Seçim öncesinde ekonomik krizi yok sayan ve ekonomide işleri yolunda göstermeye çalışan manipülasyonlar halen etkilerini sürdürüyor. Bu hafta TÜİK tarafından açıklanan verilere göre enflasyon Nisan’da %1.7 artışla yıllık %19.5’e yükseldi. Gıda enflasyonu ise diğer aylara göre daha az oranda da olsa yine arttı ve yıllık %32’ye ulaştı. Bu değerlerin aslında daha yüksek olduğu ama 2019 yılı başından itibaren TÜİK’in enflasyon hesaplarında kullandığı parametreleri değiştirdiği ve bu sayede 2019’da daha yüksek görülmesi beklenen enflasyonun biraz daha düşük gösterildiği belirtiliyor. Yani enflasyonun nasıl düşürüleceği ile değil nasıl daha düşük gösterilebileceği ile ilgilenen bir AKP yönetimi var karşımızda.
İçinde bulunduğumuz duruma bakın! Çarpıtmalar bizzat ekonomik verileri tutmakla yükümlü kurumlar tarafından yapılıyor. Merkez Bankası döviz rezervleri aniden düşük açıklanıyor, bunun nedeni saklanıyor, daha sonra daha yüksek bir rezerv miktarı açıklanıyor ve bu farkın nereden geldiği yine gizleniyor. TÜİK yıllardır işsizlik hesaplamalarını yaparken “belirli bir süredir” iş aramayan yani İşkur’a kaydını yenilemeyenleri ve ev işleriyle meşgul kadınları iş gücüne dahil etmeyerek işsizlik oranlarını daha düşük hesaplıyor, üstelik o “belirli süre” giderek kısalarak 6 aydan 3 aya indiriliyor, en son dört haftaya kadar düşürülüyor. Son olarak yine TÜİK enflasyon ölçüm parametrelerini değiştiriyor, bir de bakıyoruz ne hikmetse eski parametrelere göre daha yüksek çıkması gereken enflasyon bu değişiklik sayesinde biraz daha düşük çıkıyor. Bu oyun içinde oyun halinde bile rakamların boyutlarındaki korkunçluğu örtemiyorlar. Rakamların çarpıtıldığı haliyle bile enflasyon neredeyse %20’ye, işsizlik ise hemen hemen %15’le 5 milyon kişiye dayanmış durumda. Varın bir de çarpıtmalar olmasaydı ortaya çıkacak tabloyu düşünün.
%19.5’e varmış enflasyon oranının yıl sonuna kadar daha da artacağı öngörülüyor. Tabi burada enflasyon derken TÜFE yani tüketici fiyatları endeksi verisini baz alıyoruz. Vatandaşın cebine etki eden esas veri bu çünkü. Nisan ayı rakamlarında halkın gündelik yaşamını direkt etkileyen TÜFE’deki artıştan daha da dikkat çeken veri ise ÜFE yani üretici fiyatları endeksinin %3’e yakın artarak yıllık %30’un üzerine çıkması oldu. Bu artış tüketici fiyatlarına hemen değil ama önümüzdeki aylarda etki edecek. Peki üretici fiyatları neden artıyor? Dövizdeki tırmanış ve petrol fiyatlarının artışı bunda ana etkenler.
