Ülkede neredeyse bir iğne bile üretilmiyor. Sanayisinden inşaatına, turizmine kadar küçülmeyen sektör kalmadı. Üretimin olmadığı yerde elbette işsizlik de dağları aştı. Ancak ekonomiyi yönetenler, artık kimsenin itibar etmediği toz pembe dünyalar anlatmaya bayılıyor.

Hiçbir güvenin kalmadığı TÜİK, işsizlik oranının %14.3’e yükseldiğini, işsiz sayısının 1 milyon kişi artarak 4.5 milyona dayandığını hesaplıyor. Türkiye Müteahhitler Birliği denen patron kuruluşu bile çıkmış “2019 yılı beklenenden zor geçiyor” başlıklı rapor yayınlıyor. Üretimin olmaması, işsizliğin bu kadar artması patronları bile tedirgin ediyor.

Neden? Kar payı azalacak da ondan. İşçi üretmezse, patronun zenginliğinin esas kaynağı olan ve bizzat işçinin üretmesine bağlı olan artı değer de üretilemez. Patronun zenginliğine zenginlik katması da çok zor hale gelir. Ama kapitalist rekabet koşulları sınır tanımadığından, artı değerden elde edemediğini ranttan, doğanın talanından elde etme yoluna giden patron sınıfı, ekonomik kriz koşullarında bile sermayesini büyütmenin bir yolunu buluyor. Buna rağmen üretimin olmamasından şikayet etmeyi yine de gerekli görüyor.

Sadece Türkiye’de de değil, dünya çapında kapitalizm üretkenliğin düşüşü ve beraberinde gelen ekonomik krizlerle karşı karşıya. ABD’de 2001’den bu yana, Avrupa’da ise çok daha öncelerden, 1970’lerden başlayan üretim düşüşleri yaşanmakta. Bu da dünya çapında bir ekonomik durgunluk yaratıyor. Böylece işsizlik de giderek yapısal hale geliyor.

Türkiye dünyadan da beter durumda. Üretmeyen, tüm önemli tüketim maddelerinin ithal edildiği, kamu kaynaklarının satıldığı Türkiye tablosunda işsizlik de ciddi seviyelerde. Genç işsizlik deseniz, çok daha korkunç boyutlarda. Resmi verilere göre bile %27 ile tam 3.5 milyon genç işsiz var.

İşsizliğin ulaştığı boyut, bizzat işsiz kalmanın yarattığı yıkımın yanı sıra kapitalizmin çok bilindik bir yasası olarak da karşımıza dikiliyor. Mevcut çalışanları işsiz bırakma tehdidi ile üç kuruş maaşa mahkum etmek.

Düşene bir tekme de biz vuralım

Tüm bunlar karşısında Ekonomi Bakanı Damat Berat nasıl bize sırıtarak ekonomide işlerin tıkırında gittiği masalını anlatıyorsa, Bütçe Başkanı Naci Ağbal da 2020’de tam 1 milyon yeni istihdam olacağını söyleyebiliyor.

Peki nasıl olacak bu 1 milyon istihdam? Somut planınız ne? Yeni üretim alanları mı yaratacaksınız? Özelleştirip sattığınız bütün kamu işletmelerini geri mi açacaksınız? Betona gömdüğünüz paraları artık halk için üretmeye mi harcayacaksınız? Elbette hayır.

Zamlarla, ek vergilerle toparlamaya çalışsanız da giderek küçülen kamu bütçesinin dibi, savaş politikalarınızla daha da delindi. “Operasyon bize ek yük getirmeyecek” diyordu Bay Bütçe Başkanı. Operasyona kendi deyimleriyle “ara” verildi ama daha şimdiden dış borca eşit bir savaş bütçesinden bahsediyoruz. Evet belki size ek yük getirmez ama o yük kimin sırtına binecek, bunu iyi biliyoruz.

Meydanı boş, işçi sınıfını örgütsüz gören patronların temsilcisi AKP’nin ekonomi yönetimi için hava hoş. Ama şunu bilmelisiniz ki; kimse bu masallara inanmıyor artık. Gündüz düşü gören de yok. Herkes gerçeklerin farkında.

Mesele ekmek olunca nutuk atmak, milliyetçilik nutukları atmaya benzemiyor. Boğazına girecek ekmeği düşünerek hareket edenleri manipülasyonlara inandırmak ya da en azından oyalamak kolay değil.

Mevzu bahis ekonomik gidişat olduğunda, manipülasyon dışında yol yordam bilmeyen, bilse de işine gelmediğinden uygulamayan siyasi iktidar işte bu nedenle tökezliyor. Halk arasında “düşene bir tekme de sen atma” denerek bahsi geçen tekme atma eylemi ayıplanır. Fakat söz konusu olan sınıf savaşımı olduğunda düşene bir tekme de bizim atmamız, boynumuzun borcu olarak önümüzde duruyor.