Ekonomik kriz günlerinde “doğru bilinen yanlışlar” üzerine biraz çalışmakta fayda var. Krizin sınıf ayrımı gözetmeden işçisinden sermayedarına ülkedeki herkesi etkilediği görüşü “aynı gemideyiz” söylemi ile karşımıza çıkıyor. Her ne kadar bunun karşısında “aynı gemide değiliz” söylemi gelişmiş olsa da aslında krizin olağan sonuçları olan bazı durumlar kafaların karışmasına neden olabiliyor. Örneğin bir yandan işsizlik, yoksulluk, enflasyon artarken; aynı zamanda kapanan işyerleri, batan sermaye sahipleri de göze çarpıyor. Peki hem işçiler hem de sermaye krizden etkileniyorsa gerçekten de “aynı gemide” olabilir miyiz? Bu yazımızda bunun neden mümkün olmadığını ortaya koyacağız.

Bu konuyu ele alırken öncelikle bazı sınıfsal ve kategorik farkları ayrıştırmakla işe başlayalım. Krizin bir tarafı olarak sermaye yani burjuvazi ve onun temsilcisi AKP karşımıza çıkıyor. Ekonomide işlerin tıkırında olduğunu, en büyük havalimanlarını, en büyük hastaneleri, en büyük inşaatları yaptıklarını sıkça dile getirerek ekonomik krizi reddeden ya da en azından seçimlere kadar erteleyen pozisyonlarıyla ortada duruyorlar. Bu “en büyük” şeyler ancak “en büyük” burjuvazi ile yapılabilir. Öyle de oluyor.

En büyüklerin daha da büyüdüğünü, biraz daha küçüklerin ise ekonomik krizin altında ezildiğini görüyoruz. Yandaş firma olarak bilinen bazı firmalar konkordato ya da iflas ilan ediyor, öve öve bitiremedikleri 3. havalimanı ortaklığından kaçarcasına çekiliyorlar. Bunun karşısında büyük ihaleler, büyük teşvikler, büyük krediler alan en büyük kapitalistler ise daha da gelişiyor, palazlanıyor. Küçük burjuvazinin bazı unsurları batmakta olsa da yine de onlar için bu günler, daha iyi günleri. Ekonomik kriz derinleşmeye devam ettikçe batmaya da devam edeceklerini göreceğiz. Burada ortaya koymaya çalıştığımız gerçek şu: Kapitalizmin krizi burjuvalar ve küçük burjuvalar arasında bile aynı düzlemde yaşanmıyor. Onların arasındaki açı da artıyor. Varın bir de asıl karşıt sınıflar olan kapitalistler ve işçi sınıfı arasındaki farkı düşünün. İşçi sınıfı varını yoğunu kaybediyor, işsiz kalıyor, yoksullaşıyor, temel gıdalara ulaşamaz duruma kadar geliyor. Kapitalizmin krizinin kimi, nasıl etkileyeceğini belirleyen tek parametre var: Sınıf farkı.

Bu sınıfsal farkları ortaya koymazsak ekonomik krizin “herkesi etkilediği” gibi bir liberal söyleme teslim olmak durumunda kalırız. Bu nedenle ekonomik krizin derinleşmekte olduğunu analiz etmek kadar krizin sınıfsal farkları derinleştirdiğini değerlendirebilmek de önemlidir. Sosyalistler ile burjuva iktisatçıların farkı tam da burada ortaya çıkar. Burjuva iktisatçılar da aralarında ayrılıyor: Hükümet yanlısı olup krizi tamamen reddedecek kadar rasyonellikten kopanlar ve AKP’ye kısmen kafa tutarak biraz daha rasyonel davrananlar. Biz, ekonomik krizin üstünü örtmeye çalışan yaklaşımdan uzak durarak krizi kısmen de olsa kabul eden kimi burjuva iktisatçıların söylemlerine bakalım.

Bu tür burjuva ekonomistleri, tabiri caizse korku içerisinde “yapısal sorun var” diyen açıklamalar yapmaktalar şu sıralar. Son olarak TÜSİAD’ın ekonomide yapısal soruna işaret eden ama bir yandan da krizin adını koymaktan özellikle imtina eden yaklaşımını gördük. TÜSİAD 2018 büyümesinin %2.4 olacağı tahminini yaptı, 2019 için ise %1 büyüme, %12,5 işsizlik tahmin ediyor. Yani 2018 son çeyrek küçülmesinin %3.2’de kalmasını öngörüyor. Sanayinin %10 küçüldüğü koşullarda bu tahminin gerçeklerden uzak olduğu, uluslararası burjuva ekonomistlerinin görüşleriyle bile ortaya konabiliyor. Örneğin Moody’s Türkiye için 2018’de %1.5 büyüme, 2019’da ise %2 küçülme beklediğini açıkladı bile. Öyleyse TÜSİAD neden en basit tabirle bile “iyimser” denebilecek bu tahminleri açıklıyor?

Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. Daha iyi bir kapitalizm yaratmak üzere bu yola başvuruyorlar. Rasyonel bir yaklaşım ile üretimin durması ve ithalatın artması nedeniyle karşımıza çıkan gıda fiyatlarındaki artışa işaret ediyorlar. Bunun karşısında önlem olarak sunulan yeni hal yasası, tanzim satış mağazaları, denetimler gibi uygulamaların sorunu ancak ertelemeye yarayacağını söylüyorlar. Gördüğümüz gibi buraya kadar aşağı yukarı aynı fikirdeyiz. Ancak sadece buraya kadar. Çünkü bu noktadan sonra yine tipik burjuva iktisatçılara yaraşacak tarzda “aynı gemideyiz” terminolojisine giriveriyorlar. “İş insanları” diye cinsiyetçilikten uzak tanımlamalar yapmaları da kendilerini burjuva olmaktan kurtarmıyor. Onların deyimi ile “iş insanları”nı, bizim deyimimizle ise patronları kurtarabilecek çözüm önerileri üzerinde duruyorlar. Bizim bunlara pek bir sempati besleyen liberal solcularımız da hiç fırsatı kaçırmayarak ve bizi şaşırtmayarak hemen yanlarına diziliveriyorlar. Korkuyorlar, korkmakta haklılar. Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan ekonomik krizin sınıfsal farkları derinleştirdiğini bizim gibi onlar da görüyorlar.

***

Ekonomik kriz karşısında üretenlerin, emeğiyle geçinenlerin yani işçi sınıfının safında siyaset sahnesinde olan sosyalistlerin kendisini burjuva iktisatçılardan ayrıştırması gerekiyor. Elbette bu ayrıştırmayı yapmak bazı sorumlulukları da beraberinde getiriyor. Uzayıp giden iş kuyrukları, uzayıp giden tanzim satış kuyrukları bugün ve bundan sonraki günlerdeki gerçeğimizdir. Bu nedenle ne dediği belirsiz, bulanık yaklaşımlardan hızla uzaklaşmalıyız. Gerçekleri anlatma yükü var omuzlarımızda. AKP’nin tanzim satışındaki iki yüzlü politikalarını ancak böyle bir yaklaşımla ortaya koyabiliriz.

Tabi böyle bir göreve soyunduğumuzda, öncelikle bazı konulara nasıl yaklaşacağımızı belirginleştirmemiz gerekiyor. Şu anki tanzim satış yerlerini de kapsayan Kamu İktisadi Teşebbüsü kavramını ele alalım örneğin. KİT’ler esasında kapitalizmin ulus-devletler aşamasına denk düşer. Kapitalist sistemin ulus-devletlerini güçlendirecek devlet şirketlerinin yani KİT’lerin kuruldukları dönem, aynı zamanda dünyada sosyalizmin de yaygınlaştığı ve sınıf savaşımlarının yükseldiği bir dönemdir. Yani KİT’ler bir yandan ulus-devletlerin iktisadi olarak güçlenmesi ihtiyacını giderirken diğer yandan da sosyalizm anti-propagandasını yapabilmek için kapitalizmin halka ucuz ürün satmaya mecbur kalması sonucu ortaya çıkan işletmeler olmuştur. Daha sonra ulus-devletler döneminin sona ermesi, emperyalizmin ortaya çıkışı ve neoliberalizmin yayılmasıyla hızlanan özelleştirme politikalarına KİT’ler kurban edilir. Böylece halkın artık devlet eliyle ucuza üretilen ürünlere ulaşmasının da sonu gelir. Peki bunu neden anlattık? KİT’leri ve tanzim satışları savunurken bazı değerlendirmeleri yapabilmemiz gerektiğini ortaya koyabilmek için. Burjuva iktisatçılar hatta ana muhalefet partisi bile neoliberal bir ele alışla tanzimlerin devleti zarar ettirdiğini öne sürerken bizim bunun karşısında “devleti zarar ettiriyorsa, rantçılık-betonculuk değil de halka ucuz gıda satmak zarar ettirsin” dememizin ve seçime kadar değil sonuna kadar tanzimi savunmamızın neye denk düştüğünü ancak böyle temellendirebiliriz.

Ekonomik kriz derinleştikçe sınıf savaşımları da derinleşecek. Bu bir gerçek.

İşçi sınıfının siyasetini üretenler, bu gerçeğe hazırlanabilmek için burjuva iktisatçılarla kendisi arasındaki farkı iyi bilmelidir.