Seçim öncesi ekonomik krizin üstünü örtme çalışmaları tam gaz devam ediyor. Bu kez de yeni “müjde” adıyla sunulan gelişme, tüm bankalara ait kredi kartı borçlarının Ziraat Bankası tarafından verilecek düşük faizli kredi ile kapatılabilmesi hamlesi oldu.
Dış borcun son 30 yılın en yüksek rakamlarında seyrettiği, enflasyonun son 15 yılın en yükseğine dayandığı, işsizliğin bütün gizleme çabalarına rağmen resmi rakamlarda bile yüzde 10’ların altına indirilemediği bir tablo karşımızda. Adıyla sanıyla apaçık konuşmak gerekiyor; ekonomik kriz dönemindeyiz. Bir yandan ekonomik krizin sonuçları yaşanıyor bir yandan da AKP bu sonuçların kısmi de olsa Mart 2019’da yapılacak yerel seçimlerin sonrasına ertelenmesi için elinden geleni ardına koymuyor. “Ekonomik kriz yok, bunlar dış güçlerin uydurması” söylemleri işe yaramayınca başvurulan Ekonomi Bakanlığı’na damadın getirilmesi, enflasyonun gerçek rakamlarını açıklayıveren TÜİK yöneticilerinin görevden alınması hamlelerinde olduğu gibi kredi kartı borçları için atılan adım da, krizin üstünün örtülmesi operasyonunun bir parçası esasında. Asgari ücrete (tepkiler sonucunda olsa bile) yüzde 26 oranında zam yapılması, faturalara önce zam ardından indirim gelmesi, şimdi de kredi kartı borçlarının düşük faizle kapatılması hamleleri birer birer devreye sokuluyor. Merkez Bankası’nın normalde her yıl nisan ayında gerçekleşen kar payının hazineye devredilmesi işleminin ocak ayına çekilmesi de AKP’nin seçim öncesi hazırlıkları kapsamında ele alınabilir.
BORÇLANMA TERCİH DEĞİL ZORUNLULUK
Bir yandan “seçim yatırımı” gibi değerlendirilebilecek olan bu tablo, aslında ekonomik krizin üzerinin örtülmesinin ne denli güç olduğunu da gözler önüne seriyor. Kredi kartı borçlarının kapatılması için Ziraat Bankası eliyle verilecek kredilerin herkese kullandırılmayacak olması bile bunun bir göstergesi. Düzenlemeden yararlanamayacaklar listesinde, kredi kartı borcu yasal takibe alınanlar ile borcu kapatmak için çekilecek krediyi geri ödemek için gerekli geliri olmayanlar bulunuyor. Yani en kötü durumda olanlar düzenleme dışı bırakılıyor. Kredi kartı borçlarını kapatmak üzere Ziraat Bankası’ndan düşük faizle kredi veriliyor ama bu kredilerin geri ödenememesi ihtimali o kadar göze alınamıyor ki en yoksullar, en fazla ihtiyaç sahibi olanlar derhal gözden çıkarılıveriyor. Elbette burada bir diğer önemli gerçek de şu ki yapılan düzenleme borçlanmayı caydırıcı değil teşvik edici nitelikte. Borçlanmanın bir zorunluluk olduğu günümüz kapitalizminde, düzenlemenin bu biçimde yapılması da elbette şaşırtıcı değil. Bu yapılandırma sisteminin bir diğer hedefi de; ekonomik kriz nedeniyle her zamankinden daha da durgun bir dönemde olan bankaların kredi verme hareketliliği böylece artırılmış olacak. Ancak bunlar, ekonomik krizden kurtulmaya yetecek hesaplar değil.
