Ekonomi son üç çeyrektir yani son 9 aydır küçülüyor. Ne derler; “çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüde yakalanır.” İşte ekonomide küçülmenin iki dönemden uzun süre devam etmesine kapitalist literatürde bile “resesyon” deniyor ve bu durum iktisadi krizin önemli bir belirtisi olarak görülüyor.
Türkiye ekonomisi 2018’in son çeyreğinden beri küçülüyor ve son olarak 2019’un ikinci çeyreğinde %-1.5 küçüldü. Neler küçülmüş diye baktığımızda, en fazla küçülme inşaat ve sanayide. Yani üretim küçülüyor. Bu durum bile başlı başına bir kriz alameti. Üretimin düşmesinin; patronların karına kar katamamaları, sermaye biriktirememeleri ve sonuçta kapitalist rekabet ilişkileri içerisinde yok olup gitmeleri gibi sonuçlar doğurabilecek etkileri var.
Emek verenler açısından ise üretimin düşmesinin; daha fazla işsizlik, fiyatlarda artış, geçinememek gibi sonuçları var. Yani ekonominin küçülmesi ekmeğin de küçülmesi demek. Peki bunun tersi geçerli midir? Yani ekonomi büyüdüğünde ekmek de büyür mü? Bu şartlarda, hayır! Önceki yıl ekonomi büyüdüğünde “rekor büyüdük” söylemlerinden geçilmiyordu ama ne emek verenlerin ücretlerine büyüme oranında zam yapıldı ne de fiyatlara gelen zamların ardı arkası kesildi.
Ekonomik büyüme döneminde bile hal böyleyken ekonomik küçülmenin olduğu kriz dönemlerinde ise işler daha da kötüye gidiyor. Büyüme giderek yavaşladı ve yerini küçülmeye bıraktı. “Eksi büyüme” denerek, “tünelin sonunda ışık görünüyor” denerek gerçeklerin üstü örtülmek isteniyor.
Ekonomide küçülme olmasına rağmen borçlar ise azalmıyor. 2019’un ilk yarısında iç ve dış borçların toplamı %10.6 artarak 5.7 trilyon TL’ye yaklaştı. Dış borçta her dönem tarihi rekorlar kırılıyor, hala daha borç almanın peşindeler. Döviz kurundaki artışlar nedeniyle patronların dış borcu büyüyor. Sermaye sahiplerine yapılan teşvikler, vergi ertelemeleri yetmiyor, bir de üstüne sermayedarları kurtarmak üzere kamu yani vatandaş borçlandırılıyor. Kamunun dış borç olarak aldığı dövizler patronlara düşük faizlerle kredi olarak saçılıyor. Bu liberal politikaların sonucunda olan yine emek verenlere oluyor. Dış borcun büyüklüğünden kaynaklanan bütçe açığı nedeniyle fiyatlara yeni zamlar yapılıyor. Vatandaş daha az tüketiyor. Kişi başına düşen gelir azalıyor ve ekonomi küçülüyor. Ekonomik krizde yaşanan küçülmenin bir kısır döngüsü bu. Diğer bir kısır döngü ise enflasyonda karşımıza çıkıyor.
Her şeye zam var, peki bu enflasyon nasıl düştü?
Ekonomi küçülürken enflasyonda, yıllık bazda kısmi bir düşüş olduğunu görüyoruz. Ağustos 2019 enflasyonu %0.86 artarken yıllık enflasyon ise %15.01’e geriledi. Havuz medyası büyük puntolarla yazdı: “Enflasyon son 15 ayın en düşük seviyesine geriledi.” Peki her şeye zam gelirken, enflasyon nasıl düşebiliyor? Bu düşüşün nedenini daha önce de sıkça tartışmış olsak da yeri gelmişken bir kez daha değinmemizde fayda var. Burada “baz etkisi” diye adlandırılan mekanizma devreye giriyor. Yani fiyatlar düşmüyor, hatta artıyor ama bir önceki yıl fiyat artışlarının hızı o kadar yüksek ki önceki yıla kıyasla bu yılki fiyat artış hızı düşmüş oluyor. Hatırlarsak 2018 yılının Haziran’dan sonraki ayları ekonomik krizin ortaya çıktığı dönemlerdi. Fiyatlar hızla artmıştı. Bu nedenle de bu yıl yani 2019’da Haziran’dan sonraki aylarda her ne kadar zamlar yapılmış olsa da bu bahsettiğimiz “baz etkisi” nedeniyle enflasyon geçen yıla göre daha düşük olarak gerçekleşti. Zaten bu farkı geçen yıla göre değil son 2 yıllık değişime baktığımızda hemen görebiliyoruz. 2 yıllık zaman dilimini baz alırsak 2019’un ilk 6 ayında enflasyonda düşüş değil tam tersine yükselişin var olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Bu bir nevi aldatmaca. Hatta o kadar ki enflasyondaki düşüşün gerçek nedeni saklanarak Merkez Bankası’nın faiz düşürmesi nedeniyle enflasyonun düştüğü bile iddia edildi, biliyorsunuz.
Elbette burada bir gerçeğe daha değinmek gerekiyor. 2019 yılı başından itibaren TÜİK’in enflasyon hesaplarında kullandığı parametreleri değiştirdiği ve bu sayede 2019’da daha yüksek görülmesi beklenen enflasyonun biraz daha düşük gösterildiği belirtiliyor. Ancak şunu da bilelim ki; enflasyonda ister baz etkisi nedeniyle, isterse de TÜİK’in çarpıtmaları sayesinde yaşanan bu düşüş, bir süre daha olumlu gibi görünse de dolar kurundaki artışı tetikleme riski taşıyor. Bu durum fiyatların daha da artmasına neden olacak ve enflasyondaki kısır döngü işte burada başlayacak.
Bu nedenle enflasyonda kısmi düşüşler bizi “ekonomi düzeliyor mu” algısına kaptırmamalı. 2019 Eylül’ünde de aynı mantıkla enflasyonun %10’lara kadar gerileyebileceği tahmin ediliyor örneğin. Çünkü 2018 Eylül’ünde enflasyon birdenbire 6 puan artmıştı, demek ki artış oranı 2019’da daha düşük çıkacak. Bu durum “enflasyonda tek haneli rakamları göreceğiz” diye övünen bakan damat beyin haklı çıktığı algısını yaratıyor. Ama ekonomik gidişata ilişkin olumluluklardan çok uzak olduğumuzu bilelim. 2004 yılından bugüne dek hesaplanan 15 yıllık birikimli enflasyonun %264 olduğunu geçtiğimiz aylarda da dile getirmiştik. Fiyatların aylık bazda ocaktan beridir hiç düşmemesi, hatta giderek artması birikimli enflasyonun daha da artacağını gösteriyor. Kaldı ki yılsonu enflasyonunun %15’lerde kalacağını öngörsek bile, dünyaya göre bizdeki rakamların hala çok yüksek olduğu gerçeği ortada duruyor.
Ekonomi küçülüyor, enflasyon düşer gibi görünüyor ama zamlar katlanarak sürüyor. Bu tablodan iyi gidişat çıkmaz. Bu gerçeği bilerek ekonomik kriz değerlendirmelerimizii yapmamız gerekiyor. Dünya ekonomisinin kriz sinyalleri verdiği, Türkiye’nin ekonomide kötü gidişat kardeşi Arjantin’de işlerin bizden de kötü gittiği bu süreçte “iyiyiz” laflarına karnımız tok olmalı.