Son günlerde birbiri ile tezat gibi görünen kimi ekonomik gelişmeler yaşanmakta. Faizler düşüyor ama enflasyon çıkıyor, bir yandan döviz kuru düşüyor. Peki neler oluyor?

Haziran’da “düştü” diye müjdelenen enflasyon, TÜİK verilerine göre Temmuz 2019’da aylık %1.36 arttı, yıllık ise %16.65’e yükseldi. Böylece “Faizleri düşürürsek enflasyon da düşecek” diyen AKP’nin kendisi dışında herkesin gülünç bulduğu bir hesabının daha tutmadığını görmüş olduk. Tabi bir diğer görünen de şu: Hali hazırda devam eden kamu işçilerinin maaş zamlarının belirlenme sürecinde %16 yıllık enflasyona karşılık, işçiye hükümet tarafından %7 zam öneriliyor. İktidara geldiği günden beri kalkınma sağlamasıyla, kişi başına düşen payı artırmasıyla övünen ve “en çok zam yapan biziz” diyen hükümetin geldiği duruma bakınız. İşte enflasyonu hesaplamanın önemi burada yatıyor. Bu yazıda enflasyondaki iniş-çıkışları nasıl yorumlamak gerektiğini ve enflasyon hesaplarken yapılan çarpıtmaları ele alacağız.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki ekonomik kriz dönemlerinde bir ay gibi kısa zaman dilimlerinde ortaya çıkan verileri tek başına değerlendirerek bir sonuca varmak mümkün değildir. Bu nedenle enflasyondaki sadece aylık inişler-çıkışlardan yola çıkarak yapılan değerlendirmeler yanıltıcı olacaktır. Keza Haziran 2019’da enflasyonun sabit kalması söz konusuydu. Bakan damat bey yıl sonundan önce enflasyonda tek haneli rakamları göreceğimizi de müjdeledi biliyorsunuz. Hatta Ağustos’ta enflasyonda gerçekten kısmi bir düşüş de bekleniyor. Elbette Erdoğan’a sorsanız enflasyonda beklenen bu düşüşü faizlerin düşürülmesiyle açıklayacak. Ama asıl neden bu değil. Enflasyondaki artışın aylık olarak duraklaması veya düşmesi, hatta bir de üstüne son dönemde yaşadığımız gibi döviz kurlarının düşmesi bizde “ekonomi düzeliyor” algısı yaratmasın. İktisadi krizlerde temel ekonomik verilerdeki kısa süreli iniş-çıkışlar gayet olağan. Önemli olan uzun süreli verilerin durumu. Yani enflasyonun bir inip bir çıkan bu tablosu zaten krizde olduğumuzun belirtisi. Kaldı ki uzun süreli etkilere bakarsak; 2004 yılından bugüne dek hesaplanan 15 yıllık birikimli enflasyonun %264 olduğunu görüyoruz. Ayrıca en iyimser tahminler bile 2019 yılsonu enflasyonunun en az %15 olacağını söylüyor.

Her ne kadar aylık değerlendirmelerle sonuca varılmasının yanıltıcı olduğunu belirtmiş olsak da Temmuz 2019’da enflasyonun neden arttığını da bilelim. Yazın gelmesiyle sebze ve meyvelerin ucuzlaması sonucu gıda fiyatlarındaki düşüş bu ay da devam etti, ayrıca giyimde de benzer bir tablo var. Ama ÖTV indirimlerinin kalkmasıyla ev eşyası, otomobil, ulaşım gibi sektörlerdeki %4.5’a varan fiyat artışları Temmuz’daki enflasyon artışının temel nedenlerinden oldu. Üzerine elektrik, çay, şeker, benzin gibi seçim sonrasına ertelenen zamların temmuz enflasyonuna yansıması bu artışı yarattı. Bu ayki sigara zammı da ağustos enflasyonuna yansıyacak örneğin. Peki faizler düşünce enflasyon neden düşmedi de arttı? Çünkü işler bu kadar düz mantık aritmetik gibi gitmiyor. AKP ve ekonomi yönetiminin anlayamadığı ya da anladığı halde manipülasyon yaratmak üzere çarpıttığı gerçek bu. Faizlerin düşmesi döviz kurunu da enflasyonu da bu kadar doğrudan etkilemiyor. Başka pek çok faktör devreye giriyor. ABD birdenbire para politikasını değiştiriyor ve yeniden düşük faizli kredi dağıtma sürecine giriyor örneğin. Tüm bunları birbirini doğal olarak doğuran süreçler gibi değerlendirmemeliyiz.

