AKP’nin manipülasyonlara dayandırdığı yönetim tarzı kendini sadece İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararında göstermedi. Ekonomide de asla vazgeçmedikleri manipülasyon siyasetinin nasıl işlediğine bir kez daha tanık olduk bu hafta. Seçim kararının hemen ardından döviz kurlarının tırmanışa geçmesi üzerine, daha önceden bildiğimiz “Dış güçlerin oyunu” söylemlerinde olduğu gibi bu kez de “Kura saldırılıyor” diye ortalığa düştüler. Seçimin tekrarlanması kararının ekonomik açıdan bedeli olacağı karardan önce de gün gibi ortadaydı. Tıpkı ekonomik krizin 2018 Ağustos’unda ilk kendini gösterdiği emare olan doların fırlamasında olduğu gibi, bu kez de ekonomide ödenecek bedelin ilk işareti döviz kurundaki tırmanışla hemen kendini belli etti. 31 Mart seçimlerinden birkaç gün önce yaşadığımız kur fiyatlarındaki inişli çıkışlı tabloya benzer günler yaşandı. 6 TL’yi hızla aşarak 6.20’leri geçen dolar kuru, az sonra inceleyeceğimiz bir takım müdahaleler yani ayak oyunları sonucu bir inip bir çıkarak hafta sonuna doğru 6 seviyesine tekrar geriledi.

Bu hafta doların yükselişine yapılan müdahaleler nelerdi diye bakarsak; öncelikle Merkez Bankası faiz arttırma kararı almadı ama “finans mühendisliği” diye tabir edilen bazı oyunlarıyla faizleri fiilen arttırmış oldu. Döviz alışlarında uygulanan haftalık faiz oranı, gecelik faize göre 1.5 puan daha düşük. Bu nedenle özellikle bankalar döviz alışlarında haftalık faizi kullanıyor. Merkez Bankası dolardaki tırmanışın ardından haftalık faizi “bir süreliğine” iptal ettiğini duyurdu. Böylece dolar satın alacak olanları daha pahalı olan gecelik faize mecbur bırakarak dolar satın almaların bir miktar önüne geçti. Yani faiz arttırmıyor gibi görünerek ama gerçekte yüksek faize mecbur bırakarak TL’nin dolar karşısındaki değer kaybını bir nebze azalttı. Ama bu durumu ne kadar sürdürebileceği belirsiz. Yani Merkez Bankası’nı zor günler beklemeye devam ediyor. Çünkü AKP kapitalizmi faiz arttırılmasını asla istemiyor. Ama öte yandan doların fırlaması karşısında Merkez Bankası’na faiz arttırmak dışında bir de bu haftaki örnekte gördüğümüz gibi manipülatif yollar kalıyor. Bu ikilem bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.

Evet Merkez Bankası faiz artışı istemeyen sermaye çevrelerini rahatsız etmeden döviz kurunu kontrol altına alabilmek adına, üstü örtülü şekilde faiz arttırmayı seçti. Ama bununla eş zamanlı olarak bir finans oyunu daha oynadı bu süreçte. Merkez Bankası sponsorluğunda kamu bankaları eliyle döndürülen bu oyunun sonuçları biraz pahalıya patlayabilir. Başını Ziraat Bankası’nın çektiği kamu bankalarının 1 milyar doların üzerinde meblağlarda dolar satarak TL’nin değerinin yükseltilmesini sağladığı iddiası ortaya atıldı. Ki bu iddia daha önce de 31 Mart seçimlerinin öncesindeki swap krizinde yine ortaya atılmıştı. Hatta Merkez Bankası’nın şeffaflık ilkesini ayaklar altına alarak açıklama bile getirmediği döviz rezervlerinin birdenbire düşmesi olayında, döviz satarak TL almaları için kamu bankalarına döviz aktarıldığı ve rezervlerin de bu nedenle düştüğü çok konuşulmuştu. “Çılgın kur deneyi” olarak bu hafta da basına yansıyan kamu bankalarının dolar satması hadisesi yine el altından yürütüldü. Bu durum artık elde avuçta satacak pek de bir şey kalmadığı yorumlarına neden olmakta. Pek de haksız bir değerlendirme değil. Kaldı ki bu yolla kur çok az düşürülebildi, ayrıca bu kapitalizmin kurallarına bile aykırı oyunun ardından güvensizlik ortamının artması ve doların yeniden yükselişe geçmesi riskleri de öngörülüyor.

