Bir süredir büyük firmaların batması/küçülmesi haberlerine daha sık rastlar olduk. Atlasjet, Sarar derken son olarak Simit Sarayı. Ekonomik krizin patlak vermesinin üzerinden neredeyse bir yılı aşkın zaman geçti ve sıra kapitalist devlere yeni yeni geliyor.

Tabi bunların tam anlamıyla batmasından söz edemiyoruz. Batıyor diye geçiyor ama o nasıl bir batmak? Utanmasak “yahu biz de şirket açsak da böyle batsa” diyeceğiz! Kamu bankalarını devreye sokmak mı ararsınız, teşvikler, hibeler, vergi indirimleri, borç iptalleri mi ararsınız? Mevzu bahis büyük patronlarsa geçtik batmayı, aman ha bir kuruş karlarından bile olmasınlar diye her yol mübah.

Eh, ne de olsa kapitalizmde hayat patronlara güzel. Hele de kriz dönemlerinde daha da güzel. Simit Sarayı örneğinde gördüğümüz gibi kamu bankaları derhal devreye giriyor, krediler çekiliyor, gerekli tüm izinler anında hallediliyor ve şirket batmaktan kurtarılıyor. Şirket eğer batma aşamasından biraz daha iyi durumdaysa o zaman da işçi çıkarılıyor, işçilerin hakları “kriz var” bahanesi ile gasp ediliyor. Tazminatları bile ödenmeden kapının önüne konuyor. Kısacası ekonomik krizde kurtarılan patronlar oluyor, olan yine emek verenlere oluyor.

Kamunun parası kimin cebinde?

Simit Sarayı’nın kurtarılması meselesinde, tam 500 milyon dolar borcu olan firmanın %51 hissesini Ziraat Bankası’nın satın aldığı belirtiliyor. Meblağlara bakınız. Bütün kamu varlıklarını bir gram acımadan satanlar, “size ayıracak bütçe yok” diye EYT’nin emeklilik hakkını vermeyenler, asgari ücret görüşmelerinde 1 liranın hesabını yapanların patronlar için döktükleri kredilere, paralara bakınız.

“Kamu kaynaklarını kamuya ayırıyoruz, maaşları ödüyoruz ya” şeklinde konuyu ele alanlardan beklenen tam da budur! Kamunun parasının kimleri zengin etmek için harcandığı, kimlerin keselerini doldurduğu ortada.

Asgari ücret hesaplanırken hiç utanmadan simit-çay hesabı yapanlar, vatandaşın boğazından geçecek o simitleri de yine vatandaşın parasıyla satın alıyor. Ve nihayetinde yine vatandaşa satıyor. “Bu ne yaman çelişki” diyeceğiz ama işte sistemi tam da bu çelişkiler bütünü oluşturuyor.

Simitçi, kahveci, gazozcusu olan patronlar zengin ediliyor. Patron sınıfı halinden memnun. Şinanay da şinanay, güllük gülistanlık yaşıyor. Şarkının devamındaki gibi, lüküs kamarada da onlar oturuyor!

Hep bize hüsran olmayacak

Her zaman söyledik, yine söyleyelim. Tekrardan zarar gelmez: Bu işler böyle gider sananlar yanılıyor.

“Kamu bankalarında para bu kadar bolsa ücretler neden artırılmıyor, emek verenlerin yaşayabilmek için yaptıkları borçlar neden silinmiyor?” diye soranlar var. Bu soruları soranların sayısı giderek artıyor.

“Boğazımızdan geçecek simitleri bizim paramızla satın alıp, yine bize satıyorsunuz” diyerek gerçekleri görenler var.

Bir tarafta simitlerden saraylar yapanlar, diğer tarafta tek bir simit-çayın bile reva görülmedikleri... Bu çelişki, sınıf çelişkilerinin ta kendisidir.

Simit bile yiyemeyenler, simitlerden saraylar kuranları ve o sarayları batırmamak uğruna cebimizdekine göz dikenleri unutmuyor. O sarayları gerçek anlamıyla batıracak olanlar da simit yiyemeyenlerdir. Siz de bunu unutmayın.