Geçtiğimiz yılın temmuz ayında başlayarak ekonomik bir krizin içerisinde olduğumuz değerlendirmelerini yapmaktayız. Yaklaşıyor, başladı, derinleşiyor derken ekonomik krizin aylardır boylu boyunca yaşanmakta olduğu bir süreçteyiz. Dilimizde tüy bitiyor anlatırken ama aldırmıyoruz, anlatmaya devam ediyoruz. Anlamayanların, görmek istemeyenlerin, dahası üstünü örtmek isteyenlerin karşısında ekonomik krizin varlığını ortaya koyan verileri sayıp döküyoruz. Dış borç, işsizlik, enflasyon, döviz kurundaki artış bir yanda; üretimdeki, büyümedeki düşüş diğer yanda. Krizin alametleri saymakla bitmiyor. Ama saymazsak hiç olur mu? Üşenmeden, yorulmadan, üzerine titreyerek, her bir verinin kıymetini bilerek bir bir sayıyoruz ekonomik kriz alametlerini.
AKP ise seçime kadar krizi ertelemenin yollarını aramak konusunda adeta bir çığır açmış durumda. Asgari ücrete enflasyon oranına yaklaşan zamlar, tanzim satışlar, elektrik faturalarında indirimler gibi daha evvel asla atılmayan adımlar, seçim öncesi birbiri ardına atıldı. Krizin üstünü örtme çabası son derece iki yüzlü ama bir yandan da kendi açısından anlaşılır bir tutum. Hadi iktidarın bunları yapması seçim yatırımı diyelim, peki muhalefete ne demeli? Kriz emarelerinin baş göstermesinin üzerinden aylar geçtiği halde krizle ilgili çalışma yürütmeyi aklına yeni getiren ana muhalefet partisi, bu hafta toplanarak şöyle bir açıklama yaptı: “Ekonomik kriz daha yeni başlıyor.” Bu açıklama yeterince hatalı değilmiş gibi bununla da yetinmeyerek eklediler: “Ekonomide L şeklinde bir görünüm var. Reformlar hayata geçirilmezse ekonomi çökecek ve uzun dönem yatay devam edecek.”
Neresinden tutsak elimizde kalacak söylemler, açıklamalar, değerlendirmeler silsilesi. Öncelikle şunu belirtmek durumundayız: Bu tür söylemler hakkında görüşümüzün olması gerekir. Çünkü ekonomik kriz gerçeğini çarpıtmaya çalışan AKP’nin karşısındaki eğilimlerin neyi nasıl yorumladığı önem taşır.
Şimdi de yukarıda bahsi geçen söylemlerin içeriğine dönelim. Ekonomik krizin daha yeni başladığını söylemek, her şeyden önce öngörsüzlüğün ispatı. Veriler bırakın krizin yeni başlamasını, derinleşmekte olduğunu her geçen gün daha da fazla kanıtlıyor. Krizin finans alanının ardından inşaatta, daha sonra sanayi ve tarım gibi en temel üretim alanlarında kendini göstermesini “yeni başlamak” olarak nitelendirmek, aslında “biz ekonomik krizi yeni ele almaya başlayabildik” demenin özeti. Bu “yeni başlama” ayıbını, bu tarz değerlendirmelerle kapatmaya çalışmak ahmaklık olmaktan ileri gidemez.
Yeni başlayan kriz değil güzel kardeşim, adıyla sanıyla söyleyelim: Siz bu işlerde yenisiniz, şöyle sağa doğru alalım sizi, sahnede yer kaplamayın... Elbette tanzim satışları “başkan olacağına manav olmuşsun” düzeyinde küçümseyerek ele alma çocukluğundan ekonomik krizi tahlil etmeye soyunma aşamasına geçebilmeniz de bir başarı. Ancak bu şekilde olmaz. Aylardır “kriz var” tahlilini yaparak dümeni o yöne kıranlarla aranızda fersah fersah fark var. Bu farkı ortaya koymak da bize düşer.
