Ekonomide işlerin tıkırında gittiğine dair veriler olsun istiyorlar. Veriler tam tersini gösterdiğinde manipülasyonun, inkarın haddi hesabı olmuyor. Ama gelgelelim ekonomide işlerin yolunda gitmediğine ve krizin derinleşmekte olduğuna dair göstergelere artık neredeyse her gün bir yenisi ekleniyor. Geçtiğimiz hafta TÜİK’in 2018 yılına dair ekonomik büyüme verilerini değerlendirme imkanını bulmuştuk. Küçülmeye başlayan ekonominin 2019’da da küçülmeye devam edeceğini belirtmiştik. Ayrıca inşaat, sanayi ve tarımdaki daralma ile seyreden ekonomik krizin yavaş yavaş finans sektörünü etkilemeye başladığı değerlendirmesini yapmıştık. Bu hafta TL’nin dolar karşısında %5.3’e kadar çıkan değer kaybı ile bu değerlendirmemizin doğrulandığını gördük. Merkez Bankası’nın faizle ilgili kararlarına rağmen de dolar düşmek şöyle dursun, artışını sürdürdü. Bu durumun elbette birden çok nedeni var.

Öncelikle dünyada neler oluyor diye baktığımızda, doların aslında sadece TL’ye karşı değil başta Euro olmak üzere bütün paralara karşı değer kazandığını görüyoruz. Bu hafta Avrupa’dan gelen ve ekonomik bir yavaşlamaya işaret eden veriler, doların tüm para birimlerine karşı değer artışında önemli bir etken oldu. Her ne kadar ABD’nin ekonomik verilerinde de kısmi düşüşler gözlense ve bir ekonomik durgunluk tespiti yapılsa da bu durum şimdilik doların değer kazanmasının önüne geçmedi. Burada dikkat çekici olan durum şudur: Kapitalizm, dünya çapında yaşanan 2008 krizinden sonra kısmi bir toparlanma yaşamasının ardından şimdi yeniden bir bozulma sürecine girmiş görünüyor. Ancak doların euroya karşı %0.70 civarında değer kazanırken TL’ye karşı ise %5’in üzerinde değer kazanması, meselenin bizim açımızdan sadece dünya çapında bir kriz değerlendirmesiyle de açıklanamayacağını ortaya koyuyor. Türkiye’nin ABD ile özellikle S400’ler konusundaki gerginliği, son olarak Erdoğan’ın Golan tepeleri açıklaması da dolardaki artışta etken olarak gösteriliyor. Bunlara bir de Türkiye ekonomisinin güven vermeyen yönetimi ekleniyor. Berat Albayrak’ın “dolar yükselir diye bekliyorlar, çok beklersiniz” açıklamasının üzerinden daha 3 gün geçmişken dolarda yaşanan artış, ekonomi yönetiminin ne durumda olduğunu iyice ortaya koyuyor. İşte beka deyip durdukları meselenin iç yüzü budur. Şu an izlenen politika, “seçime kadar idare etme”nin ötesine geçmiyor. Merkez Bankası’nın üstü örtülü faiz artışı kararından da bunu görebiliyoruz.

Bir yandan Avrupa’dan, özellikle de Türkiye’nin bir numaralı ihracat kapısı Almanya’dan gelen ekonomik yavaşlama verileri, diğer yandan AKP’nin ABD ile restleşen tavrı, başka bir yandan da Türkiye ekonomisinde yaşanan çöküş döviz kurlarındaki hareketliliğin bir süre daha devam edeceğinin habercisi gibi görünüyor. Üstelik en son gelen “dövize teşvik eden” bankalara BDDK denetimi hamlesi de hali hazırda yükselmekte olan dolar kuruna adeta tuzla biber ekti. Hatırlarsak 2018 Temmuz’unda başlayan ekonomik kriz alametleri de ilk önce döviz kuru artışı ile kendini göstermişti. O zaman AKP “dış güçlerin oyunu” söylemi üzerinden ilerlemişti. Şimdi ise seçim öncesi yaşanan döviz kurundaki bu artış karşısında “ekonomiye saldırı” gibi içi boş ve manipülatif söylemlerle karşımıza çıktılar. Bu kez söylemde de kalmadılar. Döviz kurunun yükselmeye başlamasının ardından gelen Merkez Bankası’nın üstü örtülü faiz artışı da doları durduramayınca, bu kez BDDK’nın Türkiye’nin ekonomik notunu düşüren JP Morgan hakkında inceleme başlatma ve “müşterisini dövize yönlendiren” bankalar hakkında denetim kararı alması hamleleri yapıldı. Bu hamlelerin sonucu ne olacak hep birlikte göreceğiz ancak tablonun düzelmesinin zor olduğuna dikkat çekelim. Bu hamlelerin doları düşürmeyeceği aksine daha da yükseltme ihtimalinin söz konusu olduğu tahmini şimdiden yapılıyor. Elbette öyle bir durum olursa da seçim öncesi bunu kullanıp “ekonomimize saldırıyorlar” siyaseti ile devam etmeye çalışabilirler. Ama bu kez sular pek de kolay durulacak gibi görünmüyor. 2018 sonundaki veriler; kırılgan ekonomilerin para birimleri %1.4 değer kazanırken TL’nin %-3 değer kaybettiğini ortaya koymuştu. Sadece bu veri bile durumu toparlamanın zorluğunu ortaya koyuyor.

Kriz göstergeleri bir tane değil

Son günlerde yaşanan birkaç gelişmeden daha bahsetmenin, ekonomik kriz tablosunu daha iyi anlamamızda faydası olacaktır. Geçtiğimiz hafta varlık fonundaki şirketlerin satışının önü açıldı. Bu durum derhal “Türk Hava Yolları da satılacak mı” tartışmasını doğurdu. Ardından Berat Albayrak’ın bu tartışmalara ateş püskürdüğünü gördük. Tuhaf olan THY’nin satılıp satılmayacağının tartışılması değil damadın tavrı elbette. En son tank palet fabrikasının satışında, kriz günlerinde kamu kaynaklarının satışının getirdiği paraya ne kadar ihtiyaçları olduğunu gördük. Buna rağmen AKP iktidarının sanki hiç özelleştirme yapmıyormuşçasına kendini ortaya atması, çaresizliğinden başka birşey göstermiyor. Herhalde seçim öncesi gıda enflasyonu tavan yaptığı için tanzim satış noktalarını açmak zorunda kalınca kendilerini kamucu sanmaya başladılar! Kendinize gelin, siz kamucu değil liberalsiniz.

Bir diğer konu ise şu: Enerji Bakanı elektrik arzının talebi geçtiğini açıkladı. Üstelik bunun nedeni olarak da “ülke büyüyor” yorumunu yaptı. Bu apaçık bir manipülasyondur. Sanayi üretimi küçülüyor, kişi başına düşen gelir eriyor. Yani hem fabrikaların hem de vatandaşların elektrik kullanımını sınırlanıyor. Bu nedenle talep o kadar azalıyor ki arzın altında kalıyor. Bakan da kalkmış buna büyüme diyor. Ne diyelim, cumhurbaşkanının %-3 küçülme verisine “eksi büyüdük” dediği yerde, bakanın da küçülmeden kaynaklanan elektrik talebinin azalmasına “ülke büyüdü de ondan” deme yüzsüzlüğü normaldir.

Enflasyonun, özellikle de gıda enflasyonunun bu denli yükseldiği; işsizliğin, özellikle de genç işsizliğin son yılların zirve noktasına kadar arttığı, inşaatın yanı sıra ekonominin bel kemiği olan sanayi üretiminin gerilemeyi sürdürdüğü, kişi başına düşen gelirin giderek azaldığı, TL’nin dolar karşısında değerini gün geçtikçe daha çok yitirdiği bu tablo apaçık bir ekonomik kriz tablosudur. Üniversite mezunu gençlerine iş veremeyen, halkın boğazından geçen lokmanın gün geçtikçe küçüldüğü, insanların marketlerden bebek maması çalmak zorunda kaldığı, üretim yapmayan bir ülke konumuna gelen Türkiye’yi, verileri bile çarpıtan “seçime kadar idare etme” siyasetinin kurtaramayacağı açıktır.