Ekonomik krizle ilgili her hafta mutlaka farklı alanlara dair göstergelerden biri öne çıkıyor ve kendini hissettiriyor. Kişi başına düşen gelirin azalması, özellikle sebze enflasyonunun gittikçe tırmanması, işsizliğin nerdeyse ülke tarihinin en yüksek rakamlarına ulaşması gibi halkı doğrudan etkileyen somut sonuçlar, ekonomik krizin daha çok konuşulmasına neden oluyor. Ancak bununla birlikte tüm ekonomik verilerin esasında birbiri ile bağlantılı olduğunu düşünürsek, bu hafta da finans alanında karşımıza çıkan ve TL’nin dolar karşısındaki değer kaybının öne çıktığı tabloyu daha iyi yorumlayabiliriz.

Öncelikle şunu soralım kendimize. Döviz kurları bizi neden ilgilendiriyor? Döviz ile borçlandığı için, dolar arttığı zaman borcuna borç eklenen patronlar sınıfına mensup değiliz. Elimizdeki birikimi dolara mı yatırsak diye düşünen orta sınıfa da mensup olamadığımıza göre, doların yükselmesinin emekçi sınıfı ilgilendiren birincil yanı, hayatımızdaki pek çok tüketim maddesinin dolar üzerinden ithal edilmesi olabilir. Haliyle bu ürünlere zam geleceği endişesi nedeniyle dolar kurunu takip ediyor olabiliriz. Elbette bu gerçek bir neden. Yine de döviz kurlarındaki artışın yani TL’nin değer kaybetmesinin tek etkilediği şey maalesef tüketim mallarının fiyatları olmuyor. Uzun vadede şunlar oluyor: Dolar arttıkça dövizle borçlanan şirketlerin borcu büyüyor. Bu şirketler borçlarını ödeyebilmek için kamu bankalarından düşük faizli krediler kullanıyor. Nihayetinde bu kredi borçlarını da ödeyemiyorlar ve kamu bankalarına olan kredi borçları batık krediye dönüşüyor. Kamu bankalarının batık kredilerinin kapatılabilmesi için hazineden para aktarılması planı devreye giriyor (Son açıklanan ekonomi paketinde bu plan birinci sıradaydı). Yani patronların borcu bizi ilgilendirmez deyip geçemiyoruz, dönüp dolaşıp o borç yükü hazineden karşılanmak, başka bir deyişle vatandaşın cebinden alınmak isteniyor. Hal böyle olunca, doların artışındaki gerçeklere dönüp bir göz atmamızda fayda var.

Bu hafta dolar neden hızla arttı? Hafta ortasında Merkez Bankası faizlerle ilgili kararını açıklayarak herhangi bir değişikliğe gidilmeyeceğini belirtti. Aslında beklenti de bu yöndeydi ancak Merkez Bankası açıklaması ile birlikte doların aniden neredeyse 6 TL seviyesine kadar yükselmesini izledik. Bu durumun nedeni bir yandan Merkez Bankası’nın döviz rezervlerindeki nedeni bir türlü açıklanmayan düşüşte, diğer bir yandan ise faiz açıklamasındaki detaylarda gizli. Döviz rezervlerindeki düşüş bir süre önce de ciddi anlamda konu olmuş ve tatmin edici bir açıklama yapılmamıştı. Ekonomistlerin “finans mühendisliği” olarak tabir ettiği bir takım “Ali Cengiz oyunları” döndürülerek, TL’nin değer kaybının engellenmesi için çeşitli hamleler yapıldığı söylentisi vardı, ancak görülen o ki bu oyunda başarılı olunamadı. Faizle ilgili son açıklamasında ise Merkez Bankası “ekonomide dengelenme devam etmektedir” diyerek aslında üstü örtülü biçimde ekonomik krizin devam ettiğini söylemiş oldu. Bu elbette önemli bir veri. Yurtiçinde dolara talep olmadığını söyleyen Merkez Bankası aslında vatandaşın dolara yatıracak parası olmadığı gerçeğini de itiraf etti. Ama doları asıl arttıran nedenler bunlar değil, başka bir şey. O da şu: Merkez Bankası aslında bir kararsızlık açıkladı. Yani beklendiği gibi faiz politikasında şimdilik bir değişikliğe gitmedi ama gelecekte faiz arttıracak mı yoksa azaltacak mı bu kısmı belirsiz bıraktı. Geleceğe dair bir işaret olmadığı için de “güvensizlik” denen çark işledi ve yabancı yatırımcılar kaçmaya devam etti, dolar yükseldi.