Şimdi de enflasyon hesaplarındaki çarpıtmaları ele alalım. TÜİK tarafından hesaplanan enflasyon verilerinde manipülasyon yapıldığını açıkça söyleyebiliriz. 2019 yılı başından itibaren TÜİK enflasyon hesaplarında kullandığı parametreleri değiştirdi. Bu sayede 2019’da daha yüksek görülmesi beklenen enflasyon, biraz daha düşük gösteriliyor. Yani enflasyonun nasıl düşürüleceği ile değil nasıl daha düşük gösterilebileceği ile ilgileniyorlar. Ayrıca bir başka manipülasyon da şu: TÜİK iki ayrı TÜFE oranı hesaplıyor. Fiyatları kamu tarafından belirlenen (elektrik, benzin gibi) malların fiyat değişimleri ile bunların haricindeki diğer malların fiyat değişimleri. Bu rakamlar arasında fark oluyor. Fiyatları kamu tarafından belirlenen mallardaki fiyat değişimi, diğer mallardaki fiyat değişiminden genelde daha düşük oluyor. Oysa maaş zamları belirlenirken fiyatları kamu tarafından belirlenen mallardaki fiyat değişim oranı yani daha düşük olan oran baz alınıyor. Kafamız karıştı mı? Öyleyse daha açık söyleyelim: Maaş zamları belirlenirken iki TÜFE oranından daha düşük olanı temel alınıyor. Yani amaç hem memur ve emeklilere daha az zam yapmak, hem de enflasyonu daha düşük göstererek işçi maaş zammı pazarlığında düşük veriyi göstermek. Ayrıca diğer bir amaç da maaşları düşük tutarak bütçedeki personel giderlerinin artış oranını yavaşlatmak. Böylece bütçe açığını azaltmak. Şu hesap kitaba, şu manipülasyon siyasetine bakınız.

“Kefen parası” inşaatçı patronlara gitti

Merkez Bankası’nın “yedek akçe” diye bilinen kötü günler için ayrılan parasından 21 milyar TL geçtiğimiz hafta hazineye aktarıldı. Peki bu para ne için kullanıldı dersiniz? Bu paranın 2.5 milyar lirası Karayolları Genel Müdürlüğü’ne verilmiş. Bu ödeme ile de müteahhitlerin, yol yapımından doğan alacakları ödenmiş. Bir yandan enflasyon %16’lara dayanmışken devletin kefen parası patronlara olan borcun kapatılmasında kullanılmış. İşçinin kıdem tazminatını fona devrederek bir nevi işçiye borçlanmak üzere planlar yapanlar; patronlara olan borçlarını ise derhal kapatmak için vatandaşın kefen parasını harcıyor. Bu, yoksulun cebinden çalıp zengine vermek değil de nedir? İşte halkçı diye geçinen hükümetin geldiği durum budur, kendileri artık tam bir patroncudur. Övünmekle olmaz bu işler. Halep oradaysa arşın burada.

Öte yandan patronlara döviz kaynağı yaratabilmek üzere kamu dış borç almaya devam ediyor. 453.4 milyar dolar ile tarihin en yüksek dış borç oranlarına sahibiz şu an. Kamunun patronları kurtarmak üzere dış borç olarak aldığı dövizler ise yine patronlara düşük faizli kredi olarak saçılıyor. Faizleri düşürürken amaçları neydi sandınız? Faizlerin düşmesinden de en çok patronlar yararlandı elbette. Sermaye sahiplerine yapılan teşvikler, vergi ertelemeleri, şirketlerin borcunu devletin üstlenmesi, Merkez Bankası’nın yedek akçesinin patronlara olan borcun kapatılması için kullanılması, tüm bunlar yetmiyor. Kısır döngü burada başlıyor. Dış borcun büyüklüğünden kaynaklanan bütçe açığı nedeniyle, fiyatlara yeni zamlar yapılıyor. Bu da enflasyonun zaman zaman iniş-çıkışlı da olsa yılsonunu yine artışla tamamlamasına neden olacak. Kişi başına düşen milli gelir azalıyor. Bu nedenle vatandaş daha az tüketiyor. Ekonomi küçülüyor. Buna bağlı olarak verilen cari fazla bile bakan damat bey tarafından mükemmel gibi gösteriliyor.

Ekonomik kriz koşullarında sermaye ve emek verenler arasındaki sınıf kavgası büyüyor. Şurası açık ki ekonomik çöküşü türlü yalan ve çarpıtmalarla gizlemek isteyenler başaramayacak. Enflasyon %16 iken işçiye %7 zam öneren ama kendilerine yapılan %40 zammı sorgulayana edepsiz diyenler ekonomik gidişatı tersine çeviremeyecek.