Ekonomik krizin 2018’de başlayan alametleri kuvvetlenir ve kriz derinleşirken AKP cephesindeki manipülasyon politikaları da hız kesmiyor. Son dönemin popüler konusu milli beka meselesi. Milli bekamız var mıdır yok mudur, az mı vardır çok mu yoktur derken hop asıl mevzu olan ekonomik kriz meselesi hasıraltı edilmek isteniyor. Milyonlarca insanın işsiz, aç, yoksul olduğu gerçeği boylu boyunca ortada dururken bekanın varlığından bahsetmek de elbette AKP’nin manipülasyon siyasetine tam da denk düşen bir tarz. Tabi burada işin tuhaf gelebilecek yanı, muhalefetin yani CHP’nin de bu topa girip “bekamız var çok şükür” düzeyine kendini çekerek iktidarın yanına dizilivermesi. Nasıl da İZBAN grevinde karşımıza çıkan konumlanışına benziyor değil mi? Bunun açıklamasını şöyle yapabiliriz; ekonomik bir kriz söz konusu olduğunda sınıfların safları hemen belirginleşiveriyor. Tıpkı burjuva sınıfı gibi küçük burjuva sınıfının da siyasetçileri kendine düşen rolü oynuyor ve iktidar safında, manipülasyon yarışında yerini alıyor.
Son olarak İŞKUR Genel Müdürü gözümüzün içine baka baka “İstihdamda dünyada eşi benzeri görülmeyen bir başarı var” dedi. Şunu ortaya koymamız gerekir ki bu yalan dolan ve manipülasyon siyaseti artık işlemiyor. Bir yanda istihdamdaki olmayan başarıyla övünen İŞKUR müdürü, diğer yanda bin kişilik işçi alımının kura çekimi için koca bir stadyumu dolduran 44 bin kişilik işsizler ordusu. Hangisi daha gerçek? Tam da İŞKUR müdürünün açıklamasından bir gün sonra, ekim ayı işsizlik rakamları bir önceki yılın aynı dönemine göre 2 puan artarak 11.6 olarak açıklandı. Genç işsizlik oranı da 3 puan yükselerek yüzde 22.3’e çıktı. Düşünün, bunun üzerine bir de resmi rakamlarla oynanması eklenince karşımıza çıkacak gerçek rakamları. A Haber’e çıkılıp yapılan manipülasyonlar, söylenen yalanlar devri artık bitmiştir. Gerçek tablo bir stadyum dolusu işsiz insan tablosudur. “İş yoksa oy da yok” diyenler bu tabloyu belirleyebilecek vaziyettedir artık.
İşsizlik yapısaldır
Türkiye’de artık yapısallaşmış olan işsizlik gerçeğini daha derinlemesine inceleyelim. ABD’de patlak veren 2008 ekonomik krizinin ardından, pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de işsizlik oranları sürekli artan bir hal aldı. Çünkü kriz zamana yayılmıştı ve ekonomik durgunluk kısa sürüp geçecek türden değil, hele de hükümetin açıkladığı gibi teğet geçecek türden hiç değil tam olarak kalıcı yani uzun süreliydi. O yıllardan itibaren resmi işsizlik oranları hiçbir zaman %10’un altına inmedi. Kaldı ki bu rakamlarda çeşitli oynamalar yapıldığını defalarca kez ortaya koyduk ama tekrar etmekte fayda var. İşgücü kabul edilebilecek insan sayısını düşük göstermek yolu ile gerçek işsizlik oranlarını gizleme politikaları devamlı uygulanıyor. İş bulmaktan ümidini kesmiş olanlar, mevsimlik işçiler, ev kadınları, öğrenciler işgücü kategorisine dahil edilmeden işsizlik oranlarının hesaplanmasına geçiliyor. Böylece işsizlik gerçek verilerin oldukça altında gösteriliyor. Buna rağmen bile şu an resmi rakamlarla %11.6’ları konuşuyor haldeyiz.
