Ekonomik gidişata ilişkin değerlendirmelerde üretici ve tüketici temelli veriler büyük önem taşır. Enflasyon hesaplamaları bile bu verilere dayanarak yapılır ve somut anlamda gidişata ilişkin fikir verir. Bu bağlamda, Türkiye’de yaşanmakta olan ekonomik krizin geldiği son noktayı geçtiğimiz hafta üretim bazında inceledik. Ekonomik krizin inşaat sektörünün ardından sanayi sektörünü de vurduğunu; üretimin azalması, firma iflasları, işten çıkarmalar gibi somut sonuçları sanayide de yaratmaya başladığını ortaya koyduk. Bu tespitlerimizin hemen ardından açıklanan 2019 yılı Ocak ayı enflasyon rakamları ile bu hafta da ekonomik krizin geldiği noktayı tüketiciler cephesinden değerlendirme imkanı bulacağız.

Hafta başında açıklanan TÜİK verilerini hatırlayarak başlayalım. 2019 Ocak ayında enflasyonda bir önceki aya göre %1,06, bir önceki yılın ocak ayına göre %20,35 ve son bir yıllık ortalamalara göre %17,16 artış gerçekleşti. Yıllık en fazla enflasyon artışı %30,97 ile gıda ürünlerinde yaşandı. Gıda enflasyonu son 16 yılın en yükseğinde. Gıda ürünleri içinde fiyatı en çok artanlar sıralamasında sebzeler başta geliyor. Aylık olarak en yüksek fiyat artışı görülen ürün, %87,87’lik bir yükselişle çarliston biber oldu. Patlıcanın aylık fiyatı %80,94, ıspanağın %67,63, sivri biberin ise %63,84 yükseldi. İstatistiklere göre yıllık sebze enflasyonu ise %94,7’yi buldu.

Tarım politikaları üstümüze çöktü

Sadece TÜİK istatistiklerine bakmak bile gıdadaki, özellikle de sebzedeki pahalılığın tarihi olarak rekor seviyelerde olduğunu ortaya koyuyor. Veriler, tarım politikalarının iflası şeklinde yorumlanmaya başladı bile. Ayrıca bir diğer veriye göre sebzede fiyat artışı, maaş artışının yaklaşık 4,7 katına tekabül ediyor. Tek başına bu veri bile açıklanan enflasyon oranlarının gündelik yaşama etkisini ortaya koymaya yetiyor. Yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşayan milyonlar; et, süt ve süt ürünlerini satın alamadıkları için sebze ile beslenmeye ağırlık vermek zorunda kalıyordu. Son bir yıllık süre içerisinde sebzelerin her geçen gün daha da pahalı hale gelmesi sonucu, toplum artık sebze de satın alamaz duruma düştü.

Verileri değerlendirmek, ekonomik krizin işçi sınıfı açısından somut sonuçlarını gözler önüne serme imkanı sunmasının yanı sıra bazı başka değerlendirmeler yapabilmemize de olanak sağlıyor. Örneğin gıda enflasyonundaki artışa bakarak tarım politikalarının halini de görebiliyoruz. Gıdadaki, özellikle de sebze fiyatlarındaki artış, direkt olarak yürütülen tarım politikalarının bir sonucu. İktidarın her fırsatta “yerli ve milli” olmakla övündüğü Türkiye’de yerli tarım neredeyse durma noktasına gelmiş vaziyette, artık tamamen ithalata dayanıyor. Tarım ürünlerinin çoğunun artık ithal edilerek elde edilmesinin yanı sıra tarım için gerekli olan tüm ürünler de (gübre, ilaç, mazot ve hammadde gibi) ithal ediliyor. İthalata dayanan her sektörde olduğu gibi gıdada da maliyetlerin artması tesadüf değil. Yaşanan ekonomik krizin sonuçlarından biri olarak TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesi ile başta sebzeler olmak üzere ithal edilen tüm gıdaların maliyetleri de yükselmiş oluyor.

Acı patlıcanı kırağı çalmaz ama tatlı patlıcanı enflasyon çalar

Tarım ürünlerinin fiyatlarındaki önlenemez yükselişi alışık olduğu gibi “dış güçlerin oyunu” söylemi ile açıklarsa gülünç duruma düşeceğini bu kez anlayan iktidar, şimdi de kendisi dışındaki “iç odak”ları suçlama işine girişti. Suçlu ne fiyatları haksız yere artıran hal esnafı, ne de biberi ve patlıcanı ederinin çok üzerinde fiyata satmak isteyen o “hain” marketler. Gübre pahalı, mazot pahalı, ucuza mal edemeyen çiftçi ne yapabilir? Önceki gün Tarım Bakanlığı yılda ortalama 4 milyon ton olmak üzere, 2003 yılından bugüne kadar toplam 52 milyon ton buğday ithal edildiğini “gururla” açıkladı. Buğdayın neredeyse ana vatanı olmakla övünen bir ülke olma noktasından bugün geldiğimiz noktaya bakalım, çöküşü görüyoruz. Üstelik Bakan adeta dalga geçercesine, kendi ürettiğimiz buğdayla kendimize yetecek kadar ekmek yapabildiğimizi, ihraç ettiğimiz buğdayın ise sadece “yan ürünler”de kullanıldığını açıkladı. “Yan ürünler”den kastı da makarna gibi temel besin maddeleri... Makarna için gereken buğdayı ithal etmekle övünen bakanlarımız, çöken tarım politikalarını ortaya koymaya yetiyor. Bugün gıda enflasyonunda patlama olarak yaşadığımız sonuç, tam da tarım politikalarındaki yıkımın eseri.

