını yüksek tuttu. Hatta öyle ki bazı hükümete muhalif ama liberal ekonomistler hükümeti ekonomik kriz döneminde asgari ücrete fazla zam yapmakla bile suçladı! Evet yanlış duymadınız, bu da yaşandı. Bu yıl seçimler uzaklarda olduğundan iktidarın eli rahattı. Birkaç aydır TÜİK’in enflasyonu düşük gösteren hesaplamalarıyla zemini de hazırlamışlardı.
Gördüğümüz gibi seçim olan zamanlarda patronları kızdırmak pahasına işçilerin lehine ekonomik düzenlemeler yapabilen, tanzim satış yerleri kuran, asgari ücrete daha fazla zam yapan iktidar seçim olmayan zamanlarda ise işçilere doğru attığı adımların kat be katını patronlar için koşarak atıyor.
Böyle asgari ücrete böyle cevap: Genel grev
Tabi asgari ücrette zam bile denemeyecek bir artış yapılabilmiş olmasının tek gerekçesi seçimlerin olmaması da değil. Az önceki tabloda 3. taraf olarak andığımız sendikalar da bunda etkili.
Türk-İş önderliğinde tüm sendikalar ortak bir kararla %27’lik bir zamla 2578 TL’nin altında önerilecek bir asgari ücreti görüşmeye bile açmayız dediler. Ama sonuç ne oldu? %15’lik zam ve 2324 TL’lik bir asgari ücret. Olabilir, her mücadeleden kazanımla çıkamayabiliriz. Ama bunun ardından sendikalar ne yapıyor? Sadece kınama açıklamaları. Sonucu en az 20 milyon işçiyi etkileyecek bu asgari ücreti kabul etmeyerek bir genel grev çağrısı yapmak, binlerce işçinin üye olduğu koca koca sendikaların boynunun borcu değil midir?
Efendim neymiş, işçilerin belirlenen asgari ücreti kabul etmeyip grev yapmak gibi bir hakkı yokmuş… Sormazlar mı, anayasal hakka dayanarak alınan grev kararları en son ne zaman uygulanabildi? Tüm grevleri bir bahane ile siyasi iktidar yasaklamadı mı, ertelemedi mi? Şimdi neden birdenbire kurallara çok bağlı sendika olunuveriyor? Ayrıca hangi kanun genel grev hakkını ortadan kaldırabilir? Belirlenen bu asgari ücret karşısında verilebilecek en kapsamlı cevap genel grev ilan etmek olacaktır. Sendikalar masadan kalkmayı bildiği gibi, sözünün arkasında durmayı da bilirse, genel grev çağrılarını kulak ardı etmezse gerçek bir mücadeleden bahsedebilir ancak.
Sadece hükümete yakın sendikalardan da bahsetmiyoruz elbette. Solcuların yönetimlerine girebilmek için önemli bir motivasyon sahibi oldukları sendikalarda da durum aynı. Patronlarla açılışlarda buluşan, patron sendikalarıyla “diplomasi” görüşmeleri yapan bir işçi sendikacılığı yürütülünce, asgari ücret zammına tepki de kınamakla sınırlı kalıyor. Asgari ücrete, işten çıkarmalara, hak gasplarına karşı gerçek bir mücadeleye bir türlü sıra gelmiyor.
Gerçek sınıf örgütlerini yaratmak
Bilelim ki sınıfın siyasetini yapmak üzerine kurulu olmayan bu sendikacılığın, hata diyemeyeceğimiz artık eğilime dönüşmüş olan siyasi çöküşünün sorumlusu işçi sınıfı değildir. Kimse “işçi sınıfı örgütsüz” diye suçu başkasında ya da “sınıfta” aramasın.
Tabi bir de bu durumu tespit ettiği halde, bunu mutlaklaştıranlar “böyle gelmiş, böyle giderciler” var. Bu tür görüşleri elimizin tersiyle itmeliyiz. Nasıl ki işçi sınıfına büyük yıkımlar getiren ekonomik kriz günleri aynı zamanda emek verenler açısından sınıf savaşımına imkan yaratıyorsa; sınıf örgütlerinin bu vaziyette oluşu da yenilerini kurmanın olanağını yaratmakta.
Tabi her konjonktürde CHP’nin kendiliğinden düzelmesini bekleyen solcular gibi, her koşulda mevcut sendikaların kendiliğinden düzelmesini bekleyenler de var. Bu gereksiz “iyi niyetli” düşüncelere sahip arkadaşlara diyoruz ki: Böyle bir dünya yok!
Ekonomik kriz tüm ağırlığıyla yaşanıyor ama gerçek sınıf örgütleri yoksa bilelim ki imkanlar bizden yana. Her köşe başında grev çıkmasını bekleyerek sınıf siyaseti yapılmaz. Bunu bekleyenler, o işçiler direnmeye başladıklarında ise semtlerine bile uğramadan sosyal medyadan alkışlayanlar oluyor. Bize düşen, gerçek sınıf örgütlerinin yokluğundan şikayet etmek değil onları yaratmak üzere kolları sıvamak.
Kesenin ağzını patronlara açıp, asgari ücrete asgariden de az zam yapanlar,
Patronların devasa borçlarını bir kalemde silip, emek verenlerin ise temel ihtiyaçlarından kaynaklanan borçlarının peşine düşenler,
Kanallara, ranta para saçıp, sıra EYT’nin emeklilik hakkına geldiğinde “bütçe yok” diyenler,
Sadece kendini ve patronları kurtarmak için hareket edenler
Bilsinler ki:
Biz milyonlarız.
Bu gidişatı ancak biz değiştirebiliriz.
Marks’ın andığı kavramla, “kendi elleriyle kendi mezar kazıcılarını yaratan kapitalizm”de ya hakkımızı vereceksiniz ya da defolup gideceksiniz.