Peki Merkez Bankası neden kararsız kalıyor? Normal koşullarda kapitalist ekonomilerde küçülme ya da durgunluk yaşandığında ekonomiyi canlandırmak için aslında faizleri düşürme politikası uygulanıyor. Hatırlarsanız 2009 krizi dönemlerinde Türkiye’de iktidar her ne kadar “kriz teğet geçti” söylemlerinde bulunsa da “alın verin ekonomiye can verin” kampanyaları düzenlemişti. Ama öte yandan döviz kurları yüksek seyrettiğinde ise Merkez Bankası’nın faiz artırarak dövizi düşürmesi gerekiyor. Şu an Türkiye’de hem döviz kuru yüksek, hem de ekonomik küçülme var yani Merkez Bankası bu nedenle faizleri artırıp döviz kurunu mu düşürse, yoksa faizleri azaltıp ekonomiyi mi canlandırsa seçenekleri arasında kararsız kalıyor. Başka önemli bir gerçek de Merkez Bankası’nın liberal ekonomilerin önemli bir şartı olan bağımsız olma özelliğini çoktan yitirmiş olması. Bir taraftan S400 geriliminde atılacak adımın kestirilemediği, diğer yandan da ekonomiyi yönetemeyen damadın çizdiği tablo var. AKP’nin ekonomide “seçime kadar idare etme” politikası iflas ettikten sonra, yeni yönetiminin AKP kapitalizmine yakın isimlerden oluştuğu Merkez Bankası da önünü göremiyor anlaşılan o ki.

Açmazlar artıyor

Dikkat çekici olan diğer bir durum da aslında geçtiğimiz hafta çeşitli verilerle ortaya koymaya çalıştığımız dünya çapında kapitalizmin içinde bulunduğu açmazlardır. Kapitalizm, dünya çapında yaşanan 2008 krizinden sonra kısmi bir toparlanma yaşamasının ardından şimdi yeniden bir bozulma/durgunlaşma sürecine girmiş görünüyor. Yine de doların sadece TL karşısında değil tüm para birimleri karşısında değer kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Ancak geçtiğimiz ay doların euroya karşı %0.7 değer kazanırken TL’ye karşı ise %5’in üzerinde değer kazandığını unutmayalım. Bu durum bizim açımızdan doların artışının sadece dünya çapında bir kriz değerlendirmesiyle açıklanamayacağını ortaya koyuyor.

Hal böyle olunca, Türkiye ekonomisinde yaşanan çöküş nedeniyle döviz kurlarındaki hareketliliğin bir süre daha devam edeceği öngörülebiliyor. 2018 Temmuz’unda başlayan ekonomik kriz alametleri de ilk önce döviz kuru artışı ile kendini göstermişti. O zaman AKP “dış güçlerin oyunu” söylemi üzerinden ilerlemişti. Seçimden hemen önce yaşanan döviz kurundaki artış karşısında “ekonomiye saldırı” gibi manipülatif söylemlerle karşımıza çıktılar. Bu hafta yaşanan son döviz kuru artışında ise “ne derseniz deyin dimdik ayaktayız” gibi kof bir ajitasyon yapılıyor. 2018 sonundaki veriler; kırılgan ekonomilerin para birimleri %1.4 değer kazanırken, TL’nin %-3 değer kaybettiğini ortaya koymuştu. Sadece bu veri bile durumu toparlamanın zorluğunu ortaya koyuyor.

AKP kapitalizmi açısından işler giderek zorlaşıyor, artık dünyada da borcu borçla kapatmanın zorlaştığı bir evredeyiz. Doların TL karşısında sürekli artış eğiliminin de devam edeceği ortada. Gıda enflasyonunun bu denli yükseldiği, genç işsizliğin zirve noktasına kadar arttığı, inşaatın yanı sıra ekonominin bel kemiği olan sanayi üretiminin gerilemeyi sürdürdüğü, kişi başına düşen gelirin giderek azaldığı, TL’nin dolar karşısında değerini gün geçtikçe daha çok yitirdiği bu tablonun apaçık bir ekonomik kriz tablosu olduğunu artık Merkez Bankası bile itiraf ediyor. Gençlerin iş bulamadığı, ekmeğin gün geçtikçe küçüldüğü, üretim yapmayan bir ülke konumuna gelen Türkiye’yi ekonominin yönetilemediği bu belirsiz siyaset kurtaramaz.