Elbette dolarda bu hafta yaşanan bu iniş çıkışlı tabloda az önce ifade ettiğimiz finans oyunlarının etkisinin yanı sıra S400’ler konusunda AKP’nin orta yol bulmaya çalışan hatta Trump’ın Türkiye’ye olası bir ziyaret planlanmasına kadar giden söylemleri de etkili oldu.

Sözün özü; şunu anlamamız gerekir ki, ekonomik gidişatı belirleyen dengelerle bir hayli oynanmış durumda. Finans oyunları bir yandan, TÜİK verilerinde yapılan manipülasyonlarla işsizliği, enflasyonu olandan daha düşük gösterme çabaları bir yandan. Ama gerçekler istediği kadar manipüle edilmeye çalışılsın, tüm çıplaklığıyla önümüzde durmayı sürdürüyor. İşsizlik %15’lere dayanmış, enflasyon %20’lerde, ekonomik küçülme %3 olmuş, yoksulluk artıyor, ekonomi yönetimi ise çareyi finans oyunlarında, kıdem tazminatı gaspı gibi paketlerde arıyor, yeri geldi mi TÜSİAD’a bile haddini bildirmeye yelteniyor.

Finans oyunları emekçileri ilgilendirir

Finans oyunlarından bize ne, bizim dolarımız mı var, parası olan düşünsün demeyelim sakın. Döviz ile borçlandığı için, dolar arttığı zaman borcuna borç eklenen patronlar sınıfı ve elindeki sermaye birikimini dolara mı yatırsam diye düşünen orta sınıf doların artışı karşısında en çok feryat eden kesimleri oluşturuyor olabilir. Ama emekçi sınıflar açısından döviz kurundaki oynamaların ve oynanan finans oyunlarının daha yıkıcı etkileri olduğunu görmek zor değil. Soğanın, patatesin bile dolar üzerinden ithal edildiği, dışa bağımlılığın artık bir kural haline geldiği Türkiye ekonomisinde en ufak bir döviz kuru yükselmesinden bile en çok etkilenen elbette emekçiler oluyor. Döviz kurlarındaki artışın tek etkilediği şey ürünlerin fiyatlarının artması da değil. Dolaylı etki de şöyle oluyor: Dolar arttıkça özel sektörün borcu büyüyor. Borcu büyüyen şirketlere kamu bankalarından düşük faizli krediler kullandırılıyor. Bu şirketler aldıkları kredileri geri ödeyemiyorlar ve böylece batık krediler de artıyor. Sonra da tıpkı son açıklanan ekonomi paketindeki gibi, batık kredilerini kapatabilmek için kamu bankalarına hazineden para aktarılması gündeme geliyor. Yani patronların borcu vatandaşın cebinden çıkarılıyor.

2018 verilerine göre “kırılgan” olarak adlandırılan bize benzeyen ülke ekonomilerinin para birimleri %1.4 değer kazanmış ama Türk Lirası %-3 değer kaybetmiş. Sadece bu veri bile, finans alanında durumu toparlamanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Gıda enflasyonunun, genç işsizliğin giderek tırmandığı, inşaatın ve sanayi üretiminin gerilediği, kişi başına düşen gelirin azaldığı, TL’nin dolar karşısında eridiği bu apaçık ekonomik kriz tablosundan yürütülen finans oyunlarıyla çıkılamaz. Bu manipülatif yollarla ekonomik gidişatı düzeltme hayallerinin altının tamamen boş olduğunu bilmeli ve bunu her fırsatta ortaya koymalıyız.