Dövizdeki artışın nedenlerini sık sık konuşuyoruz. Bu kez de petrol fiyatlarını ele alalım: Petrol fiyatlarının artışını pompaya yani benzin ücretlerine yansıtmamak için hükümet seçim öncesi dönemden beri benzinde vergileri düşük tutma politikası izliyor. Böylece petrol fiyatlarına sürekli zam gelse de vergi düşürüldüğü için benzinin fiyatı çok fazla artmıyor. Haliyle ulaşıma yani toplu taşımaya da zam yapılmamış oluyor. Tabi seçim sonrası bu politika ne kadar devam eder, öngörmek zor. Petrol fiyatlarındaki artış bazı üretim sektörlerini ise direkt etkiliyor. Petrokimya sanayi gibi hammadde olarak petrolün kullanıldığı sanayi kollarında petrolün fiyatı arttığı için üretici fiyatları da artmış oluyor. Bu sektörlerde üretici fiyatlarının artması bir süre sonra ürünlerin satış fiyatına yani tüketici fiyatları dediğimiz fiyatlara da yansıyor. Yani petroldeki fiyat artışı doğrudan değil ama dolaylı olarak çeşitli ürünlerin fiyatlarındaki artış olarak vatandaşa yansımış oluyor. Ayrıca üretici fiyatları enflasyonunu da artıran bir etmen olarak duruyor tabi.
“Her patron bir kişiye iş verse işsizlik biter” yalanı
Enflasyonun yanı sıra işsizliğin de giderek tırmanması üzerine damadın seçim öncesi verdiği 2.5 milyon istihdam sözü akıllara geliyor. Ancak bu sözün hiçbir gerçekliği olmadığı Erdoğan’ın “verilen sözler tutulursa vaadi gerçekleştireceğiz” cümleleriyle ortaya konulmuş oldu. Ayrıca Erdoğan TOBB’un her bir üyesinin 1-2 kişilik istihdam sağlamasıyla 3 milyon istihdamın sağlanabileceğini iddia etti. Bir yerden hatırladınız mı? Aynı filmi daha önce de görmüştük. 2010’da Erdoğan’ın yine TOBB üyelerine “hepiniz bir kişiyi işe alsanız işsizlik biter” demesi üzerine TOBB şu cevabı vermişti: “Bir kişiyi işe almak için önce bir kişiyi işten çıkarmamız lazım.” Bu kez aynı cevabı vermedi ama gerçek yeterince ortada. Bu önerinin kapitalizmin işleyişine ne kadar aykırı olduğu aslında 10 yıl önce patronların cevabı ile ortaya konmuş. Öyle ya, ne kadar büyük kapitalist olursa olsun patron tek bir işçinin bile kendisine olan maliyetini hesap etmek durumunda. Yoksa rekabette geriye düşer mazallah. Ayrıca yedek işgücü yani işsizler ordusu yaratmak kapitalizmin işleyiş kanununda var. Halihazırda çalışmakta olan işçilerin ücretlerini ve diğer bilimum haklarını tırpanlamak için “kapıda onların yerine çalışmaya hazır bir ordu” bekletmek burjuvazinin en önemli silahlarından biri. Kapitalizmin soğuk gerçeği işte budur. Kural böyle olmasaydı, elbette Erdoğan’ın göz boyama amacıyla yaptığı bakkal hesabı ile işsizlik de azaltılabilir, enflasyon da düşürülebilir, hatta ülke ekonomisi bile yönetilebilirdi. Ama kazın ayağı öyle değil maalesef. En baştaki zatın durumu bu iken damadının hesabıyla çarşıya çıkılamayacağını herkes öngörebiliyor. Biraz da bu nedenle döviz kurları alıp başını gidiyor. Döviz kurlarının artması yukarıda da değindiğimiz gibi enflasyonu da tetikliyor.
Peki enflasyon nasıl düşer? Ekonomik kriz günlerinde cevabı zor bir soru olsa da gerçek çözümler elbette var. Tüm tüketim maddelerinin ithalata dayanması yerine üretimi teşvik eden politikalarla, birer birer özelleştirilen kamu iktisadi teşebbüslerinin yeniden kurulması ile halka doğrudan ve daha ucuza mal edilerek yapılacak seçime kadar değil devamlı tanzim satışlarla, kıdem tazminatının gaspını düşünen değil işçiye hak ettiğini veren bir ekonomi politikasıyla, kendine ejder meyveli smoothie halka ise simit ve sefaletin reva görüldüğü rejimin son bulmasıyla. Çözümün bir yerinden mutlaka başlanacak.