Ekonomik kriz günlerinde emek verenlerin siyaseti üzerine kafa yorduğumuzu iddia ediyorsak eğer ekonomik gidişatı, yaşanan gelişmeleri de takip etmekle ve değerlendirmekle yükümlüyüz. Elbette ekonomik gidişattaki her bir hareketlenme hayatımızı aynı ölçüde etkilemez. Buna rağmen birbirine pamuk ipliği ile bağlıdır her bir gelişme. Bu sıkı sıkıya bağlı gelişmeler ekonomik gidişatı oluşturur ve kapitalizmin kaderini tayin eder. Dengelerdeki ufak bir oynama bile sermaye sınıfını derinden sarsacak etkiyi taşıyor olabilir. Hele de dengelerin sık sık değiştiği ekonomik kriz günlerinde her bir parametreye önem vermemiz gereklidir. Kapitalizmin çatlaklarını keşfetmek, bu çatlakları derinleştirmek, kendi ekonomik programımızla sermaye sınıfının karşısına dikilebilmek için öncelikle ekonomik gidişatı an be an değerlendirmek zorundayız.
Bu girişten sonra Merkez Bankası’nın faiz düşürme kararına değineceğiz. Peki neden böyle bir giriş yaptık? Hiçbir detayı gözden kaçırmayalım, bizi ilgilendirmiyormuş gibi görünen kimi gelişmelerin genel gidişat üzerindeki etkisini yorumlayabilelim diye. Keza Merkez Bankası tarafından faizlerin düşürülmesi kararı da böyle bir gelişme. Faizlerin düşmesinin bizlerin hayatında ciddi bir etkisi yokmuş gibi görünmekte. Çünkü esasen sermaye sahiplerini ihya edebilmek üzere atılan bir adım bu. Ama etkisi sadece bununla mı sınırlı? Hayır.
Faizler neden var? Diyelim birinden borç aldık -ki, bu borç aldığımız “biri” genellikle bankalardır- ve borç aldığımız yer bizden bu borcu geri öderken faizi ile ödememizi istedi. Faizlerin bizi doğrudan ilgilendiren bölümü işte burada devreye giriyor. Çünkü borçlanarak yaşamak uzun zamandır hayatımızın önemli bir gerçeği. Ücret zamlarının enflasyonun altında kalması, yüksek işsizlik, özelleştirmeler, üretimin yerini ithalatın alması, yüksek döviz kurları nedeniyle ithal edilen ürünlerin fiyatlarının sürekli artması ve daha sayılabilecek pek çok etken sonucu ortaya çıkan pahalılık hepimiz için borçlanmayı zorunlu kılıyor. Kredi çekiyoruz, kredi kartı alıyoruz. Hatta bir kredinin veya kredi kartının borcunu kapatmak için yeniden kredi çekiyoruz. Borcu borçla kapatmayı zorunlu hale getiren bu kısır döngü sürüp gidiyor. Başka bir deyişle, borçlanmanın kaçınılmaz olduğu bu sistemde, faiz de hayatımızın bir parçası olmuş vaziyette.
Burada konumuza doğru dönelim. Merkez Bankası’nın düşürdüğü faizler bizim kredi borçlarımızın hafiflemesi anlamına mı geliyor? Şimdilik bu anlama gelmiyor. Bu faiz indirimi, başta inşaat sektöründe olmak üzere ekonomik krizin vurduğu pek çok sektördeki patronlara rahat nefes aldırabilmek için tasarlandı. Ancak bu demek değil ki sıra bireysel kredilere, yani vatandaşın çektiği kredilerin faizlerinde indirime de gelmeyecek. Bu nedenle şunu hemen belirtelim ki emek verenlerin yönetimini savunan bizler, elbette faizlerin düşürülmesini hatta faizlerin tümden kaldırılmasını savunmak durumundayız. AKP karşıtı olan liberal ekonomistler gibi faiz indirimine çamur atacak ya da uzun vadede yaratacağı sonuçlar nedeniyle felaket zilleri çalacak değiliz. Sınıf çelişkilerini temel almak bunu gerektirir. Sadece AKP karşıtlığı yapmak, faizler konusunda bizi ters köşeye düşürür.
Elbette faizlerin düşürülmesini savunurken yazının başına dönerek bütün ekonomik parametrelerin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu gerçeğini de unutmayalım. Ne demek istiyoruz? Faizlerin düşürülmesi AKP’nin iddia ettiği gibi enflasyonu düşürmeyecek. Enflasyonda kısmi bir düşüş olacak evet ama bunun nedeni faizlerin düşmesi değil. Bu bir safsata. Ekonomiyi düz mantıkla düşünmeyi alışkanlık haline getirmiş olan AKP, burada tam bir manipülasyon siyaseti yapıyor.
2019 Eylül - Ekim aylarında enflasyonun düşeceği şu an öngörülebilen bir gerçek. Bunu nasıl anlıyoruz? İlk olarak şuradan anlıyoruz: ABD tıpkı 2008 krizinden sonra yaptığı gibi doların yurt dışında dolaşımını artırmak istiyor. Bunun için de düşük faizli krediler verme dönemine yeniden girdi. Bu politika değişiminin sebeplerine bu yazıda girmeyeceğiz fakat bu politikanın sonuçlarına bakalım.
ABD’nin düşük faizle doları yayma politikasının sonucunda kendisini dış borçla döndüren Türkiye gibi ekonomilere döviz girişleri artacak. Bu da döviz kurlarında düşüşe neden olacak. Kurlardaki düşüş de üretimin yerini ithalatın aldığı Türkiye ekonomisinde maliyet düşüşü yoluyla enflasyonda da düşüşe neden olacak. Enflasyonun düşmesinin ikinci nedeni de iç talebin yani halkın alım gücünün düşmesi olacak. Son olarak da “baz etkisi” denen yani geçen yılın çok yüksek aylık enflasyon verilerinin yerine bu yılın görece daha düşük aylık enflasyon verilerinin girmesi sonucunda enflasyon düşük çıkacak.
Bütün bunları niye anlattık?
Enflasyonun düşeceğini öngören AKP bunu bir fırsat olarak bildi. Patronlar faizlerin yüksekliğinden yakınıyordu. Patronların isteğiyle faiz düşürme adımını atmaya niyetlenen patronlar sınıfının siyasi temsilcisi AKP, zaten düşecek olan enflasyonun düşmesinin nedenini yukarıda saydığımız gerçekler değil de kendilerinin faizi düşürmesi olarak göstermek istedi. Bu manipülasyon siyasetine karnımız tok olmalı. Yarın gelip de çıkarları tam tersini gösterdiğinde hiç gözünü kırpmadan faizleri anında artırma yoluna tekrar gideceklerinden en ufak bir kuşkumuz yok.
“Tüketici güven endeksi” denen ekonomi politikalarına olan güveni gösteren oranlar hazirandan bu yana 70’ten 56’ya geriledi. İşsizlik hızla artıyor. Bütçe açığı 2018 Ocak - Haziran aylarına göre 2019’da %72 artarak 78,6 milyar TL’ye yükseldi. İlk iki çeyrekte ekonomide küçülme var. Sanayi üretimi durdu. İnşaat sektörü durdu. Turizm sektöründen bile yaz aylarında olmamıza rağmen gerileyen veriler geliyor. Bu ekonomik kriz tablosunda faizleri düşürmeleri bile patronları kurtarmaya yetmeyecek. Çatlaklar derinleşiyor.