Orman yangınlarının neden çıktığını düşünmeye başlar başlamaz derin bir kısır döngü hemen gözümüze çarpıyor. Kapitalizmin rant politikalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkan “iklim değişikliği”nin ormanların yanmasının nedeni olduğunu söylemek, her ne kadar genel bir tespit gibi kalsa da, gerçek nedenin bu olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Kısır döngü de burada başlıyor zaten. Ne kadar beton, ne kadar inşaat, o kadar rant mantığıyla ormanlık alanları, yeşili imara açanlar iklim değişikliğine zemini hazırlıyor. İklim değişikliği nedeniyle yaşanan sıcaklık artışlarının ise, orman yangınları da dahil olmak üzere yaşamı tehdit eden bir dizi sonuçları var. Bu döngü, dozu artarak devam ediyor. İmara açma, altın arama gibi cezai yaptırım dahi uygulanmayan biçimde ormanları doğrudan ateşe veren eller de eklenince her yıl artan sayılarda orman yangınları kaçınılmaz hale geliyor.

İzmir’de günlerce söndürülemeyen yangında en çok konuşulan ise patrondan bozma Orman Bakanı Pakdemirli oldu. Uluslararası kapitalist şirketlerin danışmanını Orman Bakanı yapınca sonuçları da böyle oluyor. Tarım arazilerine bile otomobil fabrikası kurma izni vermek peşinde koşan bakan bey, iş orman yangınlarını söndürmeye geldiğinde, elindeki yangın söndürme uçaklarının motorlarının bozuk veya başka sebeplerle kullanılamaz halde olmasından hiç utanmadan yakınabiliyor. Yangın söndürme ihalesini verdikleri şirketin elinde yeterli uçağı olmadığı söylemlerine “Türk Hava Kurumu CHP’ye çalışıyor” gibi pişkin cevaplar veren bakanın AKP’nin manipülasyon siyasetini hemen kaptığını görebiliyoruz. İzmir’de örneğini gördüğümüz orman yangınının uzun süre söndürülememiş olmasının altında, yangın söndürme faaliyetinin bile özelleştirilmiş olması yatıyor.

Yangından sorumlu kurum olan Orman Genel Müdürlüğü’nün 2015 ve 2018 yıllarına ait bazı verileri iklim uzmanı Önder Algedik kıyaslamış ve çarpıcı gerçeklere dikkat çekmiş. 2015’te çıkan orman yangınlarında 3219 hektar alan yanarken, 2018’de 5664 hektar yanmış. Yani orman yangınlarında ciddi bir artış var. Oysa bu artışa karşın, 2015’te orman yangınları ile mücadeleye ayrılan kaynak 891.1 milyon TL iken 2018’de bu bütçe 884.8 milyon TL’ye düşmüş. Üstelik Orman Genel Müdürlüğü’ne ayrılan bu bütçe içinde Orman Yangınlarıyla Mücadele Dairesi’nin payı sadece 148.7 milyon TL olmuş. İşte yangınların neden söndürülemediğinin bir yanıtı da burada.

Kazdağları’nda ormanları kesen, Salda Gölü’nü imara açanlar İzmir’de de orman yangınını söndürmüyor. Bunlar elbette sadece Türkiye’de de yaşanmıyor. Dünya oksijeninin %20’sini üreten ve iklim değişikliğine karşı dünyanın en büyük savunma sistemlerinden olan Amazon yağmur ormanları yanıyor. Her dakika bir futbol sahası büyüklüğünde ormanın yok olduğu ve eğer bu gidiş durdurulmazsa dev bir bozkıra dönüşecek olan Amazonlar’ın artık iklim değişikliğinin esas kaynağı haline geleceği belirtiliyor. Yangınların asıl nedeni ise Brezilya’nın sağcı Bolsonaro hükümetinin Amazonlar’ı endüstriyel tarım, madencilik ve kerestecilikle ekonomik faaliyete açma politikaları.

Açıkça gördüğümüz gibi, neoliberal politikalar tüm dünyada hem yangınları çıkararak hem de çıkan yangınları söndürmeyerek ormanları kül ediyor. Peki bundan sonra neler olacak? Ormanlar imara mı açılacak? Biz ne yapmalıyız?

