Veriler, ekonomik krizin nasıl derinleşmekte olduğunu gün be gün ortaya koymaya devam ediyor. Sanayi üretimindeki düşüşü ve cari açıktaki azalmayı yansıtan verilerin açıklanmasının ardından, son olarak işsizlik oranlarındaki artış açıklaması ekonomik krizin geldiği noktayı daha net görmemizi sağlıyor. Öncelikle yazımızda ağırlıklı olarak rakamsal verilere yer verilmesi sebebiyle sıkılabilecek olanlara seslenelim: Veriler bilimsel gerçeğe ulaşmamızda tartışılmaz bir kaynaktır. Ekonomide ise veriler kapitalist sistemi anlamamıza yarar, çözümlemelerimize ışık tutar. İşlerini yaparak ekonomik verileri açıklayan devlet kurumu yöneticilerinin görevden alınması bize verilerin önemini daha iyi anlatıyordur sanıyorum.

Burada bir parantez daha açmak gerekiyor. Her ne kadar bu yazıda işsizliğin boyutlarını tartışacak olsak da, yukarıda laf arasında değindiğimiz sanayi üretimindeki düşüş ve cari açıktaki azalma meselelerine açıklık getirerek giriş yapmak yerinde olacaktır. Hadi sanayi üretimindeki azalmayı anladık da cari açıktaki düşüş neden krizi gösteriyor olsun? Hemen açıklayalım. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki “Ekonominin cari açık değil cari fazla vermesi hükümetin istikrarlı ekonomi politikalarına dayanıyor” tezi tamamen yanlıştır. Çünkü cari fazla, ihracat artışından değil ithalattaki daralmadan kaynaklanıyor. Perakende satışlar 2018 yılı Aralık ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre %9.2 azaldı. Aynı ayda gıda, içecek ve tütün satışları %2.7, gıda dışı satışlar %12.6, otomotiv yakıtı satışları ise %9.5 azaldı. Tüketim yani talep neden azalıyor peki? Maaşlar enflasyon karşısında eriyor ve işsizlik artıyor da ondan. Vatandaşın alım gücü düşüyor, alamayınca tüketim azalıyor. Tüketim yani talebin azalması, arzın yani üretimin de azması ile sonuçlanıyor. Türkiye’de üretim büyük oranda ithalata dayandığı için üretimin azalması aslında ithalatta düşüşe tekabül ediyor. Böylece ithalatın azalması ile cari açıkta düşüş gerçekleşmiş oluyor. Sanayi üretiminde %10’luk düşüş verisi de bu hesabı doğruluyor. Sanayi üretimi de büyük oranda ithalata dayandığı için sanayi üretimindeki düşüş de yine ithalatta azalmayı beraberinde getirerek cari açıkta düşüşe denk geliyor. Tüm bu anlatımdan çıkarmamız gereken sonuç: Cari açığın düşmesi ekonominin iyiye gittiğini göstermiyor. Diğer veriler ile beraber değerlendirildiğinde ithalattaki düşüşe bağlı cari açığın azalması, ekonomik krizi ortaya koyan bir veri olarak ortada duruyor.

Bu kısa parantezden sonra gelelim yazımızın asıl konusuna. TÜİK 2018 Kasım ayı verilerine göre işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 706 bin kişi artarak 3 milyon 981 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 2 puanlık artış ile %12.3 olarak gerçekleşti. Tarım dışı işsizlik oranı 2.1 puanlık artış ile %14.3 oldu. 15-24 yaş arası genç işsizlik oranı ise 4.3 puanlık artış ile %23.6 olarak gerçekleşti ve genç işsiz sayısı 1.2 milyon oldu. Kadın işsizliği ise 1.3 puanlık artışla %14,7 oldu. Bu verilere göre işsizlik son 22 ayın en yükseğine çıktı. İşsizlerin sayısının 4 milyona dayanması verisi, bir süredir gündemde olan enflasyon artışı ve gıda fiyatlarını da geçerek, 2019’da ekonomik krizin yaratacağı en önemli sorunun enflasyon değil işsizlik olacağını ortaya serdi. İşsizlik oranı “teğet geçti” denilen 2008 krizinin seviyesine daha şimdiden ulaştı bile. Üstelik bunlar bizim değil TÜİK’in verileri. İş bulmaktan ümidini kesmiş olan işsizler (İŞKUR’a dört haftada bir işsiz olarak kaydını yaptırmayan herkes bu statüde sayılıyor), kadınlar ve mevsimlik işçiler TÜİK tarafından işsizlik oranları hesaplanırken işgücü olarak kabul edilmiyor. Tüm bu kesimler dışarda bırakıldığı koşullarda işsiz sayısı şu an 4 milyon. Varın gerçek rakamı siz düşünün.