Ziraat Bankası eliyle yürütülecek bu süreç tartışılırken bazı rakamlar da gözler önüne serildi. Örneğin Türkiye Bankalar Birliği’nin verileri oldukça çarpıcı: Türkiye’de toplam 65 milyon 483 bin 891 kredi kartı bulunuyor. Kredi kartı borcunu ödeyemeyen kişi sayısı Ekim 2018 itibariyle 2 milyon 485 bin kişiye ulaştı, bunlardan 684.360 kişi hakkında yasal takibe başlandı. Kişi başına düşen ortalama kredi kartı borcu yaklaşık 4 bin TL. Tek başına bu rakamlar bile ne kadar borç içerisinde yaşadığımızı gözler önüne serebiliyor. Uzunca bir süredir ücretlerde anlamlı bir artış olmaması, yüksek işsizlik oranlarının yapısallaşmış olması ve özelleştirmeler nedeniyle kamu hizmetlerinin pahalanması sonucu borçlanma, kişisel bir tercih değil artık zorunluluk haline getirildi. Esasında kredi kartı borçlarının yine kredi çektirilerek yapılandırılmak istenmesinin temelinde de bu “borçlandırma” politikası yatıyor. Kapitalist iktisatçıların bizzat kendilerinin dile getirdiği “borç borçla kapatılmaz” ilkesi bile ters yüz ediliyor. Ayrıca halk zaten bunu yıllardır uyguluyor. Bir kredi kartından nakit çekip diğer kredi kartının asgarisini ödeyenlerin sayısı hiç de az değil. Kredi vererek kredi kartı borcunun yapılandırılması düzenlemesi, adeta borcun borçla ödendiği bu biçimin yasallaşması gibi bir şey.
KREDİ KARTI BORCUNDAN FAİZİ KALDIRIN
Kredi kartı borçlarının bu denli artmasının temel sebebinin halihazırdaki ekonomi politikaları olduğunu ortaya koymaya çalıştık. Buradan hareket ederek kredi kartı borçlarından kurtulmanın yolunun yapılandırmadan geçmediğini söylemek de zor olmaz. Yapısal bir sorun olan “borçlandırma” sistemini kısmi iyileştirmeler yaparak ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu yüzden düzenlemeye muhalefet ederken, liberal ekonomi cephesinden sayılabilecek “bu kadar kaynak nereden bulunacak” serzenişi yeterli değil. Eğer az da olsa kamucu bir ekonomiyi savunmak istiyorsanız “kaynağı açıklayın” söyleminde diretmekten ziyade, kredi kartı borçlarından faizin tamamen kaldırılmasını savunmak durumundasınız. Bu kadarını söylemek için sosyalist olmak bile şart değildir. “Düşük faizli kredi”nin bir müjde olmadığı, borçları daha da ertelemenin ve insanları bir bankaya daha faiz ödemek durumunda bırakmanın müjdeli bir haber olmadığı ortada. 65,5 milyon kredi kartı demek, 65,5 milyon borçlu insan demektir. Eğer gerçek bir “müjde” hedefleniyorsa, kredi kartı borcundan faizin kaldırılması şarttır. Ancak o zaman “borçlandırma” sistemine kafa tutabilecek ilk adım atılabilmiş olur.
Elbette daha geniş planda ekonomik krizi yaratan, milyonların bu kadar borcun içinde yüzmesine devam etmek üzere planlamalarını yapan patronlar sınıfının ve onları temsil eden AKP iktidarının bu planlarını ve ekonomik krizin varlığını gözler önüne sermekle de devam etmek gereklidir.
Grevlerin yasaklandığı, işçi eylemlerine polisin saldırdığı, bin kişilik işe 44 bin kişi başvurduğu için çekilişin stadyumda yapılmak zorunda kalındığı Türkiye tablosu, gerçek tablodur. Zaten haddinden fazla miktara ulaşan kredi kartı borçlarını yeniden yapılandırmak yoluyla, hali hazırda zam üstüne zam yapılan doğalgaz ve elektrik faturalarında dişe dokunmayacak indirimler yapmak yoluyla ekonomik kriz gerçeğinin üstünü örtmek ya da ertelemek hedefinin yanından bile geçilemez. Bu hamleler, Mart 2019’dan yani yerel seçimlerden sonra ekonomik krizi daha da derinleştirmekten öte bir sonuç vermeyecektir.