Öncelikle şunu bilelim: Çevre kimsenin özel mülkiyeti değil. Kimsenin mülkiyetinde olmayan kolektif alanlara göz dikerek türlü talan politikalarıyla bu alanlara el koymak, kapitalist sistemde patronların mülkiyetlerini çoğaltma biçimlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Yanan ormanlara gelirsek, yangın sonucunda yok olan ormanlık alanların yeniden ormanlaştırılması anayasada yer alıyor. Yani yasal anlamda yanan ormanlık alanların ranta açılması mümkün değil. Ama kitabına uydurularak, türlü alavere-dalaverelerle yolu bulunarak imara açılan alanları elbette biliyoruz. Bu nedenle bu konu üzerine düşünenler, yanan ormanlık alanların imara açılma riskini de değerlendirmek zorunda. Bu alanların imarlaşma ve benzeri hiçbir projeye açılmadan yeniden orman haline getirileceğine, önüne gelen her yeşil alanı projeye dönüştüren AKP hükümeti garanti vermiş değil. Kaldı ki konunun asli öznesi olduğu halde sessizliğini koruyan Orman Mühendisleri Odası, üniversitelerin Ormancılık Fakülteleri, sessiz kalmasa da konuyu sadece “duyarlılık” düzeyinde ele alan kimi demokratik kitle örgütleri AKP’ye bu güvenceyi vermesi için gereken baskıyı yaratmaktan fersah fersah uzak durumda.

Üstelik imar için ağaç kesimleri söz konusu olduğunda bizzat Erdoğan tarafından edilen “Şu kadar kestik ama bu kadar da diktik” sözlerini unutmayalım. Elbette bu yaklaşımın hiçbir bilimsel karşılığı olmadığını bilmeliyiz. Doğal ormanlarla, sonradan ağaçlandırılan alanların niteliksel açıdan karşılaştırılmasının söz konusu bile olamayacağını bilim insanları dile getiriyor. Burada yine yanan ormanlık alanlara gelecek olursak, yanan alanların aceleyle ağaçlandırılması yerine o bölgedeki doğal ağaç türlerinin tohumla gençleşmesine olanak sağlayacak yöntemler uygulanması gerektiğine dikkat çekiyor konunun uzman kişileri. Özellikle İzmir örneğinde gördüğümüz kızılçam ormanlarında, yanan alanların koruma altına alınması ve gerekiyorsa yöreden toplanan tohumlarla takviye yapılmasının yeniden ormanlaştırma için yeterli olduğu, farklı fidan türlerinin yanan bölgeye getirilmesinin ekosisteme zarar vereceği belirtiliyor. Yanan alanların ormana çevrilmesi aşamasında bu değerlendirmeler ışığında hareket etmek esas olmalı. Yani o bölgeye elimize geçen fidanı yollamak ya da yardım kampanyaları yapmanın çözüm olmadığını bilmeliyiz. Diyeceğimiz o ki, “Bir fidan yollayım, vicdanımı rahatlatayım”cılar, buradan size ekmek çıkmaz...

Tam da burada gerçekçi bir çözüm arayışındakilerin nasıl hareket etmesi gerektiği üzerinde durmalıyız. Bilelim ki anlık, gelip geçici “hassasiyetler”in hiçbir çözüm üretemeyeceği gibi görece daha sistematik yürütülen ama kapitalizmin çevre yıkımı dışındaki yıkımlarını merkeze almayan politik akımlar da çözüm üretemeyecektir. Nasıl ki AKP’nin sadece rant-beton siyasetine karşı olmak topyekün bir mücadele hattı oluşturmaktan uzaksa, kapitalizmin de sadece doğayı talan etmesi boyutuyla uğraşmak gerçek çözüm değil. Çünkü ne kapitalizmle ne de yarattığı neoliberal politikalarla parçalı mücadele söz konusu olamaz. Kapitalizm bütünlüklü biçimde bir yandan doğayı tahrip ederken, diğer yandan patronları zenginleştiriyor ve yoksulları daha da yoksullaştırıyorsa biz de bütünlüklü biçimde karşısına dikilmedikçe sonuç almaktan uzağa düşeriz. Böyle hareket etmek ancak gerçek bir antikapitalist mücadeleden kaçma işlevi görür, ötesi değil.

Tüm bunları bilerek, görerek; iklim değişikliğine karşı mücadelenin de, rant ve talan politikalarına karşı direnmenin de biricik yolunun gerçek bir anti-kapitalist mücadele olduğunu bir an olsun unutmayalım.