Ekonomik kriz döneminin hemen öncesine, yani “ekonomide rekor büyüme var” dedikleri döneme bakacak olursak işsizliğin nasıl da yapısal hale geldiği hemen gözümüze çarpacaktır. Kriz koşullarında işten çıkarılanlar, büyüme oranları yükseldiğinde aynı hızla işe geri alınmıyor. Önce bunu ortaya koyalım. Büyümenin artmasına rağmen işsizliğin düşmemesi, “istihdam yaratmayan büyüme” de denilebilecek kapitalizmin bir olgusu. Çünkü büyüme istihdam için bir ön koşul ama yeterli koşul değil. Türkiye’deki ekonomik kriz öncesi patlayan büyüme rakamları en üst düzeyde dış kaynak yani başka bir deyişle dış borç ve en minimum düzeyde istihdam politikasına dayandığı için büyüme istihdam yaratmıyordu. Yani burada şunu ortaya koymaya çalıştık; kriz olmayan koşullarda da işsizlik vardı, işsizlik kapitalizmin yapısal bir sorunu. Elbette ki ekonomik kriz dönemlerinde işsizlik de artmakta.
Genç işsizler ve genç işçiler ordusu
İşsizlik rakamlarında bir diğer öne çıkan çarpıcı gerçek var ki o da genç işsizlik verileri. Resmi rakamlarda bile artık neredeyse her 4 gençten birinin işsiz olduğu kabul ediliyor. Gerçeğin bunun çok daha üzerinde olduğunu düşünürsek tabloyu daha iyi anlayabiliriz. Bunun nedenlerini ele alacak olursak; öncelikle ekonomik kriz dönemindeyiz ve yeni istihdam alanları açılmıyor, bu durum da özellikle yeni işe girecek gençlerin işsiz kalması sonucunu doğuruyor. Ekonomik krizden önce de var olan bir diğer veri de şu: Özellikle eğitimli gençler arasında işsizlik yaygınlaşıyor. Eğitim sisteminin kalitesizleşmesi sonucu, işe girmeye hazır vasıflı işgücü değil vasıfsız ama eğitimli gençler ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle, aldığı eğitim nedeniyle aslında vasıflı olduğunu düşünen ama vasıf aranan iş kollarında işe alınmayan yani iş bulamayan eğitimli gençlerin oranı yükseliyor. Eğitimin kalitesizleşmesi sonucu genç işsizliğin artışından bahsederken değinmek gereken bir diğer konu da meslek lisesi mezunlarının işsiz kalma riski, düz lise mezunları kadar yüksek. Ayrıca her iki grubun da işsizlik oranları eşit ve de ortalamanın üzerinde. Çünkü meslek liseleri de kalitesizleştirildi. Artık garanti iş kapısı olma özelliği taşımaz hale getirildi, sadece başarı durumu daha düşük gençlerin itildiği okullara dönüştürüldü.
Tüm bunların sonucunda genel işsizlik oranlarının nerdeyse 2 katı oranında bir genç işsizler ordusu yaratıldığını görebiliyoruz. Bu hiç de azımsanmayacak bir gerçek. Daha önceki yazılarda yaptığımız ekonomik krizin genç işçiler üzerindeki etkilerinin çok daha yakıcı olduğu saptamasıyla paralel biçimde, ekonomik kriz aynı zamanda gençlerin daha çok işsiz kalması sonucunu da yaratıyor diyebiliriz. Tam da burada, tıpkı genç işçilerin kriz döneminde işçi sınıfı açısından öncü rol oynayabileceğini söylediğimiz gibi genç işsizlere de dikkat çekmek yerinde olacaktır. İşsizliğin, özellikle de genç işsizliğin aldığı devasa boyut, o yere göğe sığdıramadıkları bekalarının sonunu getiriverecek yegane gerçektir.