Ekonomik kriz yokmuş, millet iş beğenmiyormuş, ekonomiye dış güçlerin saldırısı varmış… Temcit pilavını bilir misiniz? Sizinki temcidi de aştı çoktan. Aynı pilav bir sofraya gelse gelse 2 kere, bilemedin hadi 3 kere gelir. Bir yerden sonra artık bayatlar, kokmaya, bozulmaya başlar, yenmez hale gelir.

O pilavı bozulduğu halde sofraya koymaya çalışır gibi konuşup duruyorsunuz. Ama tıpkı kokan pilavı yiyen olmadığı gibi, artık yiyen yok bu kokmuş lafları. “Biz yedirmeyi biliriz” mi diyorsunuz?

Olmaz efendim. Yapamazsınız. Bir tarafta asgari ücretliler, işten çıkarılanlar, maaşı aylardır ödenmeyenler. Diğer tarafta asgari ücretin 40 katı maaş alan bir Cumhurbaşkanı. Kime neyi yediriyorsunuz?

Evet yanlış duymadınız, 40 katı. 2014’te 26.800 TL olan cumhurbaşkanı maaşı, 5 yıl içerisinde 81.250 TL’ye çıkmış. İşçi maaşları söz konusu olduğunda göremediğimiz şekilde enflasyonla uyumlu bir düzenleme doğrusu. Kendin önerge ver, kendi maaşına zam iste, kendin onayla ve maaşına zam yap. Karışan yok, denetleyen yok, hesap soran yok.

Emek verenler ise asgari ücrete talim etsin. O da şanslıysa. Sizin deyiminizle “iş beğenmeyen” gerçekte ise iş bulamayanlar, aylardır maaşlarını alamayanlar, sigortasız ve güvencesiz çalıştırılanlar ücretin asgarisini bile alamasın. Hükümet “kriz yok” adlı temcit pilavını önümüze süredururken, patronlar krizi gerekçe göstererek istediği gibi işçi çıkarsın, işçinin tazminatını da alacaklarını da ödemesin. Buna da karışan, denetleyen, hesap soran olmasın. Oh ne ala memleket, hayat patronlara ve patronculara güzel.

Borç krizi sürüyor

Borç krizi içerisinde debelenip dururken “kendine saray halka sefalet” ilkesinden bir adım bile geri atılmadı. Borç krizi derken öyle böyle borç değil. Dünyada borçlu ülkelerin başını çekiyor şu an Türkiye.

Peki nereden çıktı bu kadar borç? Şimdiye kadar çokça anlattığımız kısa hikayeyi yeniden hatırlamamızda fayda var: Her şey, dünya çapında yaşanan 2009 ekonomik krizinden sonra ABD’den alınan düşük faizli kredilerle başladı. Bu bol sıcak para sayesinde AKP, “kriz teğet geçti” diyerek ve ekonomik verileri kısa süreliğine de olsa istikrarlı tutarak birkaç seçim daha kazandı ama sonrası hüsran oldu. Çünkü bu paraları üretime yatırmak yerine kısa dönemli karı yüksek görünen ve AKP’lilerin iştahını kabartan inşaata ve betona gömdüler. Bilin bakalım sonra ne oldu? 2013’ten sonra ABD’nin düşük faizli kredi vermeyi kesmesiyle dış borç arttıkça arttı. Üretim düştükçe düştü. Üretim düştükçe işsizlik fırladı. Son olarak da geçtiğimiz yıl, yaz aylarında doların fırlamasıyla her şeyi dışarıdan satın alan, üretmeyen Türkiye derin bir borç krizi batağına gömülüverdi.

Hikaye kısa ama yarattığı etki oldukça uzun süreli ve derin bir ekonomik kriz olarak önümüzde duruyor. Ekonomik krizde “aynı gemideyiz” laflarından geçilmiyor ama ne hikmettir ki patronlar asla batmıyor, bırakın batmayı karları bile düşmüyor, hatta daha da artıyor. Evet kapitalizmin rekabet ilişkileri içerisinde büyük balık küçük balığı yutuyor, bazı ufak firmalar kapanıyor olabilir. Ancak bu durum bizi yanıltmasın. Krizin yaşanmadığı koşullarda da böyle şeyler oluyor çünkü. Burada başımıza gelen şu; sermaye sahipleri, liberalizmin meşhur sözlerinden olan “krizleri fırsata çevirin” sözünü hayata geçirmeye bakıyor. Krizi fırsata çevirerek işçilere maaşını ödemiyor, sigortasını yatırmıyor, fazla mesaisini yatırmıyor, “eleman fazlalığı” bahanesiyle işten atıyor.

Hükümet hiç geri durur mu? Kendi maaşına zam yapa yapa işçi maaşının 40 katına çıkaran Cumhurbaşkanı’nın damadı bakan bey de hiç geri durmuyor. Çıkıyor, patronları kurtarma planlarını sırıta sırıta anlatıyor.

Borç krizini aşmak konusundaki önerileri: “Tabana yaymak”. Tabandan kasıtları elbette tüm emek verenlerdir. Her gün bir yenisi eklenen zamlar, her türlü temel tüketim maddesine konulan ek vergiler, ödenmeyen maaşlar sayesinde zengin edilen patronlar... Tüm bunlar asıl olarak kendilerine ait olan borcun bize ödetilmek istendiğini göstermeye yetiyor da artıyor.

Ancak sanmayalım ki ekonomik gidişat konusunda yol yordam bilmeyen iktidar, krizi bu yolla çözebilir. Bir an için emek verenlerin asla sesini çıkarmadığını ve söylenen her şeyi kabul ettiğini düşünelim. Görelim ki böyle olsaydı bile, iktidar ne yapacağını bilemez haldedir. ABD ile, Rusya ile bir takım tuhaf anlaşmalar yaparak içine düştüğü krizi aşmaya çalışmakta ama gerçekte debelenmektedir.

Ayrıca, ne mutlu ki emek verenler de susmuyor. Hakkını arayanlara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Kendine milyonlar alanlar, haklarını isteyen işçilere ise polisi, gazı reva görüyor. Bu koşullarda işçilerin direnişlerini daha da büyüteceğini, ister iktidar partisi isterse muhalefet partisi olsun karşılarında dikilen tüm patroncuları daha da köşeye sıkıştıracağını göreceğiz.