Olmuyor. Toparlayamıyorlar. AKP ekonomide işlerin yolunda gitmesi için paket üstüne paket açıklıyor. Patronlara teşvik üstüne teşvik veriyorlar. Yine de ekonomik gidişat her geçen gün kendileri için bir kabusa dönüyor.
Ekonomik programları gerçek hayata uymayınca, pislikleri halının altına süpürme yoluna başvuruyorlar. Pişkinliklerine diyecek yok doğrusu: Kıdem tazminatını patronların yükümlülüğünden çıkarıversek hepsi bize övgüler dizmeye başlar. Kamu bankalarına da talimat veririz; dolar satıp TL alırlar, böylece dolar fiyatları da düşüverir. Zaten her patron bir işçiyi işe alsa işsizlik de biter. Patronlarla işçileri aynı iftar sofrasında buluşturduk mu sınıf farkı da ortadan kalkıverir. Haziranda cari fazla da verdik mi değmeyin keyfimize. Hoop, tünelin sonunda ışık göründü işte. Ne güzel kafalar...
Siz neymişsiniz be abi! Peki peki anladık. Uzlaşmaz çelişkileri en güzel siz uzlaştırıyorsunuz. Tünelin sonundaki ışığı en güzel siz görüyorsunuz. İyi de o tünele ne ara girdik be mübarek? 2013’ten sonra diye ağızlarından kaçırıveriyorlar arada. Neden tünele girdik acaba 2013’ten sonra? Damat beye sorsanız “Gezi olayları nedeniyle” bile diyebilir! Malum mesele ekonomi olunca kafaları en fazla manipülasyona çalışıyor.
Peki gerçekte 2013’te olan neydi? 2008’de tarihinin en derin ekonomik krizlerinden birini yaşayan ABD, krizden çıkış stratejisi olarak doları tüm dünyaya ucuz faizle yayma yoluna gitti. Böylece Türkiye dahil pek çok ülkeye bol ve ucuz krediler girdi. Kendi sermaye sınıfını palazlandırma arayışında olan AKP bu kredileri havada kaptı, bol bol ihaleler açıldı, bol bol inşaatlar yapıldı. Derken 2013’te ABD politika değiştirerek doları kendi anavatanında tutma yoluna gitti ve ucuz kredi musluklarını kapattı. Paraların üretime yatırılmak yerine betona gömüldüğü AKP’nin rant ekonomisi önce yavaş yavaş çöküşe geçti, nihayet büyüme balonu da patladı ve kendimizi giderek derinleşmekte olan bir iktisadi krizin içinde bulduk. İşte gerçekte olan budur.
2013’ten beri göz göre göre gelen ve düzeltmek için hiçbir adımın atılmadığı bu gidişat karşısında şimdi bakan damadın çiçeği burnunda ekonomi paketi ile açıkladığı gibi patronlara değil 30 milyar dolar, 130 milyar dolar da teşvik verseler bu işin içinden çıkamayacaklar. Bir yandan bu teşvikleri hangi kasadan, kimin hesabından alıp da kime verecekleri sorularına cevap veremez haldeler. Diğer yandan ise bol keseden para dağıtacak durumda olmadıkları da ortada.
Haziranda cari fazla vereceğiz diye övünen bakan damada karşılık, biz gerçeklerden konuşmaya devam edelim: Enflasyon arttıkça, işsizlik arttıkça, kişi başına düşen gelir azaldıkça halkın alım gücü düşüyor. Yani tüketimde de giderek düşüyor. Üretimin yerini de ithalat almış durumda. Tablo böyle olunca ekonomi küçülüyor ve cari fazla bu nedenle veriliyor. Yani cari fazla vermek, içinde bulunduğumuz bu tabloda, zenginliğin değil ekonomik krizin göstergesi! Bakan ise bununla övünerek kimi kandırmaya niyetli bilemiyoruz ama emekçilerin bunu yutmayacağı kesin.
Başka ne diyor damat: “Dengelenme sürecinin başında işsizlik geliyor. İşsizlikte en kötüyü geride bıraktık. İşsizlik önümüzdeki aylarda 13, 12, 11’e gerileyecek.” Tespitlere de bakın. Hiçbir somut dayanak yok, işsizliğin nasıl düşürüleceğine dair bir planlama yok. “Her patron bir işçi istihdam etsin” önerilerinizle bu işin olmayacağı ortada. Görünen o ki yeni işçi alanlara yönelik “maaşını 3 ay devletin ödemesi” gibi teşvikleriniz de tutmadı. Nereden mi biliyoruz? Gerçek rakamların çarpıtıldığı TÜİK verilerine göre bile işsizliğin giderek artmasından biliyoruz. Ayrıca bir de ipucu verelim. Ekonomi yönetimini elinde tutanlar herhangi bir ekonomik veri ile ilgili ne zaman “dengelenme” sözcüğünü kullanıyorsa hemen içimize bir şüphe düşsün. Çünkü manipülasyon sözcüklerinden biri bu. Bakan ne diyor? İşsizlik dengelenecekmiş. Patronlara verilen teşviklerin, devlet bankalarından verilen ucuz kredilerin kaynağı olarak harcanıp giden işsizlik fonundaki nisan ayında verilen 400 milyon TL açığın hesabını verin önce siz.
Bir yandan tüm bu teşviklere, paketlere rağmen sermayeyi memnun edemiyorlar. AKP’nin baş destekçilerinden TÜSİAD ile araları açılıyor. Yenilenecek İstanbul seçimini patronlara teşviklerin yağdırıldığı ekonomik paketlerle kazanamayacakları ortada. Bu süreçte vatandaşın cebinden kısmak gibi bir şansları da yok. Başka bir taraftan da dış dengeler AKP kapitalizmi açısından iyi seyretmiyor, S400’lerin alımının finans alanında yarattığı fırtına sürüyor. Yani AKP’yi hem içeride hem de dışarıda sıkıştıran ekonomik gidişat bu.
İşte bu sıkışmışlık bizzat Erdoğan’a “Bir fabrikada patronla işçiler aynı iftar sofrasına oturuyorsa ahlaken sınıf ayrımı olamaz, paranın çokluğu azlığı ise ayrı meseledir” laflarını ettiriyor. Debelendikçe daha da batacaklar. Erdoğan patronlarla işçileri fabrikalarda aynı iftar masasına oturtuyor, Diyanet “Osmanlı’da zenginler sofralarına fakirleri buyur ederdi” diye kamu spotu reklamı çekiyor. Ancak bir yandan da paranın az ya da çok olmasının “ayrı” bir mesele olduğunu söylemekten geri durmuyorlar. Mesele tam da paranın çokluğu ya da azlığıdır. Sınıf çelişkilerini, bu çelişkilerin doğurduğu sınıf savaşımlarını, krizleri, hükümetleri, toplumların tarihini dahi belirleyen tam da budur. Gizlemeye çalıştığınız gerçek dilinizin altında yatıyor. Parası çok olanla parası az olan arasındaki çelişki sizi de bitirecek olan şeydir. İşte bu nedenle milyonlarca dolar teşvikler verdiğiniz patronlarla, kıdem tazminatına bile göz diktiğiniz işçileri aynı iftar masasında buluşturamazsınız. Gün gelir “parası az olanlar” sizin “ahlaken” yapmadığınız sınıf ayrımını yapmaya başlar ve o masaları sizin başınıza devirirse şaşırmayın.