Birkaç gün önce dev manşetlerle duyuruldu: “Enflasyon düştü!” TÜİK’in 2019 Haziran verilerine göre tüketici fiyatları haziran ayında sadece %0.03 oranında artarak toplam TÜFE %5.01 oldu. Yani fiyatların artış hızında bir düşüş değil ama geçici bir duraklama söz konusu. Yıllık enflasyon %15.72’ye geriledi. Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Birincisi, yıllık enflasyonun %15 olması bile başlı başına ekonomik krizin en temel göstergelerinden olan ciddi bir sorun. İkincisi, sadece aylık inişler-çıkışlardan yola çıkarak yapılan değerlendirmeler çok yanıltıcı. Üçüncü söyleyeceğimiz ise AKP’nin artık alıştığımız ekonomik gidişata ilişkin manipülasyonlarının yine devrede olduğu. Enflasyonda duraklama olması bile memur ve emekli maaşlarına daha az zam yapılması olarak bize geri dönüyor. Şimdi bütün bunlara sırasıyla değinelim.

Sadece aylık verileri değerlendirmek yanıltıcı olur dedik ama haziran ayında enflasyondaki duraklamanın kaynağını da bilelim. Bunu yaratan en önemli iki etken gıda ve giyim fiyatlarındaki düşüş ile kiralarda artışın olmamasıydı. Gıda fiyatlarındaki düşüşün yazın gelmesiyle sebze ve meyvelerin ucuzlaması olduğunu söylemek doğru olur. Giyimde de benzer bir durum söz konusu. Kiraların artmamasının nedeni ise krizin ilk vurduğu sektör olan inşaat sektöründeki çöküştür. Kaldı ki elektrik, çay, şeker, benzin gibi seçim sonrasına ertelenen zamların haziran enflasyonuna değil Temmuz enflasyonuna yansıyacağını da söylemeden geçmemek gerekir.

Tüm bunlar birleştiğinde ortaya çıkan sonuçta haziranda enflasyondaki artışın duraklaması, bizi “ekonomi düzeliyor mu” algısına kaptırmamalı. İktisadi krizlerde temel ekonomik verilerdeki iniş-çıkışlar gayet olağan. Yani enflasyonun sabit ilerlemesi yerine bir inip bir çıkması zaten krizde olduğumuzun belirtisi demek istiyoruz. Kaldı ki2004 yılından bugüne dek hesaplanan 15 yıllık birikimli enflasyonun %264 olduğu gerçeği de bize içerisinde bulunduğumuz krizin boyutunu oldukça net gösteriyor. Eylül ayında enflasyonun %10’a kadar gerilemesi bekleniyor örneğin. Bunun nedeni; 2018 Eylül ayında birden bire 6 puanlık bir artışla fırlayan enflasyon, 2019 Eylül’ünde bu kadar hızlı bir artış göstermeyeceği için yüzdelere iniş olarak yansıyacak. Ama az önceki mantığa göre bunun sevinilecek bir yanı olmadığını hemen ekleyelim. Yani bakan damat beyin gerine gerine “Enflasyonda tek haneli rakamları göreceğiz” lafları maalesef bize ekonomik gidişata ilişkin olumluluklar yansıtmaktan çok uzak. Kaldı ki en iyimser tahminler bile yılsonu enflasyonunun %13-15 olacağını söylüyor. Dünyaya göre bile bizdeki rakamlar hala çok yüksek. Daha kötülerini de gördüğümüz için %15’i bir müjde olarak göstermek de ancak AKP’ye yakışan bir çarpıtma elbette.

Enflasyon düşmüyor, cari fazla vermekse iyi bir şey değil

Ayrıca açıklanan verilerin manipülasyon olduğunu da söylemek zorundayız. Öncelikle 2019 yılı başından itibaren TÜİK’in enflasyon hesaplarında kullandığı parametreleri değiştirdiği ve bu sayede 2019’da daha yüksek görülmesi beklenen enflasyonun biraz daha düşük gösterildiğini tekrarlayalım. Yani enflasyonun nasıl düşürüleceği ile değil nasıl daha düşük gösterilebileceği ile ilgileniyorlar. Ayrıca bir başkla yöntem olarak; TÜİK enflasyonun esas belirleyeni olan TÜFE verisinin haricinde bir de “yönetilen-yönlendirilen fiyatlar hariç TÜFE” diye bir tanımlama daha yapıyor. Bunun anlamı şu: Fiyatları bizzat kamu tarafından belirlenen mal ve hizmetler dışında kalan diğer malların fiyatlarındaki değişimler. Bu oran TÜİK tarafından yılın ilk altı ayı için %5.41 olarak açıklandı. %5.01 olan TÜFE ile kamu tarafından kontrol edilen fiyatlar hariç TÜFE arasında %0.40 puanlık bir fark var. Maaşlar belirlenirken bu fark göz ardı ediliyor. Kaldı ki fiyatı kamu tarafından belirlenen elektrik, çay, şeker, benzin vb. mallara yapılan zamlar için haziran sonunun beklenmesinde seçim faktörünün haricinde, memur ve emekli maaşlarının belirlenmesi sürecinin geçmesini beklemek gibi bir hinlik de yatıyor. Burada amaç memur ve emeklilerin ücret artış oranını düşük tutmak elbette. Ayrıca diğer bir amacın da bütçedeki personel giderlerinin artış oranını yavaşlatmak olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. AKP’nin ekonomi yönetimindeki manipülasyon siyaseti bitmiyor. Patronların ödemesi gereken vergiler erteleniyor ama memur ve emeklilere yapılan maaş zammı türlü oyunlarla düşük gösterilen enflasyon oranının çok altında yapılıyor. İşte AKP yönetimindeki ekonomik gidişatın özü budur.

*

Bunlara ek olarak bir de enflasyon düşme eğiliminde, o zaman Merkez Bankası da faizleri düşürecek mi beklentisi konuşuluyordu. Önceki gün aniden yaşanan gelişmede Merkez Bankası Başkanı görevden alındı. 12 Eylül’den sonra ilk kez yaşanan bu görevden alma olayının altında AKP’nin günah keçisi aramasının yattığı çok açık. Zahmet etmeyiniz, gerçekler ortada: Faizlerin artmasının nedeni zaten hükümetin bir dediğini iki etmemesine rağmen görevden aldığınız Merkez Bankası Başkanı değil bizzat sizin ekonomi politikalarınız ve ekonomik kriz koşullarının ta kendisidir.

Bir yandan enflasyon bu vaziyetteyken diğer yandan memleket tarihinin en yüksek orandaki dış borcu ile karşı karşıyayız. 453.4 milyar dolar dış borç varken halen daha borç almanın peşindeler. 2018 yılında yaşanan ani döviz artışı döneminde özel sektör dış borçlarını geri ödemeye başladı. Buna karşılık kamu ve Merkez Bankası ise özel sektöre döviz kaynağı yaratabilmek üzere dış borçlanmaya devam etti. Paradoksa bakınız. Patronların borçlarını ödemesini kolaylaştırmak amacıyla kamu borçlanıyor ve kamunun dış borç olarak aldığı dövizler patronlara düşük faizlerle kredi olarak saçılıyor. Sermaye sahiplerine yapılan teşvikler, vergi ertelemeleri yetmiyor, bir de üstüne sermayedarları kurtarmak üzere kamu borçlandırılıyor. Peki kamunun bu kadar borçlanması emekçilere nasıl yansıyor?

Dış borcun büyüklüğünden kaynaklanan bütçe açığı nedeniyle, fiyatlara yeni zamlar yapılmak zorunda kalınıyor. Bu da enflasyon artışının önümüzdeki aylarda iniş-çıkışlar olsa da yılsonunu yine artışla tamamlamasına neden olacak. Kişi başına düşen milli gelir azalıyor. Bu nedenle vatandaş daha az tüketiyor. Ekonomi küçülüyor. Buna bağlı olarak verilen cari fazla bile AKP tarafından mükemmel gibi gösterilmek isteniyor. Oysa cari fazla vermek, içinde bulunduğumuz bu tabloda, zenginliğin değil ekonomik krizin göstergesi. Ekonomi küçülürken, üretim durmuşken, halk gıdasından keserken elbette cari fazla verilecek, yok bir de cari açık mı verilecekti? Bununla övünmek de ancak bakan damat bey gibi bir iş bilmeze yakışırdı doğrusu!

Tüm koşullar bizi tek bir gerçeğe götürüyor. O da AKP iktidarının ekonomik kriz koşullarında sermayeden yana ve üretenlerin tam karşısında olan ekonomi yönetiminde ısrar etmesi, ekonomik çöküşü de türlü yalan ve çarpıtmalarla gizlemek istemesidir. Bu iki yüzlülüğü açık etmeye devam edeceğiz.