Ürünlerin fiyatındaki artışa ek olarak tarım işçilerinin durumuna göz atacak olursak şu tablo ile karşılaşıyoruz: İthalata dayalı tarım politikalarıyla uluslararası tekellerin çıkarları doğrultusunda Türkiye alıcı haline geldi ve tarımda yerli üretimin kalmaması işsizliğin boyutunu daha fazla artırdı. Yoksullaşan tarım işçisine, eskiden olduğu gibi kırdan kente göç etmek çare olmuyor, keza kentlerde işsizlik hüküm sürüyor. Yani tarımdaki yıkım, fiyat artışı ile de sınırlı kalmıyor, işsizliğin artışını da beraberinde getiriyor.

Tanzim satış mağazaları çözüm mü?

Önceki günden beri gündemde. Hatta yarın Ankara’da belediye eliyle ilk tanzim satış mağazalarının açılacağı biliniyor. Burada sebzelerin düşük fiyata halka sunulacağı vaat ediliyor. Kim tarafından? Bizzat Cumhurbaşkanı tarafından müjdeleniyor. Belediye eliyle satış yapılan tanzim mağazalarını da kapsayan KİT’ler gıda enflasyonu verilerinin açıklanmasıyla birlikte yeniden gündeme geldi. Peki nedir bu KİT? Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) kamusal kaynakları kullanmak yoluyla ekonomik faaliyet gösteren devlet kuruluşlara, başka bir deyişle devlet şirketlerine verilen isim. Neoliberalizmin yayıldığı yıllarda özelleştirmelere açılan KİT’ler, Türkiye’de şu an oldukça sınırlı düzeyde bulunmakta. Özelleştirmelerden nasibini alan PTT, TEKEL, şeker fabrikalarının yanı sıra belediye eliyle satış yapılan Halk Ekmek ve son günlerde konuşulan tanzim satış mağazaları da KİT’ler arasında.

Burada akıllara hemen, özel sektöre kıyasla çok daha düşük fiyattan ürün satışı yapan devlet şirketlerini yani KİT’leri yaygınlaştırmanın gıda enflasyonunu düşürmeye yarayıp yaramayacağı sorusu geliyor. Bunu yapmak mümkün mü? Evet, mümkün. Peki asıl soruya gelirsek, bunu AKP’nin yapması mümkün mü? Cevap ise: Hayır, asla. Yıllardır AKP eliyle yürütülen ekonomi politikalarıyla kamu kuruluşları özelleştirildi, tarım tamamen ithalata dayalı hale getirildi. İşsizliği, dış borcu yaratan da, gıda enflasyonu yaratan da bu politikaların ta kendisi. Daha birkaç gün önce KİT’lere kadro isteyen vatandaşları miting kürsüsünden azarlayan ve hatta provokatör ilan eden Erdoğan, “belediyeler eliyle halka ucuz ürün sağlama” iddiasında olan yine aynı Erdoğan. Bu iki söylem birbiri ile taban tabana zıttır ve iktidarın gerçek yüzü elbette birincisidir. İşte bu nedenle başlıktaki sorumuzun cevabı: “Evet tanzim satış mağazaları çözümün yolu olabilir ancak gırtlağına kadar emperyalist ekonomi politikalarına batmış olan AKP bunu asla yapamaz” olacaktır. Bunu sadece biz demiyoruz. Açılacak tanzim mağazalarında sebze satışına kota koyulacağı açıklamasından bile bunu görebiliyoruz. Yani vatandaşın ucuza alabileceği sebzenin de bir sınırı olacak. Peki neden? AKP sebzede ithalatın ve fiyatlardaki artışın esas yaratıcısı olan serbest piyasa ekonomisine ters düşemez de ondan. Nasıl ters düşsün? Bizzat bu politikaların mimarı kendisi.

Bir yandan tarımsal üretimi artırmaya değil ithalatı artırmaya dayalı tarım politikaları yürütülürken, diğer yandan tanzim mağazalarında sadece ürün fiyatlarını aşağı çekerek enflasyon düşürülmez. Bu olsa olsa göz boyamadır, devam ettirilemezdir, halkı oyalamaya yarar. Gıdada düşük fiyatlı satışın, ancak tarımsal üretime ağırlık verilmesiyle devamlılığı olabilir. İthalata dayanmayan tarımsal üretimin maliyeti düşeceği için satış fiyatları da uzun vadede düşebilecektir. Ayrıca tarımsal üretimin artırılması, istihdam da yaratır, yani işsizliği de düşürecektir. Ama şu an karşı karşıya olduğumuz tablo bunun tam tersi. Bu nedenle tanzim mağazalarının da uzun ömürlü olmayacağını, seçimlere kadar fiyatları düşürme ve ekonomik krizi gizleme hamlelerinden biri olacağını hep birlikte göreceğiz.