Açıklamalardaki bir diğer göze batan kısım ise şu; ekonominin çökeceği ve sonrasında uzun süre yatay devam edeceği belirtiliyor. Yanlış. Mevcut veriler ekonominin çoktan çöktüğünü göstermekte. Dış borcun, enflasyonun, işsizliğin son yılların en yüksek rakamlarında geziyor olması bile çöküşü ortaya koymaya yetiyor. Kaldı ki ekonomik büyümenin küçülmeye doğru evrileceği artık bir sır değil. 11 Mart’ta TÜİK tarafından açıklanması beklenen 2018 büyüme verilerinde, son çeyrekte küçülme açıklanacağı öngörüsü burjuva ekonomistler tarafından bile dile getiriliyor. Bu nedenle “çökecek” değerlendirmesi yapmak da aslında kendi geç kalmışlığını ortaya koyan bir söylem olmaktan öteye gitmiyor. Ayrıca bu çöküşün ne kadar süreceği de şu an için öngörülebilir değil. Bu nedenle “önce çöküp sonra yatay ilerleyecek” değerlendirmesi de dayanaktan yoksun. Elimizdeki verilere göre grafik uzun bir süre aşağıya doğru inecek gibi görünüyor. Tam anlamıyla dibe batmayı durduracak bir adım atılmadan yatay ilerlemek nasıl mümkün olacak? Cevabı yok.
Kapitalizmde sınıflar uzlaşmaz
Ana muhalefetin ekonomi analizlerinde, krizden nasıl çıkılacağı konusuna ise şöyle değinilmiş: “Krizden çıkış ancak ciddi bir uzlaşma, milli mutabakat yaklaşımı içinde olur. Uzlaşma olmazsa yabancı kredi bulmak da imkansız olur.” Sanki özel bir çaba sarf edilmiş ve “yapmayın, etmeyin” dediğimiz, “aman ha sakın böyle konuşmayalım” diye sık sık uyardığımız konu birebir yerini bulmuş. Ne diyelim, şapka çıkarıyoruz.
Yine de buradaki temel çelişkinin ne olduğunu belirtelim ki sözlerimiz havada kalmasın. Öncelikle “milli mutabakat”tan kasıt ne oluyor? Kastedilen şu olsa gerek: “Kendi içimizde uzlaşık bir görüntü çizelim ki yabancı sermaye bize güvensin, kredi musluklarını açsın.” Tam bir burjuva ekonomistin sözleri. Bravo. Bunun karşısında sosyalistlere şunu demek dışında bir şey düşmez: İşçi sınıfı neden patron sınıfıyla uzlaşsın? Hayır efendim, uzlaşı olmayacak, toplumsal bir barış veya patronlarla barış olmayacak, tam aksine sınıf savaşımı olacak. Bırakın bu burjuva palavralarını. Zaten siz bırakmazsanız toplum sizin yüzünüze gerçekleri tokat gibi çarpacak.
Kapitalist bir sistemde sınıf çelişkileri vardır. Hatta Marks’ın Manifesto’daki meşhur sözü bile bu konu üzerinedir: “Tarih sınıf savaşımlarının tarihidir.” Kapitalizmde işçi sınıfı ile burjuvazi arasında sınıf savaşı yürür. Bu savaşımın karşısında uzlaşı önermek işçi sınıfının yenilmesini istemeye eşittir. Uzlaşmaz çelişkileri noktalayabilecek yegane tarihsel dönemeç, bir sistem değişikliğidir ancak. Bu nedenle, esasında ana muhalefetin konuya getirdiği yaklaşım kendi sınıfsal konumu çerçevesindedir. Buna hata demek de yersiz olur. Kendi sınıfsal konumlanışı gereği Türkiye’de ana muhalefet, burjuvaziyi karşısına alacak bir söylemde bulunmaz. Hatta bu örnekte görüldüğü gibi direkt olarak burjuva ağzı ile konuşur.
Ekonomik krizin derinleşmesi ile beraber bu konuların daha çok tartışılacağı bir gerçek. Biz de hazırlıklı olacağız, kendi argümanlarımızı güçlendireceğiz, lafımızı esirgemeden yanlışa yanlış diyebileceğiz.