Kapitalizmin yapısal sorunu: İşsizlik

İşsizlik olgusunun Marks tarafından Kapital’de nasıl ele alındığına bakacak olursak; Marks kapitalist gelişmenin “canlı emek yerine ölü emek ikamesi” olduğunu yani “işçilerin yerine makinelerin geçmesi” olduğunu söyler. Buradan hareketle de “yedek sanayi ordusu” yani işsiz üreticiler kitlesinin sürekli olarak yaratılması kavramını ortaya atar. Bu anlatımdan, kapitalizmin sadece kriz dönemlerinde değil, mütemadiyen yapısal bir işsizlik yarattığı sonucunu çıkarmak yanlış olmaz.

Şimdi de Türkiye’de 2008 ekonomik krizinin ardından işsizliğin nasıl yapısallaştığına kısaca bir göz gezdirelim: 2008 krizinde ekonomik durgunluk kısa sürüp geçecek türden değil uzun süreliydi. Bu nedenle de o dönemden beri resmi işsizlik oranları hiçbir zaman %10’un altına inmedi. 2008’i izleyen 2013’e kadar olan yıllarda ise karşımıza şöyle bir tablo çıktı: ABD’den bol miktarda ve ucuza kredi alan AKP’nin bu politikaları sonucu ekonomik büyüme rakamlarına göre Türkiye ekonomisi büyüdü. Ancak bu büyüme istihdam yaratmıyordu çünkü büyüme yerli üretime değil dış borca dayanıyordu. Bu nedenle de 2008 krizi koşullarında işten çıkarılanlar büyüme oranları yükseldiğinde aynı hızla işe geri alınmadı. Böylece işsizlik hiçbir zaman düşmedi. Gelelim 2013 sonrasına: ABD’nin dış borç vermeyi sınırlayan politikaları sonucu AKP hükümeti zorlanmaya işte o zaman başladı. O yıllardan başlayan işsizlikteki artış devam etti. Bugünlere geldiğimizde ise tablo şudur: 2018’in 4. çeyreğinde %6 dolaylarında küçülme açıklanacağı, buna dayanarak 2018 büyümesinin %1.6 olacağı şimdiden öngörülüyor. 2017’de %7.4 olan ekonomik büyümenin 2018’de bu seviyeye gerileyecek olması burjuva ekonomistler tarafından bile “sert düşüş” olarak tanımlanıyor. Kaldı ki 2019’da da küçülme yaşanacağı tahmin ediliyor. Ekonomik büyüme bile istihdam yaratmadığına göre, küçülmenin daha fazla işsizlik doğuracağı da şimdiden ortada. Buradan hareketle 2019’da ekonomik krizin yaratacağı en önemli sorunun işsizlik olacağını konuşabiliyoruz.

Genç işsizler ordusu 5 milyon

İşsizlik rakamlarındaki en çarpıcı kısım ise yine genç işsizlik oranları. Türkiye’de ne eğitimde ne çalışma hayatında olan 15-29 yaş arası gençlerin sayısı 4 milyon 890 bin olarak açıklandı. Yani sayıları 5 milyona yaklaşan gençler ne okuyor ne de iş arıyor. Üretimin olmadığı Türkiye ekonomisinde yeni istihdam alanları açılmamasının, yeni işe girecek gençlerin işsiz kalması sonucunu doğurduğu ortada. Özellikle eğitimli gençler arasında işsizlik yaygın. Kasım 2018 döneminde üniversite mezunu işsiz sayısı 1 milyon 32 bin olarak gerçekleşti. Büyük bir genç işsizler ordusu yaratıldığını görebiliyoruz.

İktidarın övünç kaynağı olan inşaat sektöründeki çöküş, sanayi üretiminin %10 gerilemesi, 4 milyon işsiz, 5 milyon da işsiz bile sayılmayan genç nüfus verileri, tüketimin %9.2 düşmesi, enflasyonda özellikle de gıda enflasyonunda önlenemeyen artış, kriz sonucu ithalatta azalma ile cari açığın düşmesi… Tüm bunların sonucu olarak geceden sabaha kadar beklenen iş kuyrukları, seçim yatırımı olarak geçici süreyle ve kotalı olarak ucuza satışa sunulan sebze kuyrukları... Övünmekle bitiremedikleri “karneyle ekmek almayı biz bitirdik” terminolojisinin şu an geldiği nokta işte budur. Tüm bu veriler ekonomik krizin oldukça hızlı şekilde derinleştiğini gözler önüne seriyor. Burada başa dönersek, verilerin bize kapitalizmi anlamamızı sağlayacağından bahsetmiştik. Bunun ardından anlamamız gereken diğer nokta ise şudur: Emeğiyle geçinenler, yani halen çalışmakta olan işçiler ve artık gerçek anlamda bir “ordu” sayısına ulaşan işsizler olarak kapitalizmin ve ekonomik krizin gerçeklerini fark etmeye başladığımızda, bu kaderi değiştirmenin de yoluna girmiş olacağız. O vakit, 2019’a işsizlik dışında damga vuracak olan hareketleri de yaratma yoluna